Ne Olduğu

Hacer Noğman

Sabahın köründe yolu tutmuş kimseye görünmemek için hızlı hızlı mahallelinin öğle vakti arı oğulu gibi olduğu kahvenin önünden geçiyordu, şimdi o kadar milletin içinden geçse hiç değilse illa biri nereye gittiğini soracaktı, birisi babana selam söyle diyecekti, birisi şu poşetlerden birini tutuver diyecekti ya da dolmuşlardan biri kornasına basarak yoldan çekil der gibi elini ona doğru sallayacaktı. Bu saydıklarımın hiçbiriyle muhatap olmak istemediği için işrak vakti çıktı yola, ah keşke kapanmasaydı o patika yollar da oralardan sakince gitseydim diye Allah dua ettirmesin bana, diye geçirdi içinden. Düşüncelerinin karmaşıklığı düşündüğü cümlelerin devrikliklerinin altında ezildi büzüldü.

O son paylaşımı yapmayacaktı. Yapmayacaktı ki şimdi yollara düşmeyecekti. Irkının ne olduğunu öğrenemiyor muydu ya şu internetten, soyu sopu bile ta iki yüz sene öncesine gitmiyor orda, ne soyu, ne sopu, rum çıkmadığına şükretsin, hele ermeni çıkmadığına şükür namazı kılsın, aman millet ne derse desindi, o musun bu musun, Müslüman değil miyiz canım, ne önemi var, ama o Allah’ın çiyanı oğlan onu öyle sinir etmişti ki, zihninde Ednan beyin sesi yankılanıyordu, Allah herkesi ıslah etsindi, amin.

Kimseciklere görünmeden, en azından bunu umarak, gideceği yere gitti. Methini yine onu buraya düşüren sosyal medya platformunda duyduğu adamın evinin dibinde buldu kendini. Kanını aldırdı, alın dedi, alın bana ne olduğumu söyleyin, Allah aşkına, uyku gözlerime geceleri girmiyor, çok dertliyim, dokunsan ağlayacak gibi olmaya çalışıyordu. Buna bir cevap verin de, gitsin takır takır klavyesiyle yazsın ben buyum buyum diye, ermeni değilim desin ya da ne olmak istemiyorsa. Methini duyduğu adam onu içeri buyur etti, kanından aldı, evinin arka arka odalarından birinde, çok gizemli olmayan ama abuzer kömürcünün mekânından hallice tuhaflıkta bir odada kanını aldı, tut dedi pamuğu verip. Eli de ne hafifmiş dedi, tam hemşire olmalıymış bu adam, diye düşündü aldığı kanı götürürken.

Bizimki birkaç dakika tek kaldı oracıkta, pamuğu tutmaktan kolu ağrıdı, cebine attı pamuğu. Kalktı yerinden, bastığı ahşap ses yapınca duraksadı, birkaç saniye sonra adam yanında bitiverdi. Ne ermenisin ne de rum, dedi. Bizimki hayretle gözlerine baktı. Kaygısını ona söyleyip söylemediğini hatırlamaya çalışıyordu. Düşündükçe göz bebekleri büyüdü. Bu adam ecinni miydi neydi, olduğu yerde donakaldı. Kekemeledi, ben çıkayım diyemedi bir türlü. Girdiği kapıdan çıkmak istediğinde adam yolundan çıkmadı. Bizimkinin kolundaki iğne acısı kendini belli etmeye başladı, Allah’ın cezası, bu yoktu daha demin. Çıksam mı acaba, diyebildi sadece. Adam yolundan çekildi. Tabiri caizse topukladı bizimki. Gerisin geriye evin yolunu tuttu. Olum, insansın işte, Müslümansın, de diye kurcalıyorsun gerisini, belanı mı arıyorsun, adamın ne olduğu belli değil…

Kendine söylene söylene eve geldi, yolda onu kim durdurmuş, ona kim soru sormuş, ona kim korna çalmış… hiçbirini hatırlamıyordu. Bilgisayarını açtı ve başladı takır tukur yazmaya.