Cam Bedenden Çıkmayınca

Yasemin Çakır

Üç hafta önce başladı her şey. Önce ishal oldum, sonra buz tuttu her yanım. Normal bir şey sandım. Su kaybetti vücudum ondan üşürüm dedim. Yakın zamanda yaptığım yolculuğa, hava değişikliğine bağladım olanları. Ya beş ya altı gün sürdü. O kadar halsizdim ki evden bile çıkamadım. Bilen bilir ki ben hiç ev kuşlarından olamadım. Bir sabah evde halsiz kalmaya dayanamadım, devlet hastanesine gittim. Doktor fazla ilgilenmedi. Şaşırmadım. Yine de anlattım derdimi. İşi buydu sonuçta dinleyecekti beni. Baktı. Baktı. Baktı. Bakmaya devam etti. Gözlerini devirdi. “İshal kesici, antibiyotik ve mide koruyucu yazıyorum kullan.” dedi. İnsanlık bilmeyenlerin işlerinin büyüklüğüne kapılıp dev insan rolünü oynamalarını bir kere daha kaldıramadım. Yine de teşekkür ederek çıktım odadan. Soğuk soğuk terlemeye başlamıştım. İlaçları hemen kullanmak istedim; kendimi hastanenin karşısındaki eczanelerden birine attım. İlaçları alıp eve geldim.

Düzensizlik severim. Düzensizliğin içindeki düzeni daha çok severim. Yine de iyileşmek için tüm ilaçları düzenli kullanmak zorunda kaldım. Hayatımda yaptığım en düzenli şey bu oldu, diye düşündüm. Birkaç güne ishal geçti ama üşümem geçmedi. Kemiklerimin içinin sızladığını hissettim. Antartikada bir buzula fırlatılmış gibiydim. Daha fazla dayanamadım. Hastaneye gidebilecek kadar iyi hissetmediğim için köşedeki sağlık ocağına gittim. Hastanedekine göre şükür sebebi olan aile hekimim ayaklarını karnını sıcak tut dedi. Hastanedeki doktorun verdiği ilaçlardan başka bir şey de yazmadı. Boynum bükük, karnım buruk evin yolunu tuttum.

Ufonun önünde üçer kat battaniyeye sarıldım. Baktım ki ısınamıyorum ısı seviyesini yükselttim. Sıcak oldukça üşüdüm, üşüdükçe soğuk soğuk terledim. Kıpırdadığım gibi battaniyeden soğuk giriyordu. Soğuğa daha fazla tahammülüm kalmadı. İki saat boyunca kıpırdamadan ufonun karşısında oturdum. Ellerimi, ayaklarımı, karnımı sürekli sıcak tutmaya çalışıyordum ama nafile. Sonunda biraz ısınır gibi oldum. Ama hâlâ canım yoktu. Halsizlik taş gibi duruyordu omuzlarımda. Ne taşı, kaya kaya.

Üç kat battaniyenin altına giriyor, ısıtıcıyı önüme çekiyor yine de tam ısınamıyordum. İki saat sürüyordu ısınmam. Koskoca iki saat. O kadar tuhaf bir şeydi ki. Isınınca bile sanki vücudum yeniden üşümeye başlıyordu. Üşümek kelimesi bile yetmiyor aslında, daha çok içimden buz gibi bir hava geçiyormuş gibi oluyordu. Ufoya biraz daha şans verdim ama halsizlik artınca tekrar hastaneye gittim. Nöbetçi doktorun talebiyle kan ve idrar tahlili verdim. Kan vermekten nefret ederdim. Kan alınırken baktığım gibi düşerdim B vitamini kokulu koridorlara. İçimden bir soğukluk hissi yayıldı. Tahlil verdiğimden mi zaten üşüdüğümden mi emin olamadım. Sonuçlar birkaç saate çıktı. Doktor uzun uzun baktı, yüzünü buruşturdu. “CRP: 134, beyaz küre, pankreatit enzimlerin amilaz ve lipaz fazla çıkmış.” dedi. Ne demek istediğini anlamadım ama ses tonundan iyi bir şey olmadığı belliydi. “Vücutta ciddi bir enfeksiyon var, şu tarafa gidin sizinle ilgilenecekler.” dedi.

Acilde altı saat serum verdiler. O kadar süre boyunca yatağın kenarına oturup tavana baktım. Doktorlar gelip gidiyor, her biri bir şey söylüyor ama kimse tam olarak ne olduğunu bilmiyordu. Biri “safrada bir şey olabilir” dedi, biri “bağırsak kaynaklı,” dedi. Dahiliye doktoru “ağrı var mı?” diye sordu. “Yok,” dedim. Çünkü gerçekten ağrım yoktu, sadece geçmeyen bir üşümem vardı.

Sonra beni bir polikliniğe yönlendirdiler. Cipro diye bir şey yazdılar. Antibiyotik galiba. Biz de her hastalığın çaresi bir antibiyotiktir çünkü. Eve dönünce ilaçları kullanmaya başladım. Birkaç gün sonra, Salı günü, tekrar kontrole gittim. Bu sefer genel cerraha yönlendirdiler. Kan, idrar, ultrason derken sonunda “safra kesende 5G polip var ama temiz, önemli değil,” dediler. “CRP: 20” ymiş. “O ne ki, iyi bir şey mi yani?” dedim. Sekreter kız sanki adım gibi bilmem gereken bir şeymiş gibi suratıma baktı. Biraz bekledim. Cevap gelmeyince “Yani? Her şey iyi mi?” dedim. “Öyle görünüyor, elimdekilerle kesin şundandır diyemem” dedi doktor. Ama ben hâlâ üşüyordum. Bütün bu tahliller, ilaçlar, doktorlar... Kimse üşümeyi açıklayamıyordu. Sadece ben hissediyordum.

Gün geçtikçe bu durum bana daha da yabancı gelmeye başladı. Aynada yüzüme baktığımda tanıdığım birini değil, sanki başka birini görüyordum. Dudaklarım solgun, gözaltlarım mordu. Düzenli aralıklarla hastaneye gidip tahlil vermeye devam ediyordum. Herkes “iyileşiyorsun” dediğinde içimden “ben böyle iyileşmek istemiyorum” diyordum. Üşümem geçmediği sürece hiçbir şeyin düzeldiğine inanmıyordum. Doktorlar değerlerin düzelmeye başladığını söylediler. Çare bulamayınca “psikolojiktir” diyip psikiyatriye yönlendirdiler. Antibiyotik gibi çaresi bulunamayan her şey bir noktada psikolojiye bağlanırdı. “Vücudun toparlanmış ama sen toparlanamadın,” dediler. Belki de haklıydılar bilemiyorum. Yine de hiçbir şeyden keyif alamıyordum. Sabahları uyanınca gün başlamadan bitmiş gibi hissediyordum. Geceleri uykum bölünüyor, üşüyerek uyanıyordum. Ellerimi mi, ruhumu mu ısıtacağımı bilemiyordum.

Bir sabah balkona çıktım. Hava güneşliydi ama ben yine üşüyordum. Rüzgâr tenime değmiyordu bile. Sanki arada bir cam varmış gibiydi. Bazen insanın vücudu değil yaşadığı şeyler ateşlenir; sonra soğuyup kalırdı içinde. Ve biz ısıtıcıyı ne kadar yaklaştırırsak yaklaştıralım o soğuğu tam olarak ısıtamazdık. Cam bedenden çıkmadıkça çare yoktu.