Dünyanın Sonu

Pınar Civelek

Ritmik şekilde pencereye vuran yağmuru izliyor bir yandan da düşünceden düşünceye sürükleniyordu. Havanın kötü olmasından mıdır bilinmez yüreğinde bir ağırlık, bir kasvet hissediyordu. O fark etmeden diline dolanan türkü, yağmur sesiyle birleşip duvarlarda yankılanıyordu. Sesi güzel olmayınca melankolik havayı bilgisayardan türkü açarak sürdürmek istedi.

Evdeki tek bilgisayar kardeşinin odasındaydı. Odasına gittiğinde kardeşi yoktu. Masasına oturup bilgisayarı açtığında karşısında bir ekran belirdi. Kırmızı fontta yanıp sönen yazıyı gördü: “DÜNYANIN SONU GELİYOR- 01.21.59”

Gördüğü ekran kaşlarını çatmasına sebep oldu. Kardeşinin oyunu açık unuttuğunu düşündü. Fareyi oynatıp ekrandan çıkmak istedi olmadı. Bilgisayarın güç tuşuna bastı kapanmadı. ESC tuşuna defalarca bastı olmadı. Rastgele tuşlara bastı yine hiçbir şey olmadı. Her deneyişi olumsuzlukla sonuçlanıyor, kalbindeki huzursuzluğu arttırıyordu. Kafası karışıyor, bilgisayarı şarja takıp çıkarıyor, anlamsız hareketlerde bulunuyordu. Dünyanın sonu geliyordu. Gerçekten geliyor muydu?

Kalbi yerinden fırlayacakmış gibi atıyor, soğuk soğuk terliyordu. Titreyen elleri klavyenin üstünde boş boş dolanıyordu. Ne olduğunu anlamadığı bu korku onu baştan aşağıya ele geçiyordu. Ekrandaki sayacın her geri sayımı onda bir şeyleri tetikliyor, panik atak krizine kadar sürüklüyordu.

“Hayır… Hayır, bu gerçek değil. Hayır…” Kendisinin bile duyamadığı sesi odada yankılandı. Yüreğindeki korkuyla ayağa fırlayıp bağırdı.

- Anne koş! Dünya yok olacak, Anne!

Ansızın bağıran oğlunu duyan kadının yüreği ağzına geldi. Koşarak oğlunun yanına gitti.

- Mert, iyi misin ne oldu?

Mert, sesindeki endişeyle bağırarak konuştu.

- Anne, dünyanın sonu geliyor, bir saat sonra dünya yok olacak.

- Ne saçmalıyorsun yine Mert? Allah seni iyi etsin. Ben de bir şey oldu sandım.

Mert kafasını sallıyor bu sefer de sinirlenmeye başlıyordu.

- Ya anne uydurmuyorum, baksana bilgisayara.

Kadın bilgisayara yöneldiğinde gördüğü yazı nefesini kesti. Elini göğsüne koyup okuduğunu anlamaya çalışıyordu.

- Bu ne demek oluyor?

Mert'in paniği ona da bulaşmıştı.

Onlar durumu idrak ederken sayaç olduğundan da hızlı geri saymıştı. Elli dokuz dakika on saniye kalmıştı dünyanın sonuna. Mert ve annesi bir süre ne yapacaklarını konuşmuşlardı.

- Anne babama söyleyelim.

Kadının yüzü birden sertleşti.

- Delirdin mi oğlum adamın kalbi var. Hık diye gider, Allah korusun.

Mert'in sesi daha da sertleşti.

- Ya anne ne diyorsun, zaten bir saate biz de gideceğiz. Adama söyleyelim de bari hazırlansın.

Kadın kaşlarını çatmıştı.

- Ne hazırlığı Mert? ‘Hadi kalk dünyanın sonu geldi montunu giy de gidelim’ mi diyeceğiz?

Sabırlar diledi Mert.

-Ya anne dalga mı geçiyorsun? Hazırlansın derken, ölüme hazırlansın. Bir tövbe etsin, şehâdet getirsin.

İkisi yüksek sesle tartışırken içeriye babası girdi.

-Ne oluyor yine bu evde? Sokakta bir tek bizim evden ses çıkıyor.

Mert babasının söylenmelerine aldırış etmeden lafa girdi:

- Baba dünyanın sonu geliyor! Çabuk bilgisayara bak.

Babası ağır adımlarla bilgisayara yaklaşıp monitöre odaklandı. O da aynı tepkileri vermişti. Kaşlarını çattı. Kırmızı yazı ve geri sayım, kalbinin ritmini bozdu. Başını çevirip karısının yüzüne, sonra Mert’in paniğine baktı. O an bunun sıradan bir şaka olmadığını hissetti. Kalbindeki sıkışmayı gizlemek için derin bir nefes aldı, sessizce yatağın kenarına oturdu. Söyleyeceklerini merak eden ikiliye dönerek sakince cevap verdi:

- Yapacak bir şey yok, olacak olan şimdi oluyor. Tövbe edelim. Helalleşelim.

O helalleşelim dediğinde kadın anlamıştı adamın yapacağı şeyi. İstemiyordu yapmasını. Hızla başını salladı. Kalbine yerleşen korku ölüm korkusundan daha büyüktü o ân. Adam kararlıydı, dinlemedi karısını.

- Mert, oğlum. Sana itiraf etmemiz gereken bir şey var. Şunu bil ki biz seni çok seviyoruz. Sen ne olursa olsun, nasıl olursa olsun bizim ilk göz ağrımızsın.

Mert duyduğu cümleler üzerine ne olduğunu anlayamadı. Neyin itirafı geliyordu? Kafası karışmıştı. Babası sözlerine devam etti.

- Annenle yeni evlendiğimiz zaman bizim çok borcumuz vardı. Borcun altından kalkamıyorduk. Gecelere kadar çalışıyordum, gün doğmadan tekrar işe gidiyordum. Bir gün amcan aradı. Bir tanıdıklarının çocuğu olmuş. Doğum esnasında karısını kaybetmiş. Adam hayli zenginmiş. Ama çocuğa bakmak istememiş. Çocuk ona ölen karısını hatırlatıyor diye yüz çevirmiş ondan. Demiş amcana var mı bir tanıdığın para karşılığında çocuğu onlara vereyim, gözleri gibi baksınlar ona. Kötülüğünü de istememiş çocuğun, nihayetinde karısının emaneti. Amcan bize geldi. Durumu anlattı. Biz çok düşündük annenle. Sonra kabul ettik. Seni bize verdiler…

Mert dünyanın sonunu düşündü. İnsan bedeni ölünce mi göçer dünyadan yoksa ruhu ölünce mi? Duyduklarını sindirmek kolay olmadı. Her bir cümle yankılandı durdu kafasında. Her biri keskin bir bıçak gibi yüreğine saplandı durdu. O saatten sonra ne babasının açıklama yapan sesini duydu ne de annesinin içli ağlayışlarını. Bomboş hissetti. Duvara sabitlenen gözleri hiçbir şeyi görmez oldu.

Ekranda yazan geri sayım on dakikaya düşmüştü. Kapı sesini duyduklarında evin küçük oğlu elindeki cips poşetleriyle içeri girmişti.

- Aa film mi başladı? World serisinin son filmi Dünyanın Sonu çıkıyor bugün. Bilgisayarı açtım, dondu kaldı öyle. Diyorum sana baba artık yenisini alma zamanı geldi.

Kırgın bir tebessüm yayıldı Mert'in yüzünde.

- Dünyanın sonu gelmedi de benim dünyamın bugün sonu geldi.