1. Bölüm – Hurdanın Çocuğu
Bir zamanlar yeryüzü şehirlerle, fabrikalarla, ışıltılı kulelerle doluydu. İnsanlık, teknolojiyi dizginleyememişti; üretim hiç durmamış, tüketim hiç azalmamıştı. Enerji savaşları, çöp krizleri, kimyasal sızıntılar… En sonunda dünya yüzeyi bir metal çöplüğe dönmüştü.
Devletler, kurtuluşu göğe yükselmekte buldu. Devasa dronlar ve mıknatıs kuleleriyle hurdaları topladılar, onların üzerine yeni bir şehir kurdular: Aurelia.
Gökyüzünde yüzen bu ada, kendini “insanlığın saf mirası” olarak ilan etti. Oraya yalnızca seçilmişler, yani Safkanlar kabul ediliyordu. Geriye kalanlar ise “çözülen, yozlaşmış, kirli kanlılar” olarak aşağıda bırakıldı. Zamanla onlar Çözkünler adıyla anıldı.
Aşağıda yaşayan Çözkünler için dünya, dev bir mezarlıktı. Paslı gövdelerin arasında nefes alan insanlar, yaşam değil, yalnızca hayatta kalma mücadelesi veriyordu. Çocuklar açlıktan ölmesin diye anneler paslı tenekelerde yağ biriktiriyor, babalar kırık devre kartlarından bakır teller söküp ateşte eritiyordu.
Kael’in ailesi de bu kayıp halkın bir parçasıydı. Babası hurda toplayarak, annesi atık suları süzerek yaşıyorlardı. Ama yılların yorgunluğu üzerlerine çökmüştü. Artık tek kaygıları oğullarıydı: O, bizim yaşadığımız hayatı yaşamamalı.
O gün yine açlık dayanılmaz bir hâl almıştı. Pas yığınlarının arasında yürürlerken gökyüzünde bir uğultu yükseldi. Her ay birkaç kez olduğu gibi, Aurelia’nın toplayıcı dronları iniyordu. Bu dronlar hurdaları alıyor, seçilen metalleri yukarı taşıyorlardı. Çözkünler için bu an korkunun olduğu kadar umudun da zamanıydı: çünkü bazen, hurdayla birlikte yukarı taşınan şeyler, orada değer buluyordu.
Baba, dev kancaların gökyüzünden inişini izlerken bir karar verdi. Yüzü kararlı ama gözleri yaşlıydı.
— “Biz burada çürüyüp gideceğiz. Ama o… O belki orada yaşayabilir.”
Anne bir an dondu.
— “Onu elimizle mi bırakacağız? Ya fark ederlerse? Ya öldürürlerse?”
— “Burada yaşamasına izin verirsek zaten ölecek.” dedi baba, sesi çatallı.
İkisi de suskunlaştı. Hemen yanlarında eski, paslanmış bir nakliye kasası vardı. İçinde kablolar, paslı dişliler vardı ama boşluğa da yer bırakıyordu. Baba kapağı açtı, anne ise Kael’i kollarına aldı. Çocuğun gözleri meraklı, dudakları açlıktan kupkuruydu.
Anne eğildi, oğlunun saçlarını okşadı.
— “Kael… Eğer şanslıysan yukarıda seni biri bulacak. Belki doyar, belki güler, belki de hiç görmediğimiz bir hayat yaşarsın.”
Çocuğun küçük elleri annesinin parmaklarını bırakmak istemiyordu. Annenin gözlerinden yaşlar süzüldü ama babanın bakışı onu itti. Birlikte Kael’i kasanın içine yerleştirdiler. Baba kapağı kapatırken içinden bir dua mırıldandı; artık oğullarını gökyüzüne teslim ediyorlardı.
Uğultu yaklaştı. Dev kanca aşağı indi, kasayı kavradı. Demirin gıcırtısıyla kasa havalandı. Kael’in gözünden sadece aşağıda küçülen iki silüet görünüyordu: annesi dizlerinin üzerine çökmüş, elleri göğe kalkmış; babası yumruklarını sıkmış, gözlerini kısmıştı.
Onların çığlıkları motor uğultusu arasında kayboldu. Kasa gökyüzüne doğru yükselirken, paslı ufuk yavaşça ardında kaldı.
İlk defa ışığı gördü Kael. Aşağıda karanlık, yukarıda parlayan bir cennet.
Ama kimse bilmezdi ki, o gün göğe çıkan yalnızca bir çocuk değil, aynı zamanda gelecekte şehrin en büyük fırtınasını başlatacak bir sırdı
.
2. Bölüm – Gökteki Çocuk
Toplayıcı dronların getirdiği her yük, önce Ayıklama Merkezlerine indirilirdi. Burada metal ve elektronikler sınıflandırılır, organik atıklar imha edilirdi. Yükler üzerinde ise her zaman şirketin gönderdiği bir Denetleyici Müdür bulunurdu.
O gün vardiyada olan müdür, sıradan bir hurdalık kasasının tarayıcılar tarafından “organik canlılık” uyarısı verdiğini gördü. Normal prosedür açıktı: organik unsur doğrudan yakılarak yok edilmeliydi. Fakat bu defa tereddüt etti. İçeriden gelen ses, bir çocuğa aitti.
Müdür, emirleri çiğneyip kasayı açtırdı. Karşısına çıkan şey, pas içinde, açlıktan zayıflamış ama gözlerinde hâlâ parlayan merakla bakan bir çocuktu. Çalışanlar paniğe kapıldı:
— “Efendim, bu bir Çözkün artığı. Derhal imha etmeliyiz!”
Ama müdür cesaretini toplayarak düşündü:
“Bunu yok edersem prosedürü uygulamış olurum. Ama patron… Patron farklı bir şey görebilir.”
O, Aurelia’nın en büyük hurda şirketinin başı olan Veyran Orthis’e bağlıydı. Veyran, kural tanımazlığıyla, alışılmadık kararlarıyla biliniyordu. Bu yüzden müdür, çocuğu gizlice korumaya aldı ve ertesi gün bizzat patronun huzuruna çıkardı.
Veyran Orthis, şehrin en büyük kulelerinden birinin zirvesinde yaşıyordu. Serveti, şehrin neredeyse üçte birine hükmediyordu. Ama bu ihtişamlı hayatta büyük bir eksiklik vardı: hiç çocuğu olmamıştı. Yıllarca tedaviler denemiş, genetik merkezlere başvurmuştu. Ama sonuç hep aynıydı. Çocuk sahibi olamamanın yarattığı boşluk, onun tek kırılgan yanına dönüşmüştü.
Denetleyici Müdür çocuğu karşısına çıkardığında, Veyran önce sert bir bakış attı.
— “Prosedürü bilmiyor musun? Organik buluntu imha edilir.”
Müdür korkuyla başını eğdi:
— “Biliyorum efendim… Ama bu bir çocuk. Ve ben düşündüm ki, belki siz—”
Veyran susmuştu. Çocuğun gözlerine baktı. O pas içinde titreyen bakışlarda korkudan çok, yaşama isteği vardı. Ve o an içindeki baba olma özlemi, her kuralı susturdu.
— “Onu bana bırakın.” dedi.
— “Ama efendim, Safkan kanıyla hiçbir ilgisi—”
— “Artık ilgisi var. Çünkü o, benim oğlum olacak.”
Böylece Kael’in kaderi çizildi. Resmî kayıtlarda, o artık Veyran’ın oğluydu. Bulunduğu kayıtlardan silindi , dosyaları kapatıldı. Çocuğun kökenini yalnızca Veyran ve müdür biliyordu.
Veyran için bu yalnızca bir merhamet anı değildi. Aynı zamanda derin bir kişisel motivasyondu:
“Kan ne olursa olsun, ben onu Safkan yapacağım. Onu büyütüp zirveye taşıyacağım. Kan değil, terbiye belirler kim olduğunu.”
Ama bir gün bu sır, Kael’in damarlarından kendini hatırlatacaktı…
3. Bölüm – Büyüyen Saf Kan
Veyran ona bir baba gibi sahip çıktı ama sevgisini hiçbir zaman yumuşak bir dokunuşla ya da şefkatli sözlerle göstermedi. Onun sevgisi disiplinin, katı eğitimlerin ve sürekli uyarıların arasına gizlenmişti. “Unutma Kael,” derdi, “Safkan olmak ayrıcalık değil, sorumluluktur. Sen sıradan bir çocuk değilsin. Sıradan bir hatan bile sana yakışmaz.” Bu sözler küçük bir çocuğun zihnine ağır gelse de, Kael babasının gözünde değerli kalabilmek için içten içe kendini daha çok zorladı.
Okulda da aynı disiplinle karşılaştı. Her sabah sınıfta ayağa kalkılır, eller göğse konur ve hep bir ağızdan “Kanımız temiz, ruhumuz kutsaldır. Biz göğün çocuklarıyız,” diye haykırılırdı. Kael bu sözleri herkesten daha gür sesle söyledi, çünkü gerçekten buna inanıyordu. Arkadaşları onu Veyran’ın oğlu diye işaret eder, bazen kıskanır, bazen de örnek alırlardı. O ise kendini daha en başından farklı, hatta onlardan üstün görmeye başlamıştı.
Ders kitaplarında Çözkünler insan değil, “yarı böcek” gibi çiziliyordu. Öğrenciler onların resimlerini gördükçe kahkahalar atıyor, defterlerine onları ezilmiş böcek gibi karikatürize ediyorlardı. Kael bu alaylara her zaman katıldı, bazen en yüksek sesi o çıkardı: “Böcekler çöplüğe, Safkanlar göğe!”.
Veyran’ın siyasetteki konumu Kael’in büyüme biçimini daha da keskinleştirdi. Büyük salonlarda yaptığı konuşmalarında halka seslenirken Kael onu hep en ön sıradan izledi. Babasının sesi yankılandıkça göğsü kabarır, onun oğlu olduğu için gururlanırdı. “Biz göğün çocuklarıyız!” diye haykırırdı Veyran, “Çözkünler ise yerde sürünen böcekler! Safkanlık Tanrı’nın armağanıdır ve onu korumak her birimizin görevidir!” Kael bu sözleri ezberledi, kendi inancıymış gibi sahiplendi.
Bir gün Veyran ona siyasetin özünü açıklamaya çalışırken şunu söyledi: “Kael, siyaset kalabalıklara gerçeği anlatmak değildir. Onlara neye inanmaları gerektiğini öğretmektir. Safkanlık bir kan meselesi değil, bir inanç meselesidir. Bizim işimiz, bu inancı diri tutmak.” Kael bu sözleri tam anlamasa da, içine derin bir şekilde işledi. O günden sonra kendini yalnızca bir öğrenci gibi değil, geleceğin bir taşıyıcısı gibi görmeye başladı.
Şehirde hayat dışarıdan bakıldığında kusursuz görünüyordu ama Kael büyüdükçe onun altındaki çatlağı da fark etti. Çoğunluğu elinde tutan Kutsal Saflık Partisi, Aurelia’yı adeta bir kutsal şehir gibi yönetiyordu. Asker, medya, din onların buyruğundaydı. Tapınaklarda rahipler her hafta halka aynı vaazı veriyordu: “Safkan kanı Tanrı’nın nurudur. Çözkün kanı ise Tanrı’nın lanetidir.” Buna karşı çıkan küçük bir topluluk vardı, kendilerine İnsancıl Hareket diyorlardı. Çözkünlerin de insan olduğunu savunuyorlardı ama seslerini duyuracak ne güçleri ne de mecliste koltukları vardı. Halk onlara ya hain ya da deli gözüyle bakıyordu.
Kael bütün bu atmosferin içinde büyüdü. Çocukluğundan beri duyduğu her söz, izlediği her görüntü ona Safkanlığın mutlak bir gerçek olduğunu öğretti.
Bölüm 4 – Gençlik ve Yükseliş
Kael, çocukluktan çıktığında artık ergenliğe adım atmıştı ve Veyran onu çoktan Aurelia’nın elit eğitim kurumlarına kaydettirmişti. Burada eğitim, sadece akademik bilgiye değil, aynı zamanda Safkan ideolojisinin derinlemesine içselleştirilmesine odaklanıyordu. Tarih derslerinde Safkanların üstünlüğü, savaşlarda ve politik zaferlerde sürekli vurgulanıyor, Çözkünler ise hep zayıf ve yozlaşmış olarak anlatılıyordu. Kael, bu anlatımları sorgulamadan, aksine kendini onlarla kıyaslayarak gurur duyuyordu.
Veyran her zaman ona şunu hatırlatıyordu: “Sen Safkansın, yalnızca kendi için değil, tüm Safkan soyunun onuru için de çalışmalısın.”
Fiziksel eğitimler de disiplinin bir parçasıydı. Kael, sabahın erken saatlerinde kaldırılıyor, koşular, dayanıklılık ve dövüş eğitimleriyle gününü dolduruyordu. Bu zorluklar, onu hem güçlü hem de iradeli kılmıştı. Veyran’ın gözüne göre, bir Safkan yalnızca zihinsel olarak değil, bedensel olarak da üstün olmalıydı. Kael, zamanla bu sert programı bir ayrıcalık olarak görmeye başladı; çünkü diğer çocuklar aynı olanaklardan yoksundu ve o, seçilmiş olduğuna inandıkça, kendi üstünlüğüne dair inancı pekişiyordu.
Veyran, oğlunu sadece fiziksel ve zihinsel olarak değil, politik olarak da yetiştiriyordu. Ona şehir yönetimini, propaganda tekniklerini, halkı etkilemenin yollarını öğretiyordu. “Siyaset, gerçeği anlatmak değil, halkın neye inanması gerektiğini öğretmektir,” derdi. Kael, her dersin ardından babasının sözlerini içselleştiriyor, her adımında bir lider olarak düşünmeye başlıyordu. Veyran onun üzerindeki baskıyı hafifletmez, aksine her başarıda yeni bir beklenti ortaya koyardı; çünkü onun gözünde, Safkanlar asla tatmin olmamalıydı.
Aynı dönemde Aurelia’da politik ortam giderek gerginleşiyordu. Kutsal Saflık Partisi çoğunluğu elinde tutuyor, medya ve dini kurumlarla halkın çoğunluğunu etkilemeye devam ediyordu. Ancak İnsancıl Hareket, her ne kadar gizli ve küçük bir grup olsa da, zaman zaman dikkat çeken eylemler yapıyordu. Kael, bunları duydukça öfke ve tiksinti ile tepki veriyor, bu grubu kendi zihninde “yok edilmesi gereken tehditler” olarak kodluyordu. Veyran’ın öğrettiği gibi, bir Safkan için kökenden bağımsız olarak doğru olan, inancı korumaktı; Kael’in inancı ise Safkan üstünlüğüne dayanıyordu.
Bu yıllarda Kael, Veyran’ın yanında hem evlat hem de geleceğin politik varisi olarak şekilleniyordu. Akademideki başarıları, fiziksel güçleri ve babasının yönlendirdiği ideolojik eğitim, onu elitlerin en gözde gençlerinden biri yapmıştı. Kendini Safkan olarak görmek, onun kişiliğinin merkezine yerleşmişti.
Bölüm 5 – Politikaya Adım
Kael, akademideki üstün başarıları ve Veyran’ın rehberliği sayesinde çok genç yaşta Aurelia’nın yönetim mekanizmalarına adım attı. Veyran, oğlunu yalnızca fiziksel ve zihinsel olarak değil, aynı zamanda politik olarak da şekillendirmişti; Kael artık elit çevrelerde tanınan, sözleri ciddiye alınan bir gençti. Devlet kademesinde ilk görevi, şehrin alt bölgelerindeki yönetim denetimiydi. Burada, Safkan elitlerin gücüyle ezilen Çözkünlerin yaşam koşullarını doğrudan gözlemledi; ama gözleri, propaganda tarafından şekillendirilmiş bir zihinle, onların “düşük ve tehditkar varlıklar” olduğuna inandırılmıştı.
Veyran’ın gölgesi, Kael’in her adımında yanındaydı. Babası onu sürekli uyarıyor, stratejiler öğretiyor ve politik manevraları bizzat gözlemletiyordu. Kael, her görevde hem zekasını hem disiplinini kanıtladı, hem de elit çevrelerdeki saygınlığını pekiştirdi. Ancak şehirde gerilim giderek artıyordu. İnsancıl Hareket, küçük ama etkili eylemlerle şehrin üst sınıflarına gözdağı veriyordu; bu eylemler çoğunlukla propaganda malzemesi olarak Safkanların eline geçiyordu. Kael, her eylemi duyduğunda öfkeyle tepki veriyor, bunu kendi yükselişi ve politik hamleleri için bir fırsat olarak görüyordu.
Veyran, oğluna bir gün açıkça söyledi: “Unutma Kael, gücünü sadece kendi çıkarın için değil, Safkan soyunun geleceği için kullanacaksın. Halkın gözünde biz kutsal bir ırkız; onları yönlendirecek olan sen olacaksın.” Kael, bu sözleri içselleştirdi ve her fırsatta İnsancıl Hareket’in varlığını halkın gözünde tehlike olarak sundu.
Bir gün Veyran, devletle olan bir çıkar çatışmasında geri adım atmayınca, beklenmedik bir şekilde öldürüldü. Resmî açıklamalara göre ölüm, İnsancıl Hareket’in bir eyleminin sonucu olarak yansıtıldı; ama gerçekte Veyran’ın siyasetteki sert duruşu, devletin kendi iç hesaplaşması nedeniyle son bulmuştu. Kael bu gerçekle yüzleşmedi; ölümün sorumluluğunu ezilmişler üzerine yıkan devlet propagandası, onun öfkesini ve kararlılığını daha da körükledi.
Veyran’ın ölümünden sonra Kael, Safkan elitler arasında hızla yükseldi. İlk büyük politik çatışması, İnsancıl Hareket’in küçük bir sabotaj girişimiyle patlak verdiğinde oldu. Kael, halkın gözünde “Safkanları koruyan bir lider” olarak ön plana çıktı ve yeteneklerini sadece yönetim değil, aynı zamanda propagandayı yönlendirmek için kullanmaya başladı. Bu süreçte Kael’in zekası, hırsı ve Safkan ideolojisine olan inancı birleşerek onu hem güçlü hem de acımasız bir politik figür haline getirdi; ezilenlerin yaşam koşullarını daha da zorlaştıracak yasaların yolunu açacak bir konuma geldi.
Bölüm 6 – Güç ve Öfke
İlk olarak, ezilen Çözkünlerin yaşam koşullarını daha da kısıtlayan yasaları uygulamaya koydu. Onların çalıştığı bölgelerde güvenlik önlemleri artırıldı, izinsiz toplanmaları yasaklandı, eğitim ve sağlık hizmetlerine erişimleri ciddi şekilde kısıtlandı. Kael, devletin medyası ve dini kurumlarla işbirliği yaparak halkın gözünde her hareketini haklı gösterecek propaganda mekanizmalarını güçlendirdi. “Ezilenler, kaosu ve tehlikeyi temsil ediyor; onları kontrol etmek, şehrin güvenliği için şart,” diye tekrar tekrar tekrarlıyordu.
Bu yasaların etkisiyle, Çözkünler yasal yollarla kendilerini savunamaz hale gelmişti. Ancak onların iç yapısı oldukça organize ve dirençliydi. İnsancıl Hareket’in lideri, yaşlı ama keskin zekâlı bir adam olan Malren, şehrin bu zor zamanlarında topluluğunu gizlice yönlendiriyordu. Malren, halka zarar vermeyen, sembolik eylemlerle dikkat çeken bir strateji izliyordu; elektrik sistemlerini geçici olarak kesmek, merkezi meydanlara mesaj bırakmak gibi eylemlerle elitleri provoke ediyordu. Yanında ise kızı Liora vardı; genç, cesur ve kararlı bir kadın, babasının politik vizyonunu sahada uygulayan en önemli yardımcısıydı. Liora, özellikle genç Çözkünleri örgütlü tutuyor ve eylemlerin planlanmasında aktif rol alıyordu.
İlk olarak bazı devlet binalarının elektrik sistemlerinde küçük sabotajlar gerçekleşti; ışıklar kesiliyor, bilgi sistemleri geçici olarak devre dışı kalıyordu. Kael bu eylemleri duyduğunda, halkın gözünde onları bir tehdit olarak yeniden şekillendirdi ve öfkesini daha da politik hamlelerle kanalize etti. Ardından, Liora’nın liderliğinde yapılan daha görünür eylemlerle, şehrin bazı meydanlarına afişler ve hologramlar yerleştirildi: “Biz de buradayız. Sesi duyulan biziz.” Kael, medyada bunları abartarak, Çözkünleri “böcek gibi sinsice çoğalan bir tehdit” olarak sunmaya devam etti.
Kael’in yükselişi, onu Veyran’ın öğrettiği her şeyin doğruluğuna daha da inandırdı. İnsancıl Hareket’e duyduğu öfke, onun Safkan ideolojisine olan inancını pekiştirdi ve halkın gözünde onu bir kahraman, Çözkünler için bir kabus haline getirdi. Her hamlesi hem güç hem de korku yaratıyordu. Öte yandan Malren ve Liora, sürekli olarak yeni stratejiler geliştiriyor, halkın sessiz desteğini arkalarına alıyorlardı. Her eylem, Kael’in politik zekâsını test ediyor ve onu daha acımasız kararlar almaya zorluyordu.
Böylece Kael, hem Safkan elitlerin gözünde güç kazandı, hem de Çözkünler arasında sembolik bir düşman olarak yükseldi. Malren’in liderliği ve Liora’nın cesareti, Ezilenlerin direncini canlı tutuyor; Kael’in ise bu dirence karşı her hamlesi, onun politik acımasızlığını pekiştiriyordu. Bu dönem, Kael’in hem yükselişinin hem de şehirdeki gerilimin hızla tırmandığı süreç olarak tarihe geçti.
Bölüm 7 – Kanın Gerçeği
Kael, şehirdeki güç ve etkisini iyice pekiştirmiş, İnsancıl Hareket’e karşı halkın gözünde bir kahraman olarak yükselmişti. Ancak, gerilim hâlâ artıyordu ve Kael’in politik zekâsı, yeni bir hamle gerektiriyordu. Meclise sunduğu yasa tasarısı, Safkanların üstünlüğünü daha da kesinleştirmeyi amaçlıyordu: “Kanında %10’dan fazla Çözkün kanı olan herkes uçan şehirden hurdalığa sürülecek.” Kael, kendi saf kanına olan inancıyla bu yasa tasarısını hazırladı; çünkü onu hem halkın gözünde örnek yapmak hem de gelecekteki politik hamlelerde öncü olarak göstermek istiyordu.
Tasarı mecliste tartışmaya açıldığında, bazı üyeler daha insancıl bir yaklaşımı savundu ve yasa aleyhinde itirazlarda bulundu. Kael, tartışmalar sırasında sessizce kendi özel doktoruna kan testi yaptırmak için gizli bir yöntem istedi; sadece kendi saflığını kanıtlamak ve tasarıda öncü rolünü göstermek niyetindeydi. Test sonuçları gelene kadar Kael, yasa üzerinde baskısını sürdürdü, medyayı ve propaganda kanallarını kullanarak halkın öfkesini Çözkünlere yönlendirdi.
Ancak sonuçlar geldiğinde Kael’in dünyası yerle bir oldu: test, onun %100 Çözkün soyuna sahip olduğunu gösteriyordu. İlk şokla doktorun ofisine koştu ve sonuçların gizli kalmasını, kimseye açıklanmamasını istedi. Doktor, Kael’i karşısına alarak, “Sen de ezilmişlersin. Bu gerçeği inkar edemezsin,” dedi. Kael, kelimelere dayanamadı. İçinde biriken öfke, gurur ve utanç bir anda patladı. Eline aldığı neşteri doktorun üzerine savurdu ve öfkeyle onu delik deşik etti ve siyasi gücüyle kimseye fark ettirmeden olayın üstünü kapattı.
O andan itibaren Kael’in hayatı geri dönülmez biçimde değişti. Safkan olduğuna dair tüm inancı kırılmış, kendi kimliğinin temelinin altüst olduğunu öğrenmişti. Bu şok, Kael’i hem kendi kökleriyle yüzleşmeye hem de şehirdeki gerilimi daha da tırmandırmaya hazırladı.
Bölüm 8 – Darbenin Gölgesi
Kael, kan testinin sonucuyla sarsılmış ve içsel bir çelişkiyle boğuşurken, Aurelia’nın alt bölgelerinde Çözkünler de kendi stratejilerini hızlandırmıştı. Malren ve kızı Liora, devletin içinde gizli istihbarat ağları kurmuş, sadık Çözkün gençleriyle bilgi toplamaya başlamışlardı. Bu gençler, Safkanların kendilerini “böcek” olarak gördüğünü bilerek hareket ediyor, dikkat çekmeden toplantılar düzenliyor ve halkın güvenini kazanacak küçük yardım faaliyetleri yürütüyorlardı. Ama amaç sadece yardım değildi; devletin yozlaşmış ve kirli çamaşırlarını ortaya çıkarmak ve Kael’in uygulamaya koyduğu yeni kan yasasına karşı bir plan geliştirmekti.
Çözkünler, Veyran’ın ölümünden sonra devletin içindeki boşlukları fark etmişti. Güvenlik protokollerinde ve kayıt sistemlerinde açıklar tespit ederek, gizli veri ve belgeleri hacklemeye başladılar. Malren’in önderliğinde, bazı devlet kayıtlarına erişerek yasaların ardındaki gerçek niyetleri, elitlerin çıkar çatışmalarını ve halkın gözünden kaçan kirli detayları ortaya çıkarmak için çalışıyorlardı. Liora, genç istihbaratçılara liderlik ediyor, Kael’in yasasının uygulanmasının ne kadar yıkıcı olacağını ve halkın tepkisini ölçüyordu.
Çözkünler yalnızca savunma pozisyonunda değildi; aynı zamanda Kael’in kan yasasının meclisten geçmesini, şehri çalkalayacak bir darbe fırsatına çevirmeyi planlıyorlardı. Topladıkları istihbarat ve hackledikleri kayıtlar, elitlerin sırlarını ortaya çıkaracak, devletin çürümüş taraflarını halka ve diğer muhalif gruplara açacak potansiyele sahipti. Liora’nın önderliğinde genç Çözkünler, sabırla ve dikkatle hazırlık yapıyor, her hamleyi Kael’in bir sonraki adımına göre hesaplıyordu.
Kael ise hiçbir şeyin farkında değildi. İçsel çatışmasını bastırmak istiyordu. Ancak gerçekte, bu süreç hem onun hem de şehrin kaderini değiştirecek bir dönüm noktasının başlangıcıydı. Kael’in en büyük zaafı, kendi kökeninden habersiz olması, Çözkünlerin ise stratejik zekâsı, şehri yaklaşan bir fırtınaya hazırlıyordu.
Bölüm 9 – Çatışmanın İlk Kıvılcımı
Aurelia’nın alt bölgelerinde Çözkünler sessizce hareket halindeydi. Liora’nın önderliğinde genç istihbaratçılar, devletin kayıt sistemlerini hackleyerek yasa tasarısının ardındaki çıkar çatışmalarını ve yolsuzlukları ortaya çıkarmışlardı artık . Amaçları sadece yasayı engellemek değil, aynı zamanda darbe planlarının ilk adımını atmaktı.
İlk ciddi çatışma, şehrin elektrik şebekesine yapılan koordineli saldırıyla başladı. Bazı kritik bölgelerde ışıklar kesildi, güvenlik kameraları devre dışı kaldı.. Halkın gözünde tehdit büyüdü; mecliste, Çözkünlerin haklarını tamamen kısıtlayan yeni önlemler hızla tartışılmaya başlandı.
Malren ve Liora, Kael’in sert politik hamlelerine karşı daha büyük bir strateji kuruyordu. Hackledikleri kayıtlar, yalnızca yasa ve yolsuzlukları değil, Veyran’ın ölümünü ve devletin karanlık iç yüzünü de içeriyordu.
Böylece şehir, hem mecliste hem de alt bölgelerde bir gerilim denizinde yüzüyordu. Kael’in sunduğu yasa tasarısı , sadece politik bir hamle değil, aynı zamanda bir savaş başlatacak kıvılcım hâline gelmişti.
Bölüm 10 – Kayıtların Ardındaki Sırlar
Belgelerin içinde, yıllardır halka ve elitlere gizlenmiş detaylar vardı. En dikkat çekeni, Veyran’ın ölümüyle ilgili gizli dosyalardı. Resmî açıklamaların aksine, belgeler Veyran’ın bir siyasi anlaşmazlık ve çıkar çatışması sonucu öldürüldüğünü ortaya koyuyordu. İnsancıl Hareket’in eylemleriyle ilgisi olmadığı, tamamen devletin iç hesaplaşmaları nedeniyle hayatını kaybettiği belgelerde açıkça belirtilmişti. Bu keşif, Çözkünler arasında büyük bir şaşkınlık yarattı; yıllardır üzerine yıkılan suçlamalar tamamen yalanlanıyordu.
Aynı zamanda hacker ekip, Kael’in doktor cinayetiyle ilgili bazı ipuçlarına da ulaştı. Belgeler, doktorun ölümünün resmi olarak kalp krizine bağlanmış gibi gösterilmesine rağmen, olayın araştırmalarının üst düzey yetkililer tarafından kapatıldığını ortaya koyuyordu. Soruşturma belgeleri, cinayetin hemen ardından meclis ve elit çevreler tarafından hızlıca denetlenmiş ve kayıtlar değiştirilmişti.
Malren ve Liora, bu kayıtları inceledikçe, devletin ne kadar derin ve sistematik bir şekilde gerçeği gizlediğini fark ettiler. Kael’in geçmişiyle ilgili herhangi bir bilgiye rastlamadılar; sadece Veyran’ın ölümünün asıl nedenini öğrenmiş oldular. Bu, onlara stratejik bir avantaj sağlıyordu: Kael’in politik hamleleri ve öfkesi, aslında yanlış bilgiler üzerine kurulmuştu.
Çözkünler, bu yeni bilgilerle bir yandan planlarını şekillendiriyor, diğer yandan şehrin üst katmanlarında bilinçli bir şekilde yayılan yalanları ve yozlaşmayı ortaya çıkarmak için hazırlık yapıyordu.
Şehirdeki gerilim yavaş yavaş tırmanıyor, Çözkünler de her yeni keşifle planlarını derinleştiriyordu. Bu bölüm, hem Kael’in geçmiş cinayetinin üstünün nasıl kapatıldığını hem de Veyran’ın gerçek ölüm nedeninin ortaya çıkmasını detaylandırıyor.
Bölüm 11 – Gerçeği Zorla Çıkarmak
Kael, son zamanlarda içini kemiren huzursuzluk ve şüpheleri hâlâ kabullenemiyordu. Kendi geçmişiyle ilgili sorular zihnini işgal ediyor, Safkan kimliğine olan inancı ile sezgisel şüpheleri arasında gidip geliyordu. Kael, gerçeği öğrenmek ve kafasındaki boşlukları doldurmak için Veyran’ın uzun yıllar yanında çalışan müdüre gitmeye karar verdi. Müdür, Kael’in çocukluğunu, hurdalıkta bulunduğu günleri ve Veyran’ın onunla olan ilişkisini iyi biliyordu.
Müdüre sorularını sordu: “Beni nerden bulduğunuz, o gün ne oldu? Veyran bana her şeyi anlattı mı? Yoksa bir şeyi benden sakladınız mı?” Müdür, Kael’in bakışlarındaki keskinliği fark etti ve tereddütle yanıt verdi; bazı detayları bulanık bırakıyor, bazılarını gizlemeye çalışıyordu. Kael, müdürün tereddütlerini anında fark etti ve sesi soğuk ve tehditkâr bir hâle geldi: “Beni kandırmaya veya gerçekleri saklamaya çalışırsan, bunun bedelini ödersin. Şimdi bana her şeyi anlat!”
Müdür, Kael’in kararlı ve tehdit dolu tavrına dayanamayarak tüm gerçeği açıkladı. Veyran, Kael’i hurdalıkta bulmuş, Safkan elitler arasında onu yetiştirmişti. Kael, Veyran’ın öz oğlu değildi; bir baba şefkatiyle sahiplenilmiş, fakat gerçek kökeni hiçbir zaman kendisine anlatılmamıştı.
Bu açıklama Kael’in iç dünyasını altüst etti. Yıllardır Safkan elitlerin ideolojisine, kendi gücüne ve kutsal olduğuna inandığı hayatının temeli sarsılmıştı. İçinde bir öfke, hayal kırıklığı ve ihanet duygusu bir araya geldi. Kael, hem Veyran’a hem de geçmişe karşı karmaşık bir duygusal yıkım yaşarken, artık hem politik hem de kişisel motivasyonları anlamsız kalmıştı.
Bölüm 12 – Boşluğun ve Vicdanın Sesi
Kael, artık gerçeği tamamen kabullenmişti. Veyran’ın onu sahiplenmiş olması ve yıllardır Safkan elitler arasında yetiştirilmiş olması, tüm inançlarını ve hayatını temelden sarsmıştı. Yıllardır öfke ve güçle doldurduğu yaşamının, aslında kendi kökeni ve gerçek kimliğiyle hiçbir ilgisi olmadığını fark etti. Bu farkındalık Kael’i derin bir boşluğa düşürdü; kendini sorguluyor, geçmişteki her eylemini ve inandığı ideolojiyi yeniden değerlendiriyordu.
Özellikle meclise sunmayı planladığı kan tasarısı, Kael’in aklından çıkmıyordu. Tasarının geçmesi için yalnızca bir ay kalmıştı ve Kael, her geçen gün vicdanının sesini daha güçlü duyuyordu. Halkın öfkesini Çözkünlere yönlendirme çabaları, artık ona yanlış ve acımasız geliyordu. Kael, Safkan elit ideolojisinin kör bir şiddete yol açtığını ve masum insanları cezalandırdığını fark etti.
İçindeki boşluk ve suçluluk duygusu, Kael’in kalbini yavaş yavaş yumuşatıyor, merhamet ve vicdanın ilk tohumlarını ekiyordu. Hatırladığı tüm öfke ve hırs, şimdi yerini sorgulama ve düzeltme arzusuna bırakıyordu. Kael, yanlışlarını anlamış, adaletsiz politikaları durdurma isteğiyle yanıp tutuşuyordu. Artık sadece güç için değil, gerçekten doğru olanı yapmak için hareket etmek istiyordu.
Bu süreç Kael’i hem kırılgan hem de daha insan hâline getiriyordu. İçsel boşluk, ona geçmişteki hatalarının ağırlığını hissettirirken, vicdanın sesi yol gösterici olmaya başlamıştı. Kael, artık hatalarını düzeltmek ve masumların acısını hafifletmek için bir yol arıyordu. Meclisteki yasa tasarısının geçmesine bir ay kalmıştı ve bu süre, Kael’in hem kendi içsel dönüşümü hem de şehrin geleceği için kritik bir dönemeç olacaktı.
Bölüm 13 – Şok ve İfşa
Bu sırada Çözkünler, Kael’in içsel çatışmasını bilmeksizin, devletin kirli sırlarını açığa çıkarmak ve kamuoyunu uyarmak amacıyla bir plan yürütüyordu.
Kael’e, Çözkünler tarafından gizli bir e-posta gönderildi. Mesajda, yıllardır resmi kayıtlarda manipüle edilen ve Veyran’ın ölümüne dair gizlenen gerçekler yer alıyordu: Kael’in babası, devlet ile bir çıkar çatışmasına girdiği için öldürülmüştü. Kael, yıllardır inandığı resmi yalanın ve medyada sunulan propagandanın ötesinde, babasının ölümünün gerçek sorumlularını öğrenmiş oldu.
Bu bilgi Kael’in dünyasını bir kez daha sarstı. İçinde zaten var olan boşluk ve vicdan sorgusu, şimdi derin bir öfke, keder ve ihanet duygusuyla birleşti. Yıllarca yaşamının, Safkan elit ideolojisiyle şekillendiğini, babasının ölümünün ise manipülasyon ve yalanlarla örtüldüğünü fark etti.
Bölüm 14 – Gizli Toplantı Talebi
Kael, babasının ölümünün gerçek sebebini öğrendikten sonra derin bir boşluk içindeydi. Kan tasarısının mecliste oylanmaya yalnızca bir ay kalması, onu temkinli ve hızlı hareket etmeye zorluyordu.
Kael, Çözkünlerle gizlice iletişim kurmaya karar verdi. Onların geçmişteki planlarından habersiz olduğu gibi, kendi kökeni hakkında da hiçbir bilgiye sahip değillerdi. Kael, gizli bir e-posta aracılığıyla Çözkünlere ulaştı ve bir toplantı talep etti. Mailde, güvenli bir mekân ve zamanı Çözkünlerin belirlemesini istedi; amaç sadece bilgileri toplamak ve şehrin geleceği için doğru adımları atmak olarak ifade edilmişti.
Bu hamle, Kael için bir stratejiye dönüşüyordu. Toplantı, onun meclisteki yasa tasarısını durdurmak için yapacağı hamlelerde kritik bir rol oynayacak, aynı zamanda Çözkünlerin yaklaşımını ve planlarını gözlemlemesine olanak sağlayacaktı. Kael, bu gizli iletişimle politik olarak en doğru adımları atmanın zeminini hazırlıyordu.
Bölüm 15 – Arka Sokaklarda Buluşma
Kael, gizli toplantı teklifini iletmiş ve Çözkünler tarafından belirlenen mekânda, şehrin arka sokalarında, neredeyse unutulmuş bir hücre evine gitmişti. Burası, şehirdeki parıltılı uçan adanın ihtişamından tamamen uzaktı; metal boruların, eski ekipmanların ve sarkıt lambaların oluşturduğu kasvetli atmosfer, Çözkünlerin yıllarca kendilerini gizleyerek plan yapmalarına uygun bir yerdi. Kapıdan içeri girdiğinde, gözleri hemen odadaki insanların yüzlerine takıldı. Yüzlerdeki öfke ve dikkat, Kael’in kalbinde bir yerleri sarsıyor, mahcubiyet ve suçluluk duygusunu derinleştiriyordu.
Toplantı sessizlikle başladı. Kael, odadaki gergin havayı kırmak için derin bir nefes aldı ve yavaş, dikkatle kendi hikayesini anlatmaya başladı. Hurdalıkta bulunması, Veyran tarafından Safkan elitler arasında yetiştirilmesi, yıllarca inandığı ideolojinin temelsizliği ve nihayetinde babasının ölümünün ardındaki gerçekler… Kael, her detayı, her hatasını ve yıllar boyunca kendi kimliğine dair bastırılmış öfkesini dile getirdi. Konuştukça, gözlerinden birkaç damla yaş süzüldü; kendini mahcup ve suçlu hissediyordu. Konuşmasının sonunda, artık Çözkünlerin tarafında olmak ve hatalarını telafi etmek istediğini net bir şekilde ifade etti.
Malren’in kızı, Kael’in sözlerini duyunca kaşlarını çattı ve soğuk bir sesle karşı çıktı: “Sana inanacak kadar aptal değilim. Bunlar, bir anlık pişmanlık ve kelimelerle dolu bir gösteriden ibaret olabilir.” Ancak Malren, sessizce Kael’i izledi ve onun samimiyetini fark etti. Deneyimi ve bilgeliğiyle, Kael’in içten bir şekilde pişmanlık duyduğunu ve geçmişteki hatalarını düzeltmek istediğini anladı.
Lider, toplantının esas amacını açıkladı. Meclisteki yasa tasarısına yalnızca günler kalmıştı ve Çözkünler, tasarının geçmesini önlemek için büyük bir ifşa planı yürütüyordu. Tasarının içeriği, %10’dan fazla Çözkün kanı olan herkesin uçan şehirden sürülmesini öngörüyordu. Eğer geçerse, masum insanlar cezalandırılacak ve Çözkünler daha da ezilecekti. Plan, sadece bilgilerin açığa çıkarılmasıyla değil, halkın gözünde bu zulmü net bir şekilde göstermekle yürütülecekti.
Kael’in rolü kritikti. Malren, Kael’den, devlet içindeki gücünü ve etkisini kullanarak, basın açıklamasını tüm medya kanallarında ve şehirdeki ekranlarda yapmasını istedi. Kael’in açıklaması, ifşanın halk tarafından duyulmasını sağlayacak ve tasarının geçmesini engelleyecekti. Açıklamanın yapılması, tasarının oylanmasına yalnızca bir gün kala gerçekleşecek ve Kael’in cesareti, vicdanı ve güvenilirliği, halkın öfkesini adil bir şekilde yönlendirecekti.
Toplantıda ayrıca, Çözkünler planın detaylarını paylaştı: bilgi sızdırma yolları, medya kanallarına ulaşım ve Kael’in meclisteki konumunun sağladığı avantajlar konuşuldu. Kael, her detayı dikkatle not aldı; her plan, hem onun kendi içsel sorumluluğunu hem de şehrin geleceğini şekillendirecek bir araçtı.
Toplantının sonunda Kael, artık tamamen Çözkünlerin yanında olma kararlılığıyla odadan çıktı. İçinde hala suçluluk ve pişmanlık vardı, fakat bu duygular, onu eyleme geçmeye ve hatalarını telafi etmeye hazır bir lider hâline getirmişti.
Bölüm 16 – Basın Açıklamasına Hazırlık
Kael, Çözkünlerle yaptığı toplantıdan sonra, basın açıklamasına hazırlanmak için yoğun bir çalışmaya girdi. Mecliste yasa tasarısının oylanmasına yalnızca bir gün kalmıştı ve her detayın kusursuz olması gerekiyordu. Evine çekildi, odasında yalnız başına plan yaptı.
İlk olarak konuşma metnini hazırladı. Sözlerini dikkatle seçiyor, halkın öfkesini adaletsiz tasarıya yönlendirecek şekilde düzenliyordu. Kael, kelimelerinin sadece devletin yanlışlarını açığa çıkarmasını değil, aynı zamanda halkın güvenini yeniden kazanmasını da sağlayacağını biliyordu. Her cümle, yıllarca inandığı ideolojiyi sorgulayan ve vicdanın sesini duyuran bir mesaj taşımalıydı.
Hazırlık sürecinde Kael, medyanın gücünü de hesapladı. Tüm büyük ekranlar, yayın kanalları ve sosyal medya kanalları üzerinden konuşmasının tüm şehre ve halkın gözlerine ulaşacağını düşündü. Görüntüsünün, duruşunun ve sözlerinin etkili olması için her detayı prova etti. Aynı zamanda Çözkünlerin verdiği bilgileri tekrar gözden geçirdi; tasarının tehlikelerini ve devletin baskıcı politikalarını vurgulamak için stratejik noktaları işaretledi.
Kael, kendi içsel durumunu da kontrol etmek zorundaydı. Suçluluk, pişmanlık ve yılların yüklediği öfke bir aradaydı; bunları dengeleyerek konuşmasında samimiyet ve otoriteyi aynı anda yansıtmalıydı. Saatler boyunca prova yaptı, konuşmayı yüksek sesle tekrar etti, mimiklerini ve jestlerini gözlemledi.
Hazırlık süreci boyunca Kael, yalnızca bir politik eyleme değil, aynı zamanda kendi içsel dönüşümüne odaklanıyordu. Vicdanının ve hatalarının farkına varmış bir şekilde, halkın önüne çıkacak ve yanlışları ifşa edecek bir lider olarak hazırlandığını biliyordu. Konuşmanın gücü, sadece kelimelerde değil, Kael’in kararlılığı ve samimiyetinde yatıyordu.
Bölüm 17 – Şüphe ve Araştırma
Devletin üst düzey bir yetkilisi, rutin veri kontrolleri sırasında Çözkünler’in bazı bilgilerinin sızdırıldığını fark etti. Bu durum, sistemin güvenliğini ciddi şekilde tehdit ediyor ve yetkilide derin bir şüphe uyandırıyordu. Hemen kapsamlı bir araştırmaya girişti; her türlü dijital iz ve veri akışını detaylı olarak incelemeye başladı.
Çözkünler arkalarında ne yazık ki bir iz bırakmışlardı ve yetikli bu sızılan cihazı tespit etti ve bilgisayar sistemlerine sızarak dijital izlerini inceledi. E-posta kayıtlarına ulaştığında, Kael’in Çözkünlerle gizli görüşmeler gerçekleştirdiğini ve planlar yürüttüğünü fark etti. Bu bilgi, yetkilide büyük bir alarm yarattı; Kael’in uzun süredir devletle bağlantısını tamamen gizlediği ve kendi içinde başka bir amaç doğrultusunda hareket ediyor olabileceği şüphesini güçlendirdi.
Araştırma süreci boyunca yetkili, Kael’in hem devlet içindeki gücünü hem de stratejik konumunu yakından analiz etti. Kael’in Çözkünlerle temasını ve bu bilgileri gizleme biçimini inceleyerek, onun hareketlerini takip etmenin aciliyetini anladı.
Bölüm 18 – Devletin Gözü Üzerinde
Kael, Çözkünlerle iş birliğini gizli tutarak hazırlıklarını sürdürürken, devletin üst düzey yetkilisi onun hareketlerini yakından izlemeye başladı. Kael’in bilgisayarına sızan yetkili, gönderdiği e-postaları, gizli mesajları ve toplantı koordinasyonlarını tek tek inceledi. Kael’in Çözkünlerle sürekli iletişimde olduğunu ve onların yaklaşan büyük bir ifşa planını yürüttüğünü fark ettiğinde, durumun ciddiyetini hemen kavradı.
Yetkili, Kael’in sadece geçmiş hatalarını telafi etmekle kalmadığını, aynı zamanda devletin kritik bilgilerini ifşa edecek bir operasyonun merkezi figürü hâline geldiğini gördü. Kael’in planının, yasa tasarısının oylanmasına bir gün kala tüm şehirde büyük bir etki yaratacağını anlaması, yetkilide hızlı ve kapsamlı önlemler alma ihtiyacını doğurdu.
Devlet, Kael’in bilgisayarındaki kayıtları ve iletişimleri analiz ettikçe, onun tüm eylemlerinin planlı ve organize olduğunu fark etti. Her mesaj ve eylem, Çözkünlerin ifşa operasyonunun bir parçasıydı. Bu nedenle yetkili, Kael’in hareket alanını daraltmak için hem dijital hem de fiziksel önlemler almaya başladı: bilgisayar sistemlerine daha fazla denetim, Kael’in çevresindeki kişilerin gözetimi ve iletişim ağlarının takibi gibi adımlar devreye sokuldu.
Kael ise bu sürecin farkında değildi. Hazırlıklarına devam ediyor, basın açıklaması ve ifşa için son provalarını yapıyordu. Devletin gözünün her adımını takip ettiğini bilmeden, Kael’in planı giderek daha kritik bir noktaya yaklaşıyordu.
Bölüm 19 – Son Perde: Gölge ve Kurşun
O gün gelmişti . Şehrin merkez meydanı, uçan adanın parıltılı gökyüzüne rağmen karanlık bir gerginlikle doluydu. Binlerce kişi, Kael’in basın açıklamasını dinlemek için toplanmış, dev ekranlar ve medya kanalları canlı yayına geçmişti. Kael, kürsüye doğru yürürken her adımı hem kararlılık hem de içsel bir huzursuzlukla doluydu. Yılların suçluluk, pişmanlık ve vicdan yükü, şimdi tek bir an için toplanmıştı; açıklamanın yapacağı etki, hem halkı aydınlatacak hem de Çözkünlerin ifşa planını gerçekleştirecekti.
Kürsüye çıktığında Kael, mikrofonu eline aldı, gözleri kalabalığın üzerinde gezindi. Her bakışta, yıllarca inandığı ideolojinin yalanları ve babasının ölümünün gerçeği canlanıyordu zihninde. Konuşmasına başlamadan önce derin bir nefes aldı, fakat o an beklenmedik bir şey oldu. Kalabalığın şaşkın bakışları arasında, başının arkasından keskin bir ses geldi: bir silahın tetiği çekildi.
Kurşun kafasına isabet ettiğinde zaman sanki yavaşladı. Kael’in gözünden bir damla yaş süzüldü, hayatının tüm anları gözünün önünden geçti; Veyran’ın sevgisi, Çözkünlerle geçirdiği toplantılar, yıllarca inandığı ideolojinin çökmüş gerçeği… Her hatıra, bir alev gibi beyninde yanıyor, gerçeğin ağırlığıyla birleşiyordu. Kalabalık dehşet içinde geriye çekildi; insanlar ne olduğunu anlamaya çalışıyor, kaosun eşiğinde donup kalmıştı.
Suikastçı, Kael’in hemen yanında yakalandı. Kalabalığın şaşkın bakışları arasında, güvenlik güçleri tarafından yere indirildi. Devletin görevlendirdiği bu suikastçının, Çözkünlerle bağlantılı olduğu izlenimini vermek için bağırarak, “Yaşasın Çözkünlerdenim!” dedi.. Kalabalık bir anlık kaosa sürüklendi, insanlar öfke ve korku arasında bocaladı.
Çözkünler, bu haberin hızla yayıldığını duyduklarında şok yaşadılar. Planladıkları ifşa artık işe yaramamış, Kael’in sesi dev ekranlardan ve basın kanallarından susturulmuştu. Kael’in uğradığı suikast, onların hazırlıklarını tamamen boşa çıkarmıştı. Öfke ve çaresizlikle toplantılarında, sokağa inmeye ve silahlı eylemlere başlama kararı aldılar. Bu, şehrin kaderinin tamamen değiştiği, bir dönemin kapandığı ve yeni bir kaosun başladığı andı.
Kael’in bedeni hareketsiz kalmış, fakat gözünden süzülen bir damla yaş, hayatın adaletsizliklerine ve insanın kırılganlığına dair sessiz bir tanıklık olarak orada kalmıştı. Kalabalık dehşet ve hüzün içinde dağıldı; halk hem öfke hem de kaybın ağırlığını hissediyordu. Devlet, planladığı propagandayı başlatmış, Çözkünler suikastçı olarak gösterilmeye başlanmıştı; ama gerçekler, yalnızca Kael’in gözünden süzülen yaşta gizli kalmıştı..