Herkesin bir hedefi var mıydı, hedefsiz yaşanılamayan bu dünyada? Vardı diyemem. O hâlde nefes alan her canlı gerçekten yaşıyor da diyemem. Hedefi olmayanlar, çatlak bardaklar misali eleniyordu mutfak dolaplarından. Bu sebeple nefes alıp da yaşamamak en büyük korkum oldu. Ne zaman? Bilmiyorum ama zamanla oldu. O andan sonra en net amacım kendime bir amaç aramak oldu.
İyi yaptığım ne var diye düşündüm durdum. Güzel tatlı yapardım mesela ama en iyisini yapamazdım. Zaten sadece canım isteyince yapardım. Güzel susardım ama tahammülümün belli bir seviyesi vardı. Bir yerden sonra patlardım. Güzel yürürdüm ama çok yürüyünce de canım sıkılırdı.
İyi yaptığım şeylerden yarım sayfalık bir liste çıkardım. Ama hiçbir maddede en iyi olduğumu veya olacağımı söyleyemezdim. Devam etmek için de çok motivasyonum yoktu zaten. O an neden sadece iyi yaptığım şeyleri düşünüyorum ki, dedim. Bu düşünce beni kötü yaptığım şeylere yöneltti. Bir şeyin en iyisini yapan olamıyor olabilirdim elbet ama en kötüsünü yapan olabilirdim. Bu kez hazırladığım liste beş sayfayı bulmuştu. Artık tek yapmam gereken birini seçmekti. Bu listenin üzerinde titizlikle çalıştım. Sabah kahvaltıda, sonra işte, akşam yemeğinde, sokakta yürürken hep bunu düşünüyordum. Bir pazar öğleden sonrası sokakta yürürken ilkokul öğretmenimi uzaktan gördüğümde de aklımda yine bu liste vardı. Bir anda gözümde ilkokul anılarım canlanmaya başladı. Öğretmenimin sınıf içerisinde koyduğu yasaklar mesela. Bir tek okula gitmemizi yasaklamamıştı. Bir başka anım da hevesle yazdığım bir şiirle ilgiliydi. Bana kahkahalarla bunun dünyanın en kötü şiiri olduğunu söylemişti. Sonra da bir daha yazmamıştım zaten. Bu anıyı hatırlamamla birlikte kafamda şimşekler çaktı. Evet amacımı bulmuştum. Dünyanın en kötü şiirini yazacaktım.
Günlerce dünyanın en kötü şiiri nasıl yazılır diye düşündüm. Keşke öğretmenimi uzaktan gördüğümde gidip ona sorsaydım. Ya da ilkokulda yazdığım şiiri saklasaydım. Sonuçta dünyanın en kötü şiirine aday gösterilmişti. Ama tek bir kelimesini dâhi hatırlamıyordum. Bu muazzam kariyerime sıfırdan başlamak zorundaydım. Önce şiir kitapları okumayı düşündüm. İyi şiir nasıl yazılıyor bilirsem beni kötüyü yazmaktan alıkoyar diye korktuğumdan okumaktan vazgeçtim. Bir ayın sonunda artık düşünmeyi bırakıp yazmam gerektiğine karar verdim ve ilk denemelerim ortaya çıktı.
Karanlık Solgun bir yaz günü
Kalbim üşüyordu ağrıyordu
Doktora gittim
Bana Arveles Parol yazdı
Demedi ki kalbinin ağrısı
Sevgiliye Yare duyduğun nefrettendir
İlk şiir denemem yüzümü güldürdü. Gerçekten çok kötü yazıyordum ama yeterince kötü değildi. Biraz daha zamana ihtiyacım vardı. Ya yazdıkça daha iyi şiirler yazmaya başlarsam, diye düşünmekten kalem oynatamaz olmuştum. Böyle böyle günler, haftalar, aylar geçti. Ben bir daha şiir yazmayı denemedim. Her gün ilk yazdığım şiiri okuyup daha kötüsünü nasıl yazabilirim diye düşündüm. ‘Nasıl iyi şiir yazılır?’ sorusunu araştırıp önerilerin tam tersini yapmayı düşündüm. Ve bir cesaret yeniden denemeye karar verdim.
Bana güneşli günler çok uzak
Çünkü biz kutuplardayız
Ben kuzeydeyim sen güneyde
Aramızda çok uzak mevsimler var
Sana gelmek için bir uçak kiraladım
Ama benzin yetmedi
Benzin parası için gökyüzünde keman çaldım
Yıldızlar para vermedi
Biraz da sen mi çabalasan acaba
Ben kuzeye dönüyorum
Yoldan da vazgeçtim senden de
Sen vazgeçmemiş olsan gelirdin elbet
Güneş yok diye mi gelmek istemedin
Canın cehenneme
Orada daha çok ısınırsın dua et
İkinci şiirimi daha saçma ve kötü buldum. Demek ki yazdıkça daha iyi yazılır diye bir kural yoktu. Sevindim. O günden sonra yazdıkça yazdım. Biraz iyi olduğunu düşündüklerimi ateşte yaktım. En kötü olduklarını düşündüklerimden de seçim yapa yapa sayıyı ikiye indirdim. Aldım elime kağıdı, yeniden baktım.
1
Yukarıda ay aşağıda toprak
Sağımda dağ solumda deniz
Olsun isterdim elbet
Ama çöldeyim
Çölden çıkmak için çok çabaladım
Deniz aradım bulamadım
Dönüp durdum kum fırtınasında
Keşke yanıma şemsiye alsaydım
Su ararken elektirik buldum
Telefonu şarj edince çok mutlu oldum
Haritaları açtım hemen
Bir de ne göreyim
Çöl sandığım okyanusmuş meğer
2
Bir çay bardağıyla
Karşılıklı konuşuyorduk
Sonra bir soda şişesi katıldı bize
Ardından terlik
Ve bir oyuncak araba
Aldım terliği elime
Kovaladım hepsini
Başım şişti sessizlikten
Radyo açtım bu yüzden
Susadım sonra
Ne çay bardağı vardı ortalarda
Ne de soda şişesi
Keşke dedim bir oyuncak arabam olsaydı
Üstüne atlayıp beni uçursaydı
Ne yaptımsa ben yaptım
Terliği giyip yol aldım
Yüzümde kocaman bir gülümseme oluştu. Dört tane çok kötü şiire sahiptim. Eminim bunlardan biri dünyanın en kötü şiiri olabilirdi. Geriye tek bir şey kalmıştı. Bu ünvanı birine onaylatmak. İlk ve tek aklıma gelen isim ilkokul öğretmenimdi. Daha önce o vermişti bana bu ünvanı, yine ona gidebilirdim. Adresi yoktu ama okula gidip bir şekilde öğrenebilirim diye düşündüm. Mezun toplantısı yapacağız gibi bahanelerle adresi almam zor olmadı. Evime çok yakın bir konumda oturuyordu.
Bir Salı sabahı elime dört tane şiirin olduğu dört kâğıdı alıp öğretmenimi ziyarete gittim. Kapıyı çalarken ufak bir tedirginlik yaşayıp üstümü başımı düzelttim. Tam da o an kendimi mutfak dolabındaki çatlak bardaklardan biri gibi hissettim. Ben kapıyı çalamadan arkamda biri belirdi.
“Siz kimsiniz?”
Şaşkınlıkla birkaç saniye ne diyeceğimi bilemeyip geveledim.
“Ben Necdet. Fikret hocaya gelmiştim.”
“Nereden tanırsınız?”
“Öğrencisiyim. Yani eski öğrencisi.”
“Demek hasta olduğunu duydunuz. Öğrencisinin geldiğine çok sevinecek. Genelde gelmezler.”
“Çok mu hasta?”
“Durumu kritik, doktor son günleri dedi.”
“Üzüldüm.”
“Ben kızıyım. İçeri geçelim. Ama lütfen canını sıkacak bir şey söylemeyin.”
Gerçekten üzülmüştüm. Birkaç dakika. Sonra geçti. Anılarımda ona dair iyi bir şeyler bulamıyordum. Belki de onunla ilgili tek iyi anım bugün olacaktı. Kadın kapıyı açtı ve beni içeriye buyur etti. Adımımı atar atmaz Fikret hocayı bir kanepede zar zor nefes alır vaziyette buldum. Bana sert ve anlamsız bakışlarla baktı. Sormasına fırsat vermeden cevapladım.
“Hocam ben Necdet. Çok eskiden öğrencinizdim. Nasılsınız?”
Cevap vermedi. Bakışları daha da sertleşti. Onu bu halde görmem hoşuna gitmemişti anlaşılan. Ben de rahatsız hissettim kendimi. Ayakta kaldığımı fark eden kızı oturmam için yer gösterdi. Kahveyi nasıl içeceğimi sordu. Sade, dedim. Babasına eğildi ve kocaman gülümsedi. O da gülümseyerek karşılık verdi. Demek bize gösterdiği sert yüzünün arkasında bambaşka biri daha vardı. Keşke dedim bize de zamanında böyle gülümseseydi.
Elimdeki kâğıtlara baktım. Kızı içeride kahve yaparken bu kâğıtları Fikret hocaya göstermem için çok az zamanım vardı. Direkt konuya girdim.
“Hocam siz bana zamanında dünyanın en kötü şiirini yazdığımı söylemiştiniz. Ben o gün günebakanın güneşten mahrum kalması gibi bir hisse kapılıp uzun süre kendi kabuğuma çekildim. Geçenlerde bu anı aklıma gelince çatlak bardak olmamak için bulduğum bir çözüm olarak dünyanın en kötü şiirini yazmaya karar verdim. Yazdım da. Elimde dört tane şiir var. Siz seçin, sizce hangisi dünyanın en kötü şiiri?”
Kâğıtları uzattım. Fikret Hocanın elini uzatıp da tutacak hali yok gibiydi. Bunu fark edince ben elimde kâğıtlarla kanepeye yanaştım. Tek tek şiirleri ona okudum. Midesi bulanır gibi bir şeyler oldu. Doğru yolda olduğumu anladım.
“Sizce hangisi hocam?”
Elimden kâğıtları güç bela aldı. Ben seçim yapacağını zannederken hepsini yeniden yüzüme fırlattı.
“Hepsi birbirinden kötü.” dedi zar zor nefes alırken. Sonra başı bir anda yana düştü. Kâğıtları attıktan sonra bir kağıt eline sıkışmıştı. İşte dedim, Fikret hoca bunu seçti. Ben kâğıdı elinden alırken kızı elinde kahve tepsisiyle içeriye geldi. Durumu anlayınca tepsi ellerinden kayıp gitti. Koşarak babasının üzerine kapandı. Fikret Hocanın kızının feryatları arasında oradan ayrıldım. Dışarıya çıktığımda yüzümde kocaman bir tebessüm vardı. Artık dünyanın en kötü şiirini yazan kişiydim.