Buz Sendromu

İrem İlayda Karkı

Büyük laflar etmeyi sevmezdim bir buz sendromu kurbanı olmadan önce. İlk kez elim ayağım buz kestiğinde sadece havaların soğudunu düşünmüştüm. Bir Ağustos gecesi beni kazakla gören eşim bana güldüğünde sorunun havalar olmadığını anladım. Ancak bir ihtimali elemiş olmak asıl sebebi önüne dökmüyordu. Ertesi gün kazakla da üşümeye başlayınca battaniyeye sarınmıştım. Fikret benim için ilk defa o gün endişelendi. Evlendiğimizden beri daha çok kendi için endişelenirdi. Kesin o gün de hasta olursam ve ona bulaştırırırsam diye endişelenmişti. Yanıma çok yaklaşmayıp uzaktan iyi misin demesi de bunu doğruluyordu. Çok iyiyim demekle yetinmiştim. Birkaç gün sonra sarındığım hiçbir şey beni ısıtmadı. Ağustosun sıcağında gidip kombiyi sonuna kadar açtım. Neyseki Fikret yaz akşamları hep balkonda uyurdu. Evimizi fırına çevirdiğimi fark etmedi bu yüzden. Ben de peteğin yanına bir minder atıp sıcacık uyudum. Sabah aksilik bu ya, benden önce uyanmış. Sıcaklığı görünce evde yangın çıkttığını sanıp apartmanın yangın alarmını çalıştırmış. Ona göre rezillik olsa da bana göre komik bir anıydı. Sıcaklığın sebebinin kombi olduğunu anlayınca fişini çekti ve Kasıma kadar kesinlikle açılmayacak deyip tüm evi havalandırmaya koyuldu. Ben yine üşümeye başlamıştım.

Bir hafta kadar sonra üşümeye bir de ishal eklendi. Titreye titreye banyo ile yatak arasında gidip geliyordum. İshalin de üşüdüğüm için olduğuna neredeyse emindim. Sevgili eşim o halde bile kombiyi açmadı. Bu sıcakta üşüyorsam kesin sorun bendeymiş. Hatta demirimin düştüğüne eminmiş. Pekmez yersem bir şeyim kalmazmış. Sırf onu haksız çıkarmak için her sabah pekmez yedim. Bu kez de pekmezin doğal olmadığı için işe yaramadığını söyleyip durdu. Bir yerden sonra dinlemedim. Günün çoğu yatakta yorganın altında geçiyordu. İshal olmam beni yataktan çıkaran tek sebep olmuştu. Benim o halimi gören Fikret sonunda önemsemeye başlamıştı. Hadi doktora gidelim dedi ama doktora gitmemiz için bile ishalimin biraz geçmesi gerekiyordu. Bir de doktora ne diyeceğim stresine giriyordum. “Şey ben afedersiniz ama cırcır olmuşum.” Niye affediyorlar ki? Suç bende sanki. Hem çok saçma gelir hem de bu kelimeyi kullanmazsam yoğun bir ayıplanma duygusu hissederdim. Doktora ancak bir hafta sonra gidebildik. Bu hastalık için ilk gittiğimiz doktordu. Devlet hastanesinin acilinden giriş yapmıştık. Uzunca bir sıranın sonunda ishal kesici, mide koruyucu ve antibiyotik içeren bir serum yaptılar. Serum bitmeden tatlı bir uykuyla kendimden geçmişim. Serumu çıkarırlarken uyanır gibi oldum ama birkaç saat burada kalacaksınız deyince uykuma devam ettim. Uyandığımda ellerim ayaklarım buz gibiydi. Neyseki ishalim geçmişti sonunda. Üşümemin geçmediğini söyleyince ayaklarıma ve karnıma sıcak su torbası koydular. Yarım saate biraz ısınır gibi oldu. Onlar da baktılar soğuk değil hemen gönderdiler. Daha eve varmadan yeniden buz olmuştum.

Bir iki gün içinde daha da soğumaya başladım. Sabah benzimin solgun olduğunu fark edince Fikret alnıma dokunmuş. Anlattığına göre o kadar soğukmuşum ki öldüm sanmış. Yakın bir doktor akrabasını arayıp durumu anlatmış. Acil hastaneye gidin, anlattıkların normal değil deyince Fikret iyice endişelenmiş. Özel hastaneden randevu aldığını görüp de ben o kadar kötü müyüm diye ağlamaya başlayınca bana bunları anlattı. Böylelikle ikinci doktorumuza gittik. Odasına girip durumu anlattıktan sonra kan ve idrar tahlili istedi. Bir de bizi bir odaya alıp beni ufonun karşısına oturtturdular ve üç kat battinye örttüler. Bir süre sonra ısındığımı hissettim. Sonra ufoyu kapatıp battaniyeleri üzerimden aldılar ve ne kadar süre sonra soğuyacağıma baktılar. Yaklaşık iki saat sonra buzdolabı ısısındaydım. Sonrasında doktor kan tahlillerimi değerlendirdi. İdrar tahlilim temiz çıkmıştı. Kanda CRP değerinin yüksek çıktığını yani enfeksiyonum olduğunu söyledi. Buna şaşırmıştı. Normalde CRP yüksekken ateş yaparmış ama bende tam tersi vücut ısım düşüyordu. Doktor antibiyotik yazıp dört gün sonrasında dahiliyeye randevu almamı istedi.

Üçüncü doktorumuz olan dahiliye uzmanı kan ve idrarın yanında röntgen de çekinmemi istedi. Onları da yaptık. Antibiyotik kullanmama rağmen CRP değerinin düşmediğini görünce bana yoğun bir serum yazdı. Bitmesi yaklaşık altı saat sürdü. Bu altı saatin yarısında uyudum, yarısında da bundan sonraki hayatımın böyle mi geçeceğini sorguladım. Gözüm ne zaman Fikret’e kaysa telefonuyla oynuyordu. Parmak hareketlerinden reels izlediğini tahmin ediyordum. Şimdi, burada bile. Sorgulamalarım ve serum bitince röntgene aldılar. Röntgen çeken doktor hızlıca bir rapor hazırlayıp doktoruma ulaştırdı. Doktor da görüntülere kendi bilgisayarından tekrar baktı. Safrada bir şey gördüğünü acil bir şekilde genel cerraha randevu almam gerektiğini söyledi. Dediği gibi de yaptık. Üç gün sonrasında Salı günü genel cerrahın odasındaydık. Yeniden ultrason ile safraya baktı. Emin olmak için uzun uzun baktı ve temiz olduğunu söyledi. Yeniden kan testi yapıldı. Bu kez CRP biraz düşmüştü. Değerin yirmi olduğunu, hâlâ yüksek olduğunu ama yatışa gerek olmadığını söyleyip başka bir antibiyotik verdi. Tüm doktorların bir tek CRP’de uzlaşıp diğer konularda farklı şeyler söylemeleri sinirlerimi bozmuştu. Başka bir doktora daha gitmeyeceğimi emindim. Yaşarsam yaşardım zaten. Öleceksem de bu antibiyotiklerin bunu hızlandırmaktan başka bir işe yarayacağını düşünmüyordum.

Birkaç gün sonra titreme krizi geldiğinde Fikret bu kez gerçekten öleceğime emin gibiydi. Eli ayağına dolaştı ama ambulansı aramak nedense aklına gelmedi. Aklını o kadar reels videoları ile doldurmuştu ki acil durumlarda neler yapılması gerektiğine dair bir bilgi orada yer almıyordu. Titreme krizim geçene kadar bana sırasıyla su, tuz, ekmek, ayran ve çikolata getirdi. Kendimde olsaydım hepsini kafasında paralamak isterdim ama nimet sonuçta günaha da girmek istemezdim sanırım. En iyisi eve bir beyzbol sopası almalı.

Geçirdiğim krizden sonra sevgili eşimin sevgili annesi beni hocaya götürmeye karar verdi. Hoca lafını duyunca beni bir gülme aldı. Hatta içmesem bile elimi ısıtsın diye elimden hiç eksik etmediğim çaydan biraz üzerime döküldü. Bu halde kimsenin dırdırını çekmek istemediğim için kabul ettim. Ertesi gün ben, Fikret ve annesi tek katlı müstakil bir evin kapısındaydık. Kapıyı orta yaşlı bir kadın açtı. Hocanın eliyle işaret ettiği bir odada bizi beklediğini söyledi. Odaya geçtik. Bir tane adam gözlerini kapatmış içinden bir şeyler okuyordu. Sadece dudaklarının kıpırdadığını görebildik. Gözünü biraz aralayıp bize yer gösterdi. Tam karşısına dizildik. Etrafı inceledim. Acil durumda kaçabileceğim bir pencere var mı diye baktım. Her gittiğim yabancı yerde yapardım bunu. Pencerenin demirsiz olduğunu görmek içimi rahatlattı. Ellerimi birbirine sürterek ısıtmaya çalışıyordum. Fikret’e sessizce elimin çok üşüdüğü söyledim. Isıtsın diye uzattım. Tövbe estağfurullah çekip saçmalama dedi. Annesi de bana çıkışıp kızım iki dakika sabret dedi. Onların hiç eli üşümemiş ki, nereden bilsinler? Moralim bozulsa da belli etmemeye çalıştım. Hoca bey sonunda bize döndüğünde çay var mı çay, demek geçti içimden. Sustum. Biz bir şey demeden “Kızım senin betin benzin solmuş. Belli ki üzerinde bir şeyler var. Yaklaş.” dedi. Normalde bunu dışarda biri söylese delikanlılık taslayacak kocam sadece izledi. Ben de yaklaştım. Hocanın elimi alnıma koyması ile çekmesi bir oldu. Biraz geriye doğru çekilip eliyle git işareti yaptı. Yine dediğini yaptım. “Benim size bir faydam olmaz. Bu kız ölü.” Hocanın bu sözleri karşısında kocam ve annesinin gözleri yuvalarımdan çıkacak gibi oldu. Bense sadece güldüm.

O günden sonra kayınvalidem bize hiç uğramadı. Arayıp da sormadı. Fikret desen beni görünce zombi görmüş gibi tedirgin oluyor hemen kaçmaya çalışıyordu. Ben de üzülmem gereken bu durumla dalga geçiyordum sadece. En azından artık kombiyi açabiliyordum ve Fikret sesini bile çıkarmıyordu. Elim ayağım buz gibi olsa da son zamanlarda üşümemin biraz azaldığını hissediyordum. Arkadaşımın öneriyse son kez bir doktora gitmeye karar verdim. İşte şimdi burada o kapının önündeydim. Kapıyı çaldım. Kadın bir doktor beni güler yüzle karşıladı. Kaç gündür zombi görmüş gibi davranan kocamdan sonra böyle karşılanmak iyi gelmişti. Merhabalaştıktan sonra kısaca derdimi anlatıp elimdeki doktor serüvenimin özeti olan kağıdı uzattım. Tüm tahliller, zamanlar vs yazıyordu. Son gittiğim hocayı eklememiştim sadece. Biraz inceledikten sonra bana doğru döndü.

“Son zamanlarda üşümende bir azalma oldu mu peki?”

“Evet. Yani elime veya alnıma vs dokunduğumda soğuğum ama hissiyat olarak eskisi kadar üşümüyorum.”

“Ben nedenini biliyorum. Tüm tahlillerini inceledim, şikayetlerini dinledim. Daha önceki bir hastamla paralellik gösteriyorsun. Zaten tüm tahliller de beni doğruluyor. Bizim buz sendromu dediğimiz bir hastalık var. Çoğu doktor bilmeyebilir veya aklına gelmeyebilir. Çünkü çok nadir görülür. Bahsettiğin gibi CRP yüksekliği ile birlikte elin ayağın buz kesmesine sebep olur.”

“Neden kaynaklanır peki?”

“Kaynağı bir virüstür. Hatta yaygın bir virüstür. Çok nadir hatta belki milyonda bir ihtimalle bir kişide sende olduğu gibi belirtilere sebebiyet verir. Önce vücuda tutunur. Vücut onunla savaşmaya başlar ve bu sırada CRP yükselir. Bu aşamada antibiyotik fayda etmez. Zaten birkaç hafta içinde CRP düşecektir ve üşüme hissinde azalma olacaktır.”

“Bende olduğu gibi.”

“Evet tam olarak böyle.”

“Bundan sonrası peki?”

“Üşümen daha da azalacak. Hatta vücut sıcaklığın da biraz yükselecek ama hiçbir zaman eskisi gibi olmayacak.”

“Yapılabilecek bir şey yok o zaman. Sadece bekleyeceğiz.”

“Evet. Ama üzülme. Tedavisi olmasa da semptomları rahatlatacak birkaç şey yazacağım sana ve ayda bir de kontrole geleceksin.”

“Tamam teşekkür ederim. Bu bir aylık süreçte en mantıklı açıklamayı siz yaptınız. Kabullenmem zaman alacak ama deneyeceğim.”

O sırada bana tebessüm etti ve bahsettiği ilaçları yazdı. Kâğıdı alıp vedalaştıktan sonra oradan çıktım. Son dakika aklıma gelen bir soruyla kapıyı tıklatıp sadece başımı içeriye doğru uzattım.

“Doktor hanım. Hayatımın herhangi bir döneminde bu hastalık beni yatağa düşürecek derece etkiler mi?”

“Hayır. İlk çıktığı zaman yoğun halsizlik hissedilebilir ama sen zaten o aşamayı geçmişsin. Hatta bağışıklığın muhtemelen eskisine göre daha iyi olacaktır.”

“Süper. Teşekkürler.”

Duyduğum bu cümle beni rahatlatmıştı. Hayatta yeniden umutlanmak için bir sebebim vardı artık. Dış kapıya yaklaştıkça içimi sıkıştıran bir duygu hissettim. Girişteki koltuklardan birine oturdum. Bu duygunun ne olduğunu çok iyi biliyordum. Bu kapıdan çıkmadan önce vermem gereken bir karar daha vardı. Telefonu elime aldım ve arama kısmına hayatımın bir başka dönüm noktası olacak anahtar kelimeleri yazdım.

“En iyi boşanma avukatları.”