Ben Ağaç Mıyım?

İrem İlayda Karkı

Tüm yaşamın durduğunu hissettiğim ama tüm yaşamın akıp gittiği, duran tek kişinin ben olduğum bir gündü. Ben dururken her şey nasıl da akıp gidiyordu ve bu benim sinirlerimi nasıl da bozuyordu.

Sabah uyandığımdan beri koltukta oturuyordum. Kendi kendime gelen hiçbir aramayı açmamaya söz vermiştim. Hiç arayan da olmadı zaten. Hiçbir mesajı cevaplamamaya da söz vermiştim ama tahmin edileceği üzere hiç mesaj da gelmedi. Birkaç saat sonra öylece durmak canımı sıktı. Ağaç mıyım ben, ne yapıyorum, dedim kendime. Ağaç senden daha canlı diye kulağıma fısıldadı kendim. Sinirlendim, ne münasebet. Bak gör nasıl da dışarı çıkıyorum deyip kendimi yürüyüşe zorladım. Mutlu insanları görüp daha da sinirlenecektim ama olsun. Ağaç değilim ben. Beş dakika yürüdükten sonra yürümekten de sıkıldım. Yürüyüş yolundaki bir kamelyaya oturdum. Bir taraftan da kimse gelmez İnşallah diye dua ediyordum. İki dakika sonra gençten bir kız geldi oturdu. Pek muhabbet seven birine benzemiyordu, sevindim. Bu sevincim vücuduma hapşırıkla döndü. Hem de yüksek bir sesle.

“İyi yaşa abla. Dikkat et gribin ilerlemesin.”

Konuşmaz dediğim kız da ilk dakikadan konuşmuştu. Böyle ileri görüşlü olacaksın işte.

“Sağol. Grip değilim.”

“Ahh Ahh rahmetli amcam da inat etmişti grip değilim diye.”

“Gripten mi öldü?”

Şaşkınlıkla sorduğum bu soru ağzımdan çıkar çıkmaz kızdım kendime. Ne diye muhabbet açıyordum ki?

“Evet sayılır abla. Grip olmuştu, doktora gitmem diye inat etti.”

“Eee yani? Grip olan herkes de doktora gitmiyor ya. Geçer ama nasıl öldü ki?”

Merakım asosyalliğimin önüne geçmişti.

“Şimdi şöyle oldu abla. Karısı zorla bunu doktora götürmüş. Doktor ilaç yazmamış, hafif bir grip geçer birkaç güne demiş. Amcam zaten oraya gitmekten sinirli, doktor ilaç yazmayınca iyice sinirlenmiş. Kapıda yaşlı bir adamın sirke iç tavsiyesine uyarak eve gider gitmez karısından gizli sirkeyi başına dikmiş.”

“Sirke mi öldürmüş? Tamam bir anda sirkeyi çok içmek zararlı olur ama ölümcül olmaz gibi geldi.”

“Amcam da şaşırmış. Hanım sirke içtim ama bana bir şeyler oluyor demeye kalmamış yığılmış yere. Sonra apar topar doktora götürmüşler ama maalesef kurtarılamadı.”

“Allah rahmet eylesin. Üzüldüm. Doktor ne dedi peki?”

“Doktor da şansa ilk gittikleri doktormuş. ‘Bu adam ölmezdi. Siz ne yaptınız böyle?’ demiş. Eşi de sirke içmiş deyince sirke bu hale getirmez demiş. Meğer amcamın eşi sirke şişesine çamaşır suyu koymuş ve kendi de unutmuş.”

“Aaaa. Şimdi anladım. Başın sağolsun tekrardan. Üzücü bir olay.”

Hafif tebessümle karşılık verdi.

“Sağol abla. Bizim ailede çok böyle vaka. Duysan aklın şaşar.”

Aklım bu cümleyle bile şaşmıştı. Bir yanım yeter muhabbet etme diyordu, diğer yanım biraz daha anlatsana diyordu. Yine ve maalesef meraklı tarafım baskın geldi.

“Buna benzer derken, çamaşır suyu içme mi?”

Kız bir anda kahkaha attı.

“Yok abla çamaşır duyu değil de saçma nedenlerle ölümler. Bir tane daha anlatmamı ister misin?”

Çok isterim ama istemesem daha iyi aslında. Ben çok insan sevmiyorum güzel kız. İnsanlar da beni sevmez ama sen niye muhabbet ediyorsun şimdi benimle?

“Vaktin varsa olur.”

“Var var. Mesela benim rahmetli dayımda yüksek tansiyon vardı. Birinde çok yükselmiş ve evde düşürememişler. Doktora gitmişler, doktor da dil altı vermiş. Yarım saat içerisinde birazcık düşmüş. Dayım kendimi iyi hissediyorum deyince eve dönmüşler. Ama doktor tembihlemiş. İki saat sonra tekrar bu ilaçtan alın eğer düşmezse mutlaka hastaneye gelin, demiş. Eve gittikten bir süre sonra tansiyon yine fırlamış. Bir tane daha ilaç vermişler ama o da fayda etmemiş.”

“Doktora gitmemişler mi?”

“Yok abla gitmemişler. Ama sorun bu değil. Yani zaten tansiyon 15 falanmış yüksek ama ölümcül değil. Sadece rahatsız ediyormuş. Neyse bakmışlar düşmüyor doktora gidecekleri sırada komşunun biri tuzlu ayran içirin demiş. Eşi de itiraz etmiş o daha çok yükseltir diye ama komşu ısrarcı olmuş. Yükselsin ki sonra düşüşe geçsin, demiş. O an ne olduysa dayımın aklına yatmış bu.”

“Komşuya bak! Sanki depresyonda olan birine, en dibe çöktüğün anda yeniden yüzeye çıkacaksın diyor. Sağlık bu!”

“Ya sorma abla. Sonra tahmin edersin içirmişler tuzlu ayranı, sodayı, yedirmişler şekerli şeyleri tansiyon fırlamış. Fırlamış ama düşüşe de geçmemiş tabii. Hastaneye gidince doktor ‘Bu adam ölmezdi, ne yaptınız böyle?’ demiş.”

“Allah rahmet eylesin. Akıl alır gibi değil. Komşu ne yaptı sonra?”

“Sağol abla. Ne yapsın yüzsüz yüzsüz geldi baş sağlığı diledi. Sonra ailemle kavga ettiler mahkemelik oldular. Ama bir şey çıkmadı.”

“Anladım. Bu da çok üzücü bir hikaye. Üzüldüm senin adına.”

Muzip bir bakış fırlattı.

“Daha anlatmamı ister misin?”

“Yok artık! Dahası mı var?”

“Ohoooo abla neler neler. Teyzemin başına geleni de anlatayım mı?”

“Anlat o zaman. Madem vaktimiz çok.”

“Ah benim güzel teyzem. Rahmetli çok iyi bir insandı. Onun da muzdarip olduğu şey şeker hastalığıydı. Bir gün muhtemelen hastalıktan kaynaklı bayılmış. Şekeri düştü diye baygın halde şekerli su, meyve suyu vs verip durmuşlar.”

“Baygın baygın nasıl içirmişler ki?”

“Aslında tam baygın değil de yarı baygınmış. Tam kendine gelecek gibi oluyormuş meyve suyu içiriyorlarmış iyice toplasın diye. Zavallım da boğulmamak için yutuyormuş. En son tamamen bayılınca doktoruna götürmüşler. Doktor hemen müdahale etmiş ama maalesef kurtaramamış.”

“Dur tahmin edeyim. ‘Bu kadın ölmezdi. Siz ne yaptınız?’ demiş.”

“Aynen abla öyle demiş.”

“Ne diyeyim bilmiyorum. Şaşkınım ve çok üzgünüm. Allah rahmet eylesin.”

“Sağol abla. Ben de çok kızdım zamanında ama ne yapalım işte hayat kalanlar için yaşanıyor bir şekilde.”

“Öyle tabii, öyle.”

Diyecek bir şey bulamıyordum. Artık başka hikaye anlatmasını da istemiyordum. Yüreğim kaldırmayacaktı daha fazlasını.

“Abla sana kuzenimin başına geleni de anlatayım mı?”

“Hayır hayır lütfen. Ben daha fazla şok olmak istemiyorum. Allah ona da rahmet eylesin.”

“Hıııı yok o ölmedi.”

“Şükür demek ölümün olmadığı hikayelerin de var. Sevindim. Ama ben kalkayım artık. Memnun oldum tanıştığımıza.”

Ben ayaklanınca elini uzattı.

“Ben Bahar abla.”

Mecbur elimi uzattım.

“Hayat ben de.”

“Aaaa ne güzel ismin var. Hayat dolusundur sen şimdi. Ben de sana ölüm hikayeleri anlatıp durdum.”

Böyle deyince gülmeden edemedim.

“Evet evet sorma. Hadi kendine iyi bak Bahar.”

“Görüşürüz abla sen de.”

Ben çantamda kulaklık ararken o da oldukça kalın, üniversite ders kitabı olduğunu tahmin ettiğim bir kitap çıkarıp masanın üstüne koydu. Merakıma yenik düşüp yine sordum.

“Hangi bölümde okuyorsun?”

Yine muzipçe bir bakış attı.

“Tıp.”

Bunun üzerine ikimiz de orada gülümsedik. Başarılar, deyip ayrıldım. Eve gidince koltuğuma oturdum ve öylece pencereden dışarıyı izledim. Sonra tüm gece zihnimde dönüp duracak olan o soru geldi aklıma. Hikayeler gerçek miydi yoksa kitaptan çalıştığı konulardan karma hikayeler mi anlatmıştı bana?

Ertesi gün ve sonraki gün, hatta ondan sonraki gün de o kamelyaya gidip Bahar’ı bekledim. Gelmedi. Cevaplayamadığım o soruyu da diğer cevaplayamadıklarım gibi zihnimde rafa kaldırdım. Sonra gittim koltuğuma oturdum, eski ve tanıdık bir soruyla. Ben ağaç mıyım?