Ev, gecenin sessizliğine gömülmüştü. Duvar saatinin tik takları, eski ahşap evin içindeki tek sesti. Yaşlı kadın odasında yatıyordu. Alzheimer hastalığı, onun zihnini her gün biraz daha karartıyor, hatıraları yavaş yavaş çekip alıyordu.
Ailesi uzun zamandır onun unutkanlığıyla mücadele ediyordu. En büyük sorun ilaçlardı. Kadın, “Ben ilaçlarımı aldım mı?” diye defalarca sorar, cevabı beklemeden kutuyu açar, yeniden yutardı. Defalarca yaşanmıştı bu. Bir keresinde ilacın fazlasını alıp günlerce halsiz dolaşmıştı. Sonunda aile, çareyi ilaçları ondan saklamakta bulmuştu. Artık komodinin üzerinde hiçbir kutu yoktu. Oğul ve gelin, saatleri takip ediyor, kadına yalnızca gerekli dozu veriyorlardı.
Torun, o gün okuldan geç dönmüştü. Yorgun görünüyordu ama yüzünde garip bir gerginlik vardı. Birkaç aydır içine kapanmış, odasında uzun saatler geçirir olmuştu. Ailesi onun ergenlik sıkıntısı yaşadığını düşünüyor, üstüne çok gitmiyordu. Oysa torunun dünyasında kimsenin bilmediği bir sır vardı: uyuşturucu. Arkadaşlarından gördüğü, denemek için başladığı, sonra bırakamadığı bir alışkanlık… Yanında küçük bir paket, içinde de birkaç hap taşıyordu.
Akşam eve girerken bu paket ona yük gibi geldi. Kendi odasında bıraksa annesi bulabilirdi. Çantasını alıp sessizce babaannesinin odasına bıraktı. “Nasıl olsa fark etmez. Alzheimer işte… Hem kim ne arar onun odasında?” diye düşündü. O an verdiği kararın ağırlığını, yalnızca saatler sonra anlayacaktı.
Gece yarısına doğru, yaşlı kadın uykusundan uyandı. Zihni karışmış, zaman algısı darmadağındı. “Ben ilacımı aldım mı?” diye mırıldandı. Komodinin üzerinde hiçbir şey yoktu. Oysa gözüne çarpan torunun çantası vardı. Kadıncağız, çantayı ilaç kutusu sandı. Fermuarını açtı, içinden bir hap aldı. Suyla yuttu.
Bir süre sonra odanın havası değişti. Kadının gözleri parladı, yüzünde tuhaf bir rahatlama belirdi. Gülümsedi. Alzheimer’ın sisli dünyasında bile nadir görülen bir hafiflikti bu. Kendi kendine mırıldandı, eski şarkılardan birkaç kelime söyledi. Kafası güzelleşmişti ama farkında değildi. Sonra yatağına uzandı ve uyudu. Evde herkes de çoktan uykuya dalmıştı.
Sabah olduğunda işler değişti. Kadın yatağında tuhaf sesler çıkarıyordu. Nefesi ağır, vücudu halsizdi. Yüzü solgun, dudakları morarmıştı. Gelin koşarak odaya girdi, ardından oğlu. Panik içinde bağırışlar yükseldi. Hemen doktor çağırıldı.
Doktor kısa sürede geldi. Kadının yanına oturdu, nabzını kontrol etti, gözlerine baktı. Nefes zor, kalp atışları zayıftı. Çaresizce ailenin telaşlı bakışlarına döndü. Kadının durumunun bu kadar kötüye gitmesine şaşırmış gibiydi. Çünkü tıbben bildiği kadarıyla bu hastalık öyle kolay kolay ölüm getirmezdi.
Derin bir nefes aldı, başını salladı. Sesi yorgun ama sertti:
— Bu kadın… ölmezdi. Siz… ne yaptınız?
Oda buz kesildi. Oğlu ve gelin birbirlerine baktılar. “Biz bir şey yapmadık” der gibi savunmasız bir ifade vardı yüzlerinde. Gerçekten de ellerinden geleni yapıyorlardı; ilaçları saklıyor, her şeyi kontrol altında tutmaya çalışıyorlardı. Doktorun sözleri onları yaraladı. Ama cevap veremediler.
Torun ise o anda taş kesildi. Kalbi hızla çarpmaya başladı. Doktorun söylediği cümle, göğsünde yankılandı. “Bu kadın ölmezdi… Siz ne yaptınız?” İşte cevabı yalnızca o biliyordu. Çantasını babaannesinin odasına bırakmasaydı… O hap orada olmasaydı… Babaannesi o gece yanlışlıkla onu yutmasaydı… Şimdi hâlâ yaşıyor olacaktı.
Genç çocuk, dudaklarını ısırdı, gözlerinden yaşlar süzüldü. Ama sesini çıkaramadı. Kimseye bir şey söyleyemedi. İçinde koca bir sır, göğsünde yıkılmış bir dünya vardı. Doktor, kadını kurtarmak için elinden geleni yapıyordu, ama genç torun biliyordu: hiçbir çaba fayda etmeyecekti.
Kadın birkaç saat sonra son nefesini verdi. Ev sessizliğe gömüldü. Oğlu annesinin elini tutarken ağladı, gelin gözyaşlarına boğuldu. Doktor başını öne eğip çıkıp gitti.
Odaya ağır bir suçluluk havası çöktü. Fakat en büyük yük, köşede sessizce oturan torunun omuzlarına bindi. Çünkü gerçeği sadece o biliyordu. Ölümün sebebi Alzheimer değildi, doktorun ima ettiği ihmal de değildi. Ölümün sebebi, kendi sırrıydı.
O an genç çocuk, hayatının en ağır gerçekle yüzleşti: bir tek hata, hem kendi hayatını hem de en sevdiği insanın yaşamını yok etmişti.
Doktorun sözleri hâlâ kulaklarında çınlıyordu:
“Bu kadın ölmezdi. Siz… ne yaptınız?”
Ve torun, cevabını kendi içinde fısıldadı:
“Ben yaptım…”