Yıkıntı

Hacer Noğman

02.09

Uğultu giderek artıyordu. Şakakları iki yandan içe doğru itiliyormuş gibiydi. Oturduğu demir sandalye daha çok batıyordu. Kalçasında bir soğukluk hissetti. Demir kokusunun kemiklerine kadar işlediğini düşündü. Uğultulara yeni uğultular ekleniyordu. Otomatik kapı bir açılıp bir kapanıyordu. Kandan bir gömlek giymiş adamla karşılıklı bakışıyorlardı. Sonra nefesi tükenmekte olan yaşlıca bir kadınla. Uğultular üst üste binmiş bir dağ oluşturmuş, kulağının önünde öylece bekliyordu.

Burada zaman diğer yerlere göre daha hızlı ilerliyordu. Kimsenin adamları yavaş, kimsenin nefes alışları dengeli değildi. Şu otomatik kapıdan içeri girdikten sonra dünyaya kapanan bir kapının eşiğinden geçtiğini kimse bilmiyordu.

Soğuk hırsız gibi düşüyordu içeri. Oturduğu demir daha da soğuyor, kemiğine soğuk daha derinden işliyordu. Kırmızı mavi ışıklar duvarda bir resim çiziyordu. Çığlıklar fırça darbeleri bırakıyordu o duvara. Sonra ağlama sesleri. Bir oğlan çocuğunun inlemesi yayılıyordu duvardan dünyaya. Kulakları sağır edecek kadar tiz bir inleme. Dokunsan yırtacak ortalığı ama inleyerek koca bir yarık açıyor koridorun ortasına.

Tüm bunlar burada yaşanırken kimse sorgulamıyor olan bitenleri. Evde sıcak koltukta çay yudumlarken kim bu dünyayı hayal ediyor ya da.

Etrafında olup bitenler 3x hızında oluyormuş gibi dünyaya geç kalmışlığından yakındı. Ellerine baktı. Gelen hiçbir şey yoktu. Parmaklarından, yapabileceğii çok daha fazla şey istedi. Ya da gözlerinden. Bir bakışta karşısındaki çocuğa huzur verebilmeyi, bir an olsun inlemesini geçirebilmeyi. Belki onu gülümsetmeyi. Duvarlar daraldı daraldı arasında kaldı sanki. Annesini düşündü sonra babasını.

Sonra dayısını sonra teyzesini sonra amcasını sonra, sonra… Herkesin aynı eşikten geçişini hayal etti. Kapının ardında onca tanıdık yüz varken kapının bu tarafında olanları.

Midesinin bulantısı tekrar kendini gösterdi. Kasıklarındaki ağrı onu yoklarken küçük küçük sancılar bir bıçak kesiği gibi deliyordu adeta karnını. İki büklüm olmayı, oturduğu sandalyede anne karnındaymış gibi yatmayı öyle çok istiyordu ki. Ama çocuk inleyerek gözlerinin içine bakıyordu. Olabildiğince dirayetli durmaya çalışıyordu. Aksi halde utanacaktı. Utanmak mıh gibi çakılmıştı bedeninin tam ortasına. Utanmak onu mezarında toprağa sabitleyecekti. Bunu düşünüyordu uyuyamadığı gecelerde. Bu gece de.

Uğultular üst üste binmiş bir dağ oluşturmuş, kulağının önünde öylece bekliyordu. Kapı içeri soğuğu davet ediyordu.

02.10