Geçmişe geri dönebilseydik değiştirmek mümkün olur muydu? Değiştirdiğimiz şey sonucu etkiler miydi? Ya tüm yollar aynı çıkışa varıyorsa?
Otobüsün camına vuran yağmur damlaları telefon ekranındaki beyaz ışığı daha belirgin kılıyordu. Ekrandaki bildirimler şarjör gibi sıralanmıştı. Her bildirim bir mermi değilse bile yazılıp çizilen suçlamalar yüzlerce görünmez yara açıyordu. Yol boyunca kimse onu gerçekten fark etmiyordu. Direksiyonun sert dönüşleriyle sarsılan gövdede herkes kendi küçük âlemine gömülmüştü. Gençlerden bazıları kulaklıklarını zırh gibi kullanmayı tercih etmişti. Kimi gözlerini kapatıp ritme teslim oluyor; kimi parmak uçlarıyla koltuğun kenarında sessizce tempo tutuyor dış dünyanın uğultusunu kendi seçtiği melodilerle bastırıyordu. Çalan şarkılar birbirinden habersiz olsa da hepsi aynı şeyi yapıyordu. Onları bu sıkışık otobüsün içinden kimsenin dokunamayacağı uzak bir yere taşıyordu. Pencere kenarında oturan yaşlı kadın belli ki çoktan öğrenilmiş bir alışkanlıkla dışarıya bakıyor, yağmura aldırmadan kendi düşüncelerine çekiliyordu. Kalabalığın arasında bir gölge gibi oturuyordu. Yüzüne düşen ışık neredeyse tamamen telefon ekranından geliyordu. Yağmurun camda bıraktığı izler dışarıyı gizlerken içeride onu var eden tek görüntüsü o beyaz parıltıydı.
Parmağı ekranın üzerinde gezindi. Bildirimlerin arasında bir gönderiye bırakılmış onlarca yorum sıralanıyordu. Zihninde bazıları canlanıp hayat buldu:
“Senin gibiler yaşamasa da olur.”
“Biraz cesaretin olsa çoktan ortadan kaybolurdun.”
Yazıldığı anda birer şaka gibi duran, sonrasında geri çekilemeyecek cümleler. Eskiden bazı yorumlara gülerdi. Arkadaş grupları arasında paylaşılan bağlantılarda onun yorumu en üstte olurdu. Birinin üzerine boca edilmiş öfke, diğerlerinin eğlencesine dönüşürdü.
Beğeni sayılarını hatırladı, art arda yükselen rakamların bıraktığı o tuhaf hissi. Sanki kendi içinden taşan bir gürültü bir anlığına susardı da yerine düzenli, ölçülebilir bir dinginlik otururdu. Her biri bir anlık zaferin izi gibiydi. Beğeni yükseldikçe göğsünde bir sıcaklık belirir, ekranın köşesindeki kırmızı sayıya bakarken dünyayla arasındaki mesafe kaybolurdu. O mesafe güvenliydi. Gerçekle bağlanmaktan kurtaran, duyguların karmaşasını basit bir hesap tablosuna indirgeyen bir çevirge. Bazı yorumları yazdıktan sonra geri dönüp defalarca okuduğu olurdu. Ekranın ardında olanlar çoğu zaman yabancıydı. Gözlerdeki acıyı okumak zordu. Bir profil fotoğrafının arkasındaki yaralar görünmezdi. Ama kendi sözlerinin başkalarının kahkahalarıyla birleşip çoğaldığını görmek alışkın olmadığı bir histi. Yalnız olmadığını görmek onu rahatlatıyordu.
En çok da ilk yorumunu yaptığı anı hatırlıyordu. Yorumu viral olmuş farklı mecralarda defalarca paylaşılmış, sayı hızla artmıştı. “Arkadaşlarının” gülüşleri arasında varlığını her zerresiyle hissetmişti. Beyaz ekranda şakanın malzemesi değil, o şakayı yapan kişiydi. Başlarda eğlenceye katılmıştı sadece. Sanki bu da oyunlardan bir oyundu. Sonra fark etmeden oyunla birlikte kuralları da değişti. Hangi kelime daha çabuk, daha çok yankılanır? Hangi küçümseme daha uzun süre konuşulur? Deneyip ölçmeye başlamıştı.
Otobüs çukura girdiğinde ekran parmağının altında titredi. Bildirimlerin ardında kaybolan sessizlik anlık olarak açığa çıktı. İçinde bir yer, bu sessizliği yeniden bastıracak yeni bir cümlenin peşindeydi. Yankılanan tekerlek sesi, camlara vuran yağmurun ritmi ve uzaklardan gelen fren bağırtıları, ekranın beyaz ışığında kaybolan o eski heyecanı yeniden hatırlattı. Ama artık başka bir yerdeydi. Ne başkalarının kahkahaları ne de sayıları yükselen beğeniler vardı yanında. Sadece boş bir sessizlik, parmağının ucunda titreyen bir güçsüzlük hissi vardı.
Her gönderi, her yorum, bir nevi zincirleme tepkiydi. Ve o, zincirin bir parçasıydı artık. Ekrana bakarken gücünün sınırlarını, başkalarının kırılganlığını ölçmek için kullandığı sözlerin ağırlığını hissetti. Zihninde geçmişin geri dönmeyecek oluşu, kelimelerin geri alınamazlığı, tüm yolların belki de aynı çıkışa varıyor olma ihtimali çarpıştı. “Ya değiştirebilseydim?” diye mırıldandı kendi kendine. Cümle dudaklarında asılı kaldı, tıpkı ekranda yanıp sönen bildirimler gibi. Ama bilmiyordu; değiştirmek, neyi değiştirmekti? Sadece yazdığı yorumları mı yoksa başkalarının hayatında açtığı görünmez yaraları mı? Parmağı yavaşça ekranın üzerinden kaydı ama bu sefer yeni bir şey yazmadı. Sessizlik, içinden geçen o rahatsız edici farkındalığın yerini aldı. Otobüs bir sonraki durağa yaklaştığında camın dışında şehir silikleşiyor, yağmur damlaları çizgiler halinde akıyordu. İçerideki insanlar hâlâ kendi küçük âlemlerine gömülüydü ama o ilk kez kendine sordu: Mermileri o mu sıkmıştı yoksa herkes en az onun kadar suçlu muydu?