Kırmızı Manto

Hacer Çiftçi

Kırmızı mantoyu vitrinde gördüğü ilk günden beri onu almanın hayalini kuruyordu. Kırmızı mantoyla yatıp onunla kalkıyordu. Fakat o kış o mantoya o kadar ihtiyacı yoktu ki alırsa eğer bugüne kadar inşa ettiği benliği zarar görecek belki deprem görmüş eğreti bir bina gibi yıkılacaktı.

4 yaşından beri kreşlerde başlayan, hatırladığı ve var diye kabul ettiği hayatı, hâlâ okul köşelerinde devam ediyordu. İlkokula anneannesinin mahallesinde iyi bilinen bir okulda başlamış, böylece hayatı hafta içi ve hafta sonu diye ikiye ayrılmıştı. Hafta içi anneannesinin yanında okula gidiyor, hafta sonları ise anne ve babası ile genelde alış veriş merkezlerinde, kafelerde, arkadaş toplantılarında geçiyordu. Anneannesinin götürdüğü parklarda dilediği kadar koşup oynuyor, anne babası ile gittiği alışveriş merkezlerinde ise daracık oyun alanlarına sıkışıp kalıyordu. Bu yüzden annesi ile mi anneannesi ile mi daha çok kalmak istediğinden emin olamıyordu.

Ortaokula başlayacağının yazında anne ve babası Meryem’i karşılarına alıp bir karar vermesi gerektiğini söylediler. Bu alacağı ilk karar olacaktı. Babasının söylediğine göre artık karar alabileceği olgunluğa erişmişti çünkü. Ortaokul için iki alternatifi vardı. Ya ailesi ile kalacak vasat bir okulda eğitim alacaktı ya da anneannesi ile kalmaya devam edecek daha iyi bir muhitte kendine yakışır bir okulda okuyacaktı. Annesi “Doğrusu, zaten akşamları yemeği birlikte yiyoruz anneannende, bu yüzden çok da ayrı kaldığımız söylenemez. Yine de karar senin.” demişti. Demek ki doğrusu kendine yakışan bir okula gitmesiydi. Liseye geçeceği sene lise giriş sınavlarında iyi bir puan alamayınca yine iki seçenek sunuldu Meryem’e. Ya mahalledeki o vasat, varoş gençlerin gittiği meslek lisesine gidecek ama ailesi ile kalacaktı ya da anneannesine çok yakın olmasa da servisle gideceği daha iyi bir lisede daha iyi bir eğitim alacaktı. “Karar senin.” demişti babası. Annesi de Meryem’in kararlarına saygılı olacağını söylemiş, sonra da “Başını eğip de ayak uçlarına bakma. Meslek liselerinde kim meslek edinmiş? Hem orada okuyanları görüyoruz, üniversite kazanan kaç öğrencisi var.” diye eklemişti. Ardından mahalledeki Saniye teyzenin kızını örnek vermişti. Saniye teyzenin kızı meslek lisesinde okumuştu. Mahalleden çıkınca eteğini dizlerinin üstüne kadar çeker, at kuyruğu bağladığı saçlarından tokayı çıkarıp saçlarını beline kadar salardı. Ruj sürdüğünü hatta sigara içtiğini görenler bile vardı. Okul bitince bir kuaförde çalışmaya başlamış sonra da liseden beri görüştüğü eczane çırağı oğlanla kaçmıştı. Annesi bunları anlatmamıştı tabi ama birkaç saniye boşluğa baktıktan sonra eliyle kulağını çekmiş baktığı boşluğa bir öpücük atıp kızın başına gelenleri duyup da bize musallat olmasın diye şeytanın kulağına kurşun dökmüştü. Meryem de en doğru kararı verip liseyi de anneannesinin yanında okumaya karar vermişti. Anneannesi tek kızının tek kızına da annelik yapıyor, bu durumdan hiç şikayetçi olmuyordu. Meryem ona can şenliği idi. O yüzden bu karar anlarını eli kalbinde beklerdi.

Kendi için yazılmış olanı kendi kararları ile yaşayan Meryem için günler, bir orada bir burada olmanın getirdiği yoğunlukla çok hızlı geçiyordu. Üniversite sınavından iyi bir puan alamayıp da annesinin istediği tıp fakültesini babasının istediği makine mühendisliğini kazanamayınca yine evde konsey kuruldu. Babası seneye tekrar sınava girmesi için ısrar ettiyse de annesi “Doğrusu bir kadın için en doğru meslek öğretmenlik. Üç ay tatilin olur. Karda kışta tatil olur okula gitmezsin. Zaten yarım gün çalışırsın ama benden fazla maaş alırsın. Bak bana yıllardır ne terfi alabildim ne de ele gelir bir maaş artışı. Neredeyse karın tokluğuna çalışıyoruz. En iyisi öğretmenlik. Ama yine de sen bilirsin, yarın öbür gün gelip de beni zorla gönderdiniz deme.” dedi. İlk defa tek başına kalan Meryem üniversitede bağımsızlığını ilan etti. Bayrak açamadıysa da artık ne giyeceğine, akşam ne yiyeceğine, kimlerle arkadaşlık edeceğine karar veriyor fakat verdiği kararın doğruluğundan hiçbir zaman emin olamıyordu. Sınıf arkadaşı Orhan’la evlenme kararı almıştı. Babası “Ben Orhan’la evlenmeni istemiyorum, fakat ille de o olacak diyorsan da arkanda dururum, itiraz etmem.” demişti. Annesi de Orhan’ın temiz bir oğlan olduğunu, bunca yıl arkadaşlığından bir zarar görmediklerini dile getirmiş ve eklemişti “Fakat doğrusu, ne ailesi, ne milliyeti ne de yetişme şartları bize çok uygun değil. Kültür çatışması yaşarsın. Bu hayatının en önemli kararı, iyi düşün ileride pişman olursun.” demişti. Meryem evlenme teklifini kabul ettiği Orhan’ı bir telefonla hayatından silmiş, çok geceler ağlamış, çok geceler Orhan’ın ağlayan sesiyle yalvarmalarını dinlemiş fakat verdiği kararın doğruluğu birkaç zamanda unutacağını düşündüğü Orhan’a dönmesine engel olmuştu. Orhan yıllarca onu beklemiş, her fırsatta hal hatır sorma bahanesiyle yazmış, nabzını yoklamıştı. Kaçamak görüşmeleri devam etmişse de Meryem verdiği karardan vazgeçmemişti. Orhan yıllar sonra başkasıyla evlendiğinde kalbindeki acıdan uyuyamamış fakat evlendiklerinde mutsuz olmaktansa ayrı ayrı mutlu olmanın en doğru karar olduğuna kendini tekrar ve tekrar ikna etmişti.

Doğu görevini bitirip ailesinin yanına tayin istediğinde ilk defa kendi evlerinden okula gidip gelmenin nasıl bir şey olduğunu anlamıştı. Öğle araları için annesi hergün bir şeyler hazırlıyordu. Akşam geldiğinde yemek hazır oluyordu. Okul çıkışlarında anneannesini de alıp geliyor yemeği yine hep beraber yiyorlardı. Anneannesini almaya gittiği bir gün vitrinde gördü kırmızı mantoyu. Fotoğrafını çekip annesine attı. Annesi mantonun çok güzel olduğunu söyledi. Fakat bu yıl için zaten iki mantosu vardı ve doğrusu kırmızı manto da çok pahalıydı. Hem daha geçen yaz aldığı manto çok yeniydi ve o eskimeden yeni bir manto almak çok doğru bir karar olmayacaktı. Birkaç gün mantoyu vitrinde izledikten sonra içeri girip denemeye karar verdi. Neredeyse maaşının yarısıydı mantonun fiyatı fakat o kadar güzeldi ki Meryem’in içini yağarı eridi. Yine de annesi haklıydı, geçen yıl aldığı manto eskimeden ya da başına bir şey gelmeden yeni bir manto almak hiç de akıl kârı değildi.

Maaşını aldığı gün eve giderken yine dolu dolu alışveriş yaptı. Babasını arayıp mangalı yakmasını istedi. Ayın 15’i geldiğinde bu artık bir ritüeldi. Anneannesiyle kol kola eve geldiler. Salatalar yapıldı, etler hazırlandı. Kadim dostları Latife hanım da kolaları alıp gelmişti her zaman olduğu gibi. Havanın serinliğine aldırmadan gömlekle mangal başını bekleyen babasının yardımına gitti Meryem. Mangalın yanında geçerken geçen yıl aldığı ve hâlâ taptaze duran mantosunu mangala şöyle bir sürttü. Burnu kangal köpeği gibi koku alan annesi “Vallahi bir şey yandı, uzak dur mangaldan!” diye babasını azarladı. O sırada kırmızı mantoyu almaya karar vermiş olan Meryem, kararını doğru hale getirebilmiş olmanın gururuyla yaşaran gözlerini annesine dikip “Gitti güzelim mantom!” diye feryat ediyordu.