Sanatın Anlamsız Anlamı

Hasan Hüseyin Tekin

Birinci Ay: Kötülüğün Peşinde

Ercan, kırk yaşında, İstanbul’un kıyısında tozlu bir apartman dairesinde yaşayan bir edebiyat öğretmeniydi. Yıllardır şiir yazıyordu, ama ne bir dergi ne de bir okur onun dizelerini ciddiye almıştı. Şiirleri ne göklere çıkarılıyor ne de yerin dibine batırılıyordu; sadece unutuluyordu. Bir akşam, kahve fincanıyla masasında pineklerken, bir sanat dergisinde bir ilan gördü: “Dünyanın En Kötü Şiiri Yarışması! Ödül: 100.000 TL ve kötü şöhret!”

Ercan’ın gözleri parladı. “İyi olamıyorsam, en kötüsü olurum!” dedi. Kedisi Misket, bu ani coşkudan ürküp koltuğun altına saklandı. Ercan, masasına oturdu, kalemini aldı ve kötü bir şiir yazmak için kolları sıvadı. İlk denemesi şöyleydi:

Kalbim bir soba, aşkın koru,

Seni görünce yanıyor boru.

Ercan kaşlarını çattı. “Bu iğrenç!” dedi sevinçle. Ama şiiri bir arkadaşına gösterdiğinde, arkadaş “Vay, bu endüstriyel aşkın yakıcı doğasını mı anlatıyor?” diye sordu. Ercan şok oldu. “Yok, sadece saçmaladım!” diye bağırdı, ama arkadaşı “Derin!” diyerek alkışladı.

İkinci Ay: Anlam Tuzağı

Ercan, kötü şiir yazmanın sandığından zor olduğunu fark etti. Ne kadar saçma yazsa da, insanlar ona anlam yüklüyordu. Bir şiir kulübüne katıldı, umudu berbat bir şey okuyup alay edilmekti. Şöyle bir şey yazdı:

Ay bulutta, bulut ayda,

Patates kızarır, aşkım hayda.

Okuduktan sonra salonda sessizlik oldu. Ercan, “Hah, şimdi yuhalayacaklar!” diye düşündü. Ama kulüp başkanı ayağa kalktı: “Bu, tüketim toplumunun absürtlüğüne bir gönderme! Patates, kapitalizmin sembolü!” Ercan çıldırdı: “Patates sadece patates!” Ama dinleyenler not almaya başladı, biri “Dadaist manifesto” bile dedi.

Ercan eve döndüğünde aynaya bakıp mırıldandı: “Sanat dünyası delirmiş. Kötü olamıyorum!”

Üçüncü Ay: Anlamsızlığın Peşinde

Ercan, strateji değiştirdi. “Madem anlam yüklüyorlar, tamamen anlamsız yazacağım!” dedi. İnternette “kötü şiir örnekleri” aradı, eski aşk şiirlerini karıştırdı ve o akşam, şu dizeleri yazdı:

Kuşlar yüzer, balık uçar,

Kalbim patlar, tik tak çar.

Bunu bir açık mikrofon gecesinde okudu. Dinleyiciler coştu: “Bu, varoluşsal bir çığlık! Tik tak, zamanın kaçınılmazlığı!” Ercan sahneden inerken bir sanat eleştirmeni ona kartvizit uzattı: “Sergide okumanız lazım, bu avangart!” Ercan kartı buruşturup attı. “Avangart değil, iğrenç olacaktı!”

Altıncı Ay: Doruk Noktası

Yarışmanın son teslim tarihi yaklaşıyordu. Ercan, “nihai kötü şiiri” yazdığını düşündü. Anlamsız, bozuk kafiyeli, gramer hatalarıyla dolu bir şey:

Deniz yeşil, gökyüzü kare,

Aşk bir patates, naber nabe.

Tik tok kalbim, hop hop beyin,

Saçmalık bu, lütfen sevmeyin.

Bu şiiri yarışmaya gönderdi. Göndermeden önce bir kafede okudu. Dinleyiciler ağladı. Biri “Bu, insanlığın anlamsızlıkla yüzleşmesi!” dedi. Ercan masaya kafasını vurdu: “Yüzleşme değil, sadece saçmalık!”

Yarışma günü geldi. Ercan şiirini okudu. Salon kahkahayla karışık bir alkış tufanına boğuldu. Jüri başkanı ayağa kalktı: “Bu, modern sanatın sınırlarını zorlayan bir başyapıt! Anlamsızlığın estetiği!” Ercan bağırdı: “Ama kötü olacaktı!” Jüri, şiiri ,sanatsal deha olarak nitelendirdi. Ercan öfkeden deliye döndü ve içinden mırıldandı: “Sanat dünyası her şeye anlam yüklüyor. ”

Sonuç: Anlamın İronisi

Ercan, yarışmayı kazanamamıştı ama parasıyla yeni bir defter aldı. Şiir yazmayı bırakmadı, ama artık ne iyi ne kötü yazıyordu; sadece yazıyordu. Şiiri internette viral oldu, “Patates Şairi” lakabı aldı. Sanat eleştirmenleri hâlâ onun dizelerini “varoluşsal” diye yorumluyordu. Ercan, Misket’e bakıp dedi ki: “Sanat, anlamsızlığa anlam yükleme oyunu. Ve ben bu oyunu kaybettim.”

Hikaye, Ercan’ın bir akşam yeni bir şiir yazmasıyla bitti:

Anlam yok, sadece kelime,

Sanat dediniz, düştüm çelime.

Ve tabii ki, bir eleştirmen bunu okudu ve dedi ki: “Bu, sanatın özüne bir başkaldırı!” Ercan sadece gülümsedi.