Telefon çalıyor. Elini yıkaması gerek. Çöpü odanın ortasına bırakıp dışarı çıkıyor. Lavaboya doğru koşuyor. Kapısı açık. Musluğu açıyor, elini yıkıyor, içinden musluğu da yıkamak hissi geçiyor, telefonun zili çalmaya devam ediyor, elini havluya öylesine kuruluyor. Sese doğru giderken çıktığı odadan yükselen ağır koku yüzüne çarpıyor. Bunun üzerine biraz duraksıyor, sonra tekrar telefona doğru koşar adım hızlanıyor. Elini telefona doğru uzattığı anda telefon susuyor.
Canı sıkılarak telefonun ekranına bakıyor. Kızı. Yine abisi değil. Kaç gündür aramadı. Annelerini sormadı. Bu düşünce vücudunun kılcal damarlarına kadar ulaşan bir duyguya dönüşüyor ama adı öfke değil. Belki sitem. Anladığı kişiye kim öfke duyabilir? Hiç değilse o duyamıyor.
Balkona çıkarken kızını arıyor. Kızının sesi telefonda içini ısıtıyor. Oysa kızı da sadra şifa şeyler anlatmıyor. Dayısını soruyor o da. Aldığı cevaplar üzerine dayısının arkasından atıp tutuyor. Durdurmuyor Sevda ama onaylamıyor da. “Boşver ben Allahtan bekliyorum yaptığımın karşılığını” demekle yetiniyor, kızı da üstelemiyor. Biraz daha konuştuktan sonra kapatıyorlar telefonu. Kızının bu havadan sudan, kendisinin dertlerinden konuşmasının altında bir şey gizleyip gizlemediğini düşünüyor. Onun hayatında olan sorunları ve bunların farkında olmama ihtimalini düşünüyor, anneliği inciniyor. Ki tanımadığı bir duygu değil.
Evin içine girince ağır koku kendisini daha yoğun biçimde fark ettiriyor. Kocası, komşuları, eve gidip gelenler acaba ne düşünüyor? Annesine iyi bakamadığını, annesine baktığı için evin işlerini aksattığını mı? Kendisi? Bu rutinleri, düzeni, kokusu tamamen değişmiş ev düzeni hakkında nasıl hissediyor? Kocası? Gece gündüz annesini takip etmekten aralarındaki ilişkinin aldığı halden şikayetçi mi? Değil mi? Kendine gülüyor, sanki bilmiyor. Biliyor. Bile bile devam etmekten başka çaresi var mı?
Annesinin odasına yöneliyor. Odadaki hava daha da ağır, pencereyi açsa üşür belki annesi, zaten önce çöpü dışarı çıkarması gerekli. Çöpü bir poşete daha koyuyor, kapının ardına kadar gidiyor ama kapının önüne koymaya çekiniyor, tüm işleri bitince bizzat indirip dışarı atması daha iyi olur, konu komşudan, çöpün binayı da kokutmasından korkuyor. Binayı DA.
Odaya dönünce annesinin üzerine eğiliyor, nefesini kontrol ediyor, bu kadar derin uyuması onu son zamanlarda korkutmaya başladı ama evet, nefes alıyor. Yemeğini yedirdikten, altını temizledikten sonra uykuya geçme rutini oluştu zaten. O da unutmadan, komidinin üzerinden, annesinin kan değerlerini not aldığı kağıdı eline alıyor.
Üç hafta önce ishal olmuştu annesi. Her hastalığında hastaneye götürmek zor olduğundan, telefonda konuştuğu doktoru ishalin içten üşümeden kaynaklanabileceğini söylemişti. Halihazırda kullandığı ilaçlar çok fazla olduğundan, uygun bir diyetle ve bol su içirerek ishalin önüne geçmeyi tavsiye etti. Ama ishal beş altı gün sürünce onun yaşında ve durumunda bir hasta için Allah korusun ölümcül sonuçlara yol açabilme ihtimali doğduğundan, bir haftanın sonra hastaneye kaldırmışlardı annesini.
Annesi yoğun bakıma alınırken kendisine de bir serum bağlanmıştı. Bir hafta boyunca süren ishal kişide ölümcül etkiler gösterebiliyordu ama bir hafta boyunca ishali devam eden yatalak bir hastaya bakmak insanı ne hale getiriyordu? Bunu, kendisine de serum takılana kadar kimse düşünmemiş, fark etmemişti. Kendisi dahil.
Hoş, farkına varsa ne olacaktı? Çaresizdi. Annesini bakıcı ellerine teslim edecek değildi. Abisi ve karısı aynı şehirde değillerdi, kızlarının kendi düzeni vardı, kocası da işte tüm düzenlerinin değişmesine ses etmeyerek kendisine yardımcı oluyordu, annesine tek başına bakmak dışında yapacağı her hareket, en ufak şikayet, en küçük sızlanma tüm dengelerin annesinin aleyhine şaşmasına sebep olabilirdi. Kocası ile kızları abisine yüklenir, abisinin karısı ile arası bozulur, sonuçta yeni bir çözüm bulunma arzusu ile annesi Allah korusun klinik köşelerinde son nefesini verirdi de Sevda bunun vicdan azabını bir ömür nasıl taşırdı? Ölürdü daha iyiydi, gıkını çıkarmadan annesine bakacaktı, başka yolu yoktu.
Hastanede kendisine gelince Sevdanın ilk sorduğu annesinin durumu oldu. Kan, idrar örnekleri alınmış sedim sodyum ne varsa bakılmış. Meğer CRP değeri 134’e fırlamış. CRP değerinin bu kadar yükselmesine ishal iken idrar yoluna sondanın takılı olmaya devam etmiş olması da bir sebep olabilirmiş. Sondanın ishal gibi bir şikayet varken, uzun süre takılı kalması, yatalak hastalarda enfeksiyon oranının yükselmesine yol açabiliyormuş. Tabi düşmeyen ateş, durmayan ishal falan derken annesi bir hafta yoğun bakımda kalmıştı. Yoğun bakım lafı duyulunca abisi gelmiş, abisinin karısı yine klinik lafları etmişti. “Ablam kendisine bile bakamıyor artık” demiş arkasından. Kocası anlatmıştı. Ablam kendisine bile bakamıyor yani “kayınvalidesine” z a t e n bakamıyor olmalı, buradan bunu anlamak zor olmuyor.
Abisi ise susuyor, yerine konuşmayı tercih eden karısının yerine de susuyor, kendisinin üzerindeki suçluluk hissini almadığı gibi, herhangi bir minnet de belirtmiyor, ne takdir ne teselli, hiç bir şekilde yanında durmuyordu.
Bir hafta sonra annesini eve getirmelerinin üzerinden üç saat ancak geçmişti ki abisi ve karısı da evlerine doğru yola çıkmışlardı. Annesi hastanede iken kendisinde kalmışlar, annesi hastaneden çıktıktan sonra da, yardıma ihtiyacı var mı, bir şey yapabilirler mi sormadan, toparlanıp gitmişlerdi. Gitmelerinin üzerinden de bir hafta yeni geçmişti. Abisi bir kere bile aramamıştı.
Dün evde bakım hizmeti geldiğinde idrar ve kan örneği alıp gitmişlerdi. E nabız’dan sonuçlar çıkmış mı diye kontrol etmek için annesinin TC kimlik numarasını ve şifresini girdi, tahliller kısmı, oradan da evet. Sonuçlar çıkmış. Heyecanla sonuçlara inceledi. CRP değeri kısmında 20 yazıyordu. Derin ve rahat bir nefes aldı. Hemen bunu da önceki değerlerin altına not aldı. Zaten evde bakım için gelen hemşire de aynı şeyi söylemişti, CRP istenilen düzeyin üzerinde olsa ateş, kusma, ishal gibi etkiler de görülebilirdi. Hem zaten idrarının renginden bile yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunda bunu anlamaya başlamıştı.
Kendi kendine gülümsedi. O esnada annesi ile göz göze geldi. Uyanmıştı demek, kendisini izliyordu. “Sen kime bakıyorsun bakalım” dedi gülümseyerek. Annesinin ışığı çoktan gitmiş boş gözlerinde kendisini, onun kızı olmayı, ismini aradı. Yüzünü annesinin yüzüne yaklaştırıp sordu: “Kimim ben?” Annesi uzun uzun kendisine baktı, sonra zorlanarak, çıkarmak için hayli uğraştığı belli sesiyle, dili ile dişi arasında “annemsin” dedi, annesi.
Bunun üzerine yüzünü geri çekti Sevda. Gözlerinin dolmasına engel olamadı. Bir süredir bunu öğrenmişti annesi, kendisini tanımıyordu. Tanımıyordu evet ama annesi kendisini “kendi annesi” sanıyordu.
Eli annesinin baş ucundaki komidinin üzerinde duran çerçeveli fotoğraflara gitti. Abisi, babası, kendi ve annesinin yıllar önce çekilmiş fotoğrafını aldı, parmağını abisinin üzerine koyarak, “peki bu kim?” diye sordu.
Annesinin ifadesiz gözlerinde anlık bir parlama oldu. Yine zorlanarak, dili ile dişi arasında “oğlum” dedi.
Sevdanın göz pınarlarında titreyen gözyaşı yanağına süzüldü. Fotoğrafı komidinin üzerine koydu, kalktı, yüzünü yıkamak için lavaboya gitti. Musluğu açacakken bataryayı yıkamamış olduğu aklına geldi. Yüzünü yıkamadan, çamaşır suyunu bataryaya boca edip, lavabonun altındaki dolaptan eline geçirdiği süngerle bataryayı ovmaya başladı. Hem bataryayı ovuyor hem de ağlıyordu.
Çamaşır suyu lavaboyu, gözyaşları tüm duygularını temizledikten sonra, elini yüzünü yıkayıp annesinin yanına gitti. İfadesiz gözlerini tavana dikmiş olan annesi, odaya girdiğini fark edince kendisine baktı.
Annesinin göz pınarlarında yaşlar vardı. Şaşkınlıkla ama derinlerde bir pişmanlıkla “Neden ağladın anne?!” diyebildi. Annesi dili ile dişi arasında tekrarladı: “neden ağladın anne?”