Son zamanları ağır geçmişti. Günler yavaşlamış sancı dolu bir hal almıştı. Ağrıları arttıkça geceler sabah olmaz sandı. Uykusuz geçen gecelerin sabahı gün bitmez oldu. Ne bir neşesi kalmıştı ne bir hevesi. Aziz aslında genç sayılacak bir yaştaydı. Kırklarının başındaydı. Devlet ananın şanlı subaylarındandı. Toprağı için durmadan dağ, tepe, mağara demeden gecesi gündüzü olmadan çalıştı. Çatıştı. Can aldı can verdi. Anadolunun köylerinden birinde bir ağa çocuğuydu aslen. Asker olmasına babası razı olmamıştı. Oğlu subaylık eğitimi almaya giderken sırtını dönmüş elini dahi vermemişti. Yine de kefil olmuştu oğluna. Ola ki bırakırsa tazminatı ödemek için. Keşke bıraksa razıydı ödeyeceği tüm paralara. Kansız, cansız ,çorak olan bu topraklara evladını vermek istemedi. Fakat gururundan önüne de duramadı.
Aziz günün batımını izlerken konağın penceresinden aklına gittiği akşam geldi. Ağaoğlu subay olmuş gidecekti. Elbette bir asker eğlencesi yapıldı. Gençler doluştu. Silahlar hiç susmadı. En çok sıkan en çok erkekti çünkü. Aziz de öyle sanırdı. Silah onun şerefi, erkekliğiydi. Yıllar silip attı bu düşüncesi. Silahların, sazın ve alkışların hiç susmadığı o akşam kına yakma vakti gelince bir sessizlik olmuştu. Köyün yaşlılarından olan Hayriye Aba bir ağıt yaktı. Sesi yaşlılıktan mı yılların getirdiği içinin yükünden bilinmez titreye titreye çıkmıştı. Onun sesinin titreyişi öyle içtendi ki herkesin yüreklerini titretmişti. Gözyaşları içinde anası Aziz’in kınasını yaktı. Önce avuçlarına sonra serçe parmağını kınaladı. Güzelce sardı oğlunun elini. Öptü. Kokladı. Kınanın ardından hızlı bir veda oldu. Hızla uğurlandı. Konağa girdi. Babasının sırtı dönüktü. Elini vermedi. Yüzünü dönmedi. Ses etmedi. Aziz Allah’a ısmarladık diyerek çıkmıştı. Hatırladıkça ağırlaşıyordu. Derince bir nefes çekmek istedi. Nefesi ciğerlerine batınca yarıda bıraktı. Sırtı biraz daha kamburlaştı.
Bedeni hastalıkla boğuştuğu bu dönemde ruhunun ne kadar hastalandığını fark etti. Aklından atamıyordu geçmişi. Kaçıyordu bir türlü. Askerliğinin ilk yıllarında dönmek aklının ucundan hiç geçmemişti. Sonraki yıllarda savaşa gönderilmişti. Tam on beş sene cephelerde geçti. Bir noktadan sonra kolaylaştı öldürmek. Kimi öldürdüğünün bir önemi yoktu. Niye öldürdüğünün de bir önemi yoktu. Kimle yan yana yürüdüğünün de bir önemi yoktu. Zamanla anlamını yitirdi. Zaman kendisini kaybetmesine neden oldu.
Her şey kötü gitmiyordu tabii. Parası çoktu. Parası çoğaldıkça böbürlendi. Savaştan sonra ara ara son model arabası ile gitti. Parasıyla övündü, rütbesi ile övündü, erkekliğini anlatmaya doyamadı. Babası her geldiğinde sırtı dönük oturdu. Hiç elini vermedi. Daha da hırslandı. Daha da kibirlendi. Kınalı kuzunun ellerindeki kan ağzının içine dolmuştu. Uzun süre gelmez oldu. Son vardığında Allah’a ısmarladık demedi babasına. Allah benimledir dedi kendinden emin şekilde. Zalimler kendinden pek emindir.
O son gidişinden sonra daha da gaddarlaştı. Astlarına acımasızca davrandı. Gündüzleri geceleri yok saydı. Aralarından bir tanesi vardı. Ona ayrı zulmetti. Aynı memlekettendiler. Er komutanının memleketlisi olmasına çok sevinmişti. Ona gurbet ellerde sahip çıkar sandı. Parlayan gözlerle baktı komutanına. Aziz bu erin kendisine hatırlattıklarından nefret etti aslında kendini gördü bundan nefret etti. Hiç acımadı. Sürekli ceza yazdı. Nöbet yazdı. Askerliğini uzattırdı da uzattırdı. Ne arama hakkı verdi ne ziyaretçi kabul ettirdi ne de mektup aldırdı yollattı. Erin anası ölüm döşeğindeyken dahi izin vermedi. Etrafındakiler bunun zulmünden korktuğundan ses edemediler. Gizlice bir mektup sokmuşlar öyle öğrenmiş anasının öldüğünü cenazeye gelmesi için istekte bulunmuşlar. Ona da izin vermemiş. Er bunu öğrendiğinde yine gece nöbetindeydi. Sessizce silahını aldı. Aziz komutanın karşısına dikildi. Namluyu ona doğrulttu.
- Ben senin kadar zalim olamam ama senin kendine zulmetmeni sağlayacağım
Silahı çekti. Aziz’in sağ eline sıktı. Serçe ve yüzük parmağı koptu. Aziz silahına davranamadan sol baldırına sıktı. Aziz yere yığılmıştı. Er ona iyice yaklaştı. Terliydi. Gözleri çatlamıştı. Suratının şekli bozulmuştu. Gülüyor ve ağlıyordu. Aziz’e parlayan gözlerle baktı. Bu suratı hiç unutmayacaksın dedi. Namluyu ağzına soktu. Tetiği çekti. Yüzü parçalanmış kafasının ardı patlamıştı. Aziz’in üstüne yığıldı. Kanı Aziz’in kanı ile karıştı.
Rütbesinin ve zalimiğinin hatrına olayın üstünü kapattılar. Askeriye içinde komutanına saldırıp kendini öldüren buhrana girmiş er olarak geçti haberler. Aziz zalimken mağdur oldu. Madalya taktılar. Tören düzenlediler. Onu şerefle emekli ettiler. Cepleri dolu bir ayağı ve bir eli sakat köyüne döndü. Babasının sırtı yine dönüktü. Elini vermedi. Aziz de uzanmadı. Anasının kınaladığı kanlı parmakları artık yoktu. Anasının kınalı kuzusu da artık yoktu. Aziz bunları gördü. Aynada gördü. O son bakışta erin gözlerinin içinde gördü. Sessizce odasına çekildi.
Konağın duvarları fısıldıyordu. Aziz bu fısıltıları duymazdan gelmeye çalıştıkça fısıltılar yükseliyordu. Anlayamıyordu sesleri. Birinden mi çıkıyordu bir hayvandan mı bilemiyordu. Ne zaman yatağa uzansa duvarlardan ona doğru gölgeler uzanıyordu. Gölgeler onu boğmaya geliyordu. Gözünü yumduğu an kikirdemeler, gıcırtılar duyuyordu. Birileri çığlık atıyordu. Aklını susturmaya çalıştıkça bir gölge başına dikiliyordu. Ona bakıyordu. Ayakta gözlerini aç aç gözlerini açsana burada olduğumu biliyorsun. Nefesimi kulaklarında hissediyorsun. Sesini yükseltiyordu. Ağırlığını artırıyordu. Aziz’in üstüne çıkmış onu eziyordu. Aziz sakat Aziz kımıldayamıyordu. Her gece kapısını kitlese de perdesini kapatsa da geliyordu. Çığlıklar uyanıyordu. Her kabusunda yalvarıyordu tetiği çekmemesi için. Ona yalvaranlar gibi yalvarıyordu. Aziz’in gün geçtikçe erimesine anası dayanamıyordu. Her türlü hacı hoca giren çıkan ocak bitmiyordu. Bir gün bir hoca geliyor şunu yedirin diyordu bir gün bir büyücü gelip ne olduğu belirsiz şeyler verip gidiyordu. Anası her şeyi dendi. Aziz iyi olacağına daha da elden ayaktan düştü. Aziz’in hastalığı içindeydi. Aziz vicdanın altında ezildikçe ezildi.
Bir gün bir adam geldi. Aziz’le yalnız kalmayı istedi ancak öyle tedavi edebileceğini belirtti. Adamla Aziz’i başbaşa bıraktılar. Adam havadan sudan konuşmaya başladı. Aziz duymuyordu.
- Senin hastalığın içinde. Yaptıklarının yükü ile yaşıyorsun komutan. Zalimler bir gün kendilerine de zulmederler. Yüzüme bak gözlerime bak
Aziz bu seste nefreti, öfkeyi, acıyı duydu. Yüreği huzursuzlandı. Kafasını kaldırıp baktığında o eri gördü. Yaşasaydı yaşlansaydı bu adama benzerdi diye düşündü. İçten içe bildi karşısındakini. Af diledi. Adam Aziz’e içinde ne olduğu belirsiz olan bir şişe verdi.
- Sen affedilmeyi hak etmiyorsun. Benim oğlum senin kadar zalim olamadı.
Adam gittikten sonra Aziz o gece daha da kötülendi ateşlendi. Babasını istedi. Yalvardı gelsin diye. Babası geldi. Aziz tüm mal varlığını erin ailesine verilmesini istedi sessizce kimseler duymadan. Aziz ere zalimlik yaptığını babasının bildiğini biliyordu. Elini istedi Aziz son kez. Babası Aziz kadar zalim değildi. Ona elini uzattı. Odadan çıktı. Aziz şişeyi içti. Sabah olmadan güneşten evvel doktor girdi. Her yerini muayene etti. Ölüm sebebini bir türlü bulamadı. Sordu Bu adam ölmezdi. Siz ne yaptınız? böyle. Yok muydu doktor, hekim ne kadar üfürükçü, dolandırıcı varda toplanmışsınız. Ölüm sebebine zalimlik yazmadı, cahillik yazmadı. Uzun süreli yataklı hasta yazdı. Kınalı Aziz, Subay Aziz, Zalim Aziz, Sakat Aziz… Aziz öldü gitti. Ardından ağıtlar yakıldı. Anası feryat figan ağladı. Babası konağın içinde sırtı dönük içli içli ağladı.