Garda Bir Sabah

İrem İlayda Karkı

Mete zaten hızlı olan adımlarını daha da hızlandırdı. Saatine baktı, on dakikası vardı. Yetişirim dedi. Gar beş dakikalık mesafedeydi. Koşar adım sadece önüne bakarak gittiği için yan yoldan gelen bisikletli kadını fark edemedi. Bisikletli kadın da adamı. Olanlar oldu. Kadın bir yana savruldu, Mete bir yana. İlk anın şokuyla kalkamadı hemen. Sonra yetişmesi gereken yeri hatırlayıp doğruldu. Ayak bileğindeki acıyı o an hissetti. Biraz ovalayıp ayağa kalktı. Bisikletteki kadını da çevredekiler ayağa kaldırmıştı. Çimenlik alana düştüğü için ona da bir şey olmamıştı. Çok şükür dedi. Dağılan eşyalarını toplayıp çantasına doldurdu yeniden. Kusura bakayınlar dendi, tokalaştılar ayrıldılar. Mete saatine baktığında beş dakikası kaldığını fark etti. Yeniden hızlandı. İçinde bu trene mutlaka yetişmesi gerektiğine dair güçlü bir his vardı. Sebebini bilmiyordu ama hissine güvendi. İncinen ayak bileğiyle koşmaya başladı. Nefes nefese gara vardığında trenin kalkmasına iki dakika vardı. Yetişmenin sevinciyle vezneye yönelip bilet istedi. Veznedeki adam 42 numaralı bileti basıyordu. Tam uzatmıştı ki Mete cüzdanını bulamadı. Ne kimliği yanındaydı ne de parası. Biletle bakıştı. Kusura bakmayın deyip uzaklaştı vezneden. İçinde tarif edemediği bir burukluk oluştu. Tren son yolcularını da aldı ve harekete başladı. Çok geçmeden az önce ona çarpan kadın bisikletiyle önünde durdu. Elinde cüzdanı vardı.

“Bunu düşürmüşsünüz.”

“Teşekkür ederim.”

Başka bir şey söyleyemedi. Yutkunmaya çalıştı ama boğazındaki yumru izin vermedi. Bir sonraki tren için bilet alabilirdi. Öyle de yaptı. Ama içindeki o heyecanı az önceki trenle birlikte yolcu etmişti. Hiç sahip olamadığı bir şeyi kaybettiğini hissediyordu. Haklıydı da.

Alamadığı 42 numaralı bileti İsmet almıştı. 41 numarada oturan Necla’nın hemen yanınki koltuğa ait olan biletti bu. Necla o trene bindiğinde hayatının içinde kocaman bir boşluğa düşmüştü. Kim yanında olsa, ona destek olsa sonsuz bir minnet bağıyla bağlanacak bir ruh halindeydi. Olurdu bazen insanların böyle zamanları. İsmet yanında ağlayan bu kadına kayıtsız kalamayacaktı. Necla da uzun bir zaman o minnet bağıyla İsmet’e bağlanacaktı. Mete de o kadar uzun olmasa da hatrı sayılır bir zaman neyi kaybettiğini arayacaktı.

***

Yağmur yağıyordu, hava soğuktu. Balkonu açtı, köşedeki sandalyeye oturdu. Karanlık çökmek üzereydi. Arabalara baktı ama sadece farları izledi. Gönlündeki karanlıktan aydınlığa çıkmayı diledi. Kapı açıldı o sırada, yüzünü dönmeye bile tenezzül etmedi.

“Ne yapıyorsun bu soğukta?”

Kafasını çevirmeden yandan kızgın bir bakış attı. Az önceki tartışmayı tamamen unutmuştu. Erkekler neden böyleydi? Kadınların tamam artık bitti diyebileceği büyüklükteki kavgalarda bile beş dakika sonra hiçbir şey olmamış gibi davranıyorlardı. Belki de sadece İsmet böyleydi.

“Cevap verecek misin?”

Ne desin? Tartışmayı yeniden mi alevlendirsin? Artık enerjisi yoktu, konuşmaya bile.

“İyi ben gidiyorum.”

Her zamanki gibi. Sevseydi dedi Necla, gözyaşları süzülmeye başladı. Sevseydi gitmezdi diye düşündü. Sevseydi gelir, özür diler, ikna eder ama beni burada bırakmazdı. İnsan sevdiğinin üşümesine razı gelir miydi? Necla sevdiklerinin üzerine titrerdi. Belki de bu yüzden onu seven herkesin üzerine titreyeceğine inanmıştı. Annesi mesela, o çok severdi, korurdu, şefkatliydi. Vefat ettiği gün… Düşünemedi bile. Sonrası geldi aklına. Daha korku çıkmadan babasının komşu köyden bulduğu bir kadınla evlenmesi. Onunsa kapının ağzında tek kelime edemeden kalakalması. Birkaç gün sonra sabaha doğru evden çıkıp bilmediği bir şehre bilet alması. Kırgın ve kimsesiz Necla’nın pencere kenarındaki koltukta kendiyle baş başa kalması. Her ayrıntısına kadar hatırlıyordu o günü. Henüz ağlamamıştı, güçlü durmak zorundaydı. Gözlerindeki yaşları zorla orada tutmaya çalışıyordu. Ağlamamak için dışarıyı izlemeye başladı. Birinin koşarak bilet satılan yere geldiğini gördü. Heyecanlıydı ve mutlu. Çantasını karıştırmaya başlamıştı ama sanki aradığını bulamıyor gibiydi. Galiba parası yok diye düşündü Necla. İzlemeye devam etti. Pes ettiğine şahit oldu, az önceki heyecanın nasıl sönüp gittiğini gördü. Üzüldü Necla, param olsaydı da biletini alabilseydim keşke dedi. Adamın gidip banka oturuşunu seyretti. Tren hareket etmeye başlamıştı. Uzaktan bisikletli bir genç kadının adama doğru gittiğini gördü. Bisiklet ona tuhaf geldi, incelemek için dikkatini oraya vermişti ki yanına birisi oturdu. İsmet. Hafif tebessüm etti Necla’ya, o da tebessümle karşılık verdi. Necla yeniden dışarıya baktığında tren ayrıntıları göremeyeceği kadar uzaklaşmıştı. Mutfağın ışığının yanmasıyla daldığı geçmişten uzaklaştı. Balkon kapısı yeniden açıldı.

“Kahverengi gömleğimi ütüler misin? Yarın annemlere gideceğiz. Ben yatıyorum.”

Cevap bile beklemeden gitmişti. O kadar emindi Necla’nın kalkıp o ütüyü yapacağından, yarına Necla ile uyanacağından. Trendeki o günü düşündü, aradan geçen yirmi seneyi, bu senelerdeki yalnızlığını ve şimdiyi. Necla zor zamanında gösterilen ilgiyi aşk, İsmet de o ilgiye karşılık Necla’nın minnetini sevgi sanmıştı. Daha en başından birbirlerini yanlış anlamışlardı. Yanlış başlayan bu ilişki daha ne kadar devam edecekti?

Kalktı, içeriye geçti. Banyoya girerken ütü masasıyla bakıştılar birkaç saniye. Abdestini aldı, namaza durdu. Duasını etti. O an karar verdi. Kahverengi gömleği ütülemeyecek, yarına İsmet ile uyanmayacaktı.

Sabaha karşı eşyalarını toparladı. Kızının odasına gitti, sessizce uyandırdı. Onun da eşyalarını topladılar ve tek kelimelik mektubu bırakıp evden ayrıldılar. Uyku sersemi olan kızı pek soru sormamıştı neyseki. Soru sormaya başlayacağı anda ona trene gittiklerini söyledi. Yolun kalanı trene binecek olmanın heyecanıyla geçti. Onu tanıyan birilerinin olduğu bir yere gitmek istemedi. Ne diyeceklerini biliyordu. “Bu adam seni dövdü mü, sövdü mü, sana zarar mı verdi? Ekmeğinde, işinde gücünde. Rahat mı battı?” Dövmedi, sövmedi, fiziki bir zarar vermedi. Ama umursamadı da. Sevmedi, beni hiç merak etmedi. Gözüne baktım bana baksın diye, bakmadı. Ama bunu başkalarına nasıl anlatırdın ki?

Yirmi yıl önceki gibi bir sabah vakti garda trenin hareket etmesini bekliyordu. Bu kez elinden tuttuğu beş yaşındaki kızı da ona eşlik ediyordu. İyi ki doğdun diye fısıldadı kulağına. İsmet ile olan evliliğinden pişmanlık duymadığı tek şeydi Ela. İyi ki onun kızıydı. Yıllarca bu sevgiyi ona hissettirmeye çalışacaktı.

***

“Bu kararından emin misin?” diye sordu mesai arkadaşı. Büyük bir iç rahatlığıyla cevap verdi.

“Eminim.”

“Hâlâ deneme aşamasında, biliyorsun Ela.”

“Biliyorum.”

“Lütfen tekrar düşün.”

Düşündü. Beş yaşındayken evden ayrılmalarını düşündü. Çok iyi hatırlamıyordu, muhtemelen ne olduğunu bile anlamamıştı o yaşta. En net anısı sekiz yaşındayken babasıyla olan görüşmesiydi. Uzun zamandır görmüyordu. Özlemişti, heyecanlıydı. Onu çok seven, aslında ondan ayrılmayı hiç istememiş bir baba hayal ediyordu. İstersen benimle gelebilirsin kızım diyecekti ona. O da biraz düşünüp aslında bunu çok istediğini ama annesini yalnız bırakamayacağını söyleyecekti. Babası da anlayışla karşılayacak, tamam o zaman ama bundan sonra sık görüşeceğiz seni çok özlüyorum diyecekti. Bu hayali ve sonrasındaki hayal kırıklığı dün gibi aklındaydı. Uzun zamandır görmese de babasını görür görmez tanıdı. Büyük bir heyecanla ona doğru koştu.

“Babacığıııımmmm.”

Koştuğu yerde ona açılan bir kucak yoktu. İfadesiz bir adam boşluğa bakar gibi ona bakıyordu. Sonra ne olduysa yalandan bir sarıldı. Nasılsın, dedi. Komşusunun çocuğuyla karşılaşmış da ona soru sorar gibiydi. İnsan üç yıl sonra buluştuğu kızına okul nasıl gidiyor der mi? Bensiz çok zorlandın mı, der mesela. Yokluğunun sebeplerini anlatmaya çalışır, sevgisini göstermeye çalışır. Küçük bir hediye alır belki, bu sana beni hatırlatsın der. Uzakta olduğumuz için üzülür. Ama bunların hiçbiri olmadı. Komşu çocuğu gibi hissettiğim bu buluşmadan “Bir daha onunla görüşmek istemiyorum.” ile döndüm. Annem bu cümlenin kırgınlık olduğunu anladı ama babam anlamadı. Gerçekten bir daha hiç görüşmedik. Şimdi yirmi beş yaşındaki ben annemin yıllarca hangi duygularla başa çıkmaya çalıştığını çok daha iyi anlıyorum. Şimdi kendimden vazgeçmek pahasına da olsa anneme yeni bir hayat şansı vermek istiyorum.

“Düşündüm ve cevabım aynı. Lütfen beni vazgeçirmeye çalışma.”

“Tamam anladım. On dakika içinde başlıyoruz.”

“Ben hazırım.”

“Şefin neden o yıla gideceğinden haberi yok. Bu ikimizin arasında. Eğer bunu duyarsa…”

“Duymayacak. İkimizin arasında.”

“Olası yan etkiler net değil.”

Gülümsedim.

“Eğer başarılı olabilirsem yan etkileri dert etmeme gerek kalmayacak”

Sibel bana sıkıca sarıldı.

“İmkanım olsa seni saçından sürükleyerek uzaklaştırırdım buradan.”

“Hadi ama lütfen. Ben şu an çok mutluyum. Eğer geri dönmezsem veya dönemezsem annemi yalnız bırakma.”

Sibel başını salladı.

“Orada yalnızca yarım saatin olacak. Saat bilgisini sisteme girebiliyorum ama konum net değil. Her ihtimale karşı bisikletimi de al.”

“Tamam.”

Proje şefi yüzünde kocaman bir gülümseme ile odaya girdi.

“Elacım hazır mısın?”

“Evet.”

“Seni cesaretinden dolayı tebrik ediyorum. Sibel bu iş için gönüllü olduğunu söylediğinde nasıl sevindim anlatamam. Projeden birinin bu işin içinde olması bizim için büyük fırsat.”

Ela bir yerden sonra şefin söylediklerine odaklanamadı. Aklımdan sürekli neler yapacağımı geçiriyordu. Şefin yeniden bir gülümseme ile yüzüne baktığını görünce söylediklerinin bittiğini anladı. O da gülümsedi. Ela’yı hazırladılar, büyük bir kapsülün içine Sibel’in bisikleti ile beraber girdi. Bisikletten tutunup yere oturdu Gözlerini kapattı. Yeniden kendine geldiğinde uykudan uyanır gibi bir his vardı. Bisikleti ve bulunduğu yeri görünce yaptığı yolculuğu ve amacını hatırladı. Bisiklete binip karşılaştığı ilk insana garın yerini sordu. Ona tarif ettiler. Yolu karıştırdığı yerde yeniden sordu. Bu şekilde gara oldukça yaklaşmıştı. Tahminince geri dönmek için on beş dakikası kalmıştı. Pedalı daha hızlı çevirmeye başladı. Tam sola döneceği sırada karşıya geçen adamı gördü ama durmak için yeterli vakti yoktu. Çarpıştılar. Yere düştüğünde kolunda büyük bir acı hissetti. Neyseki kırılmamıştı. Zedelenmeleri düşünecek zamanı yoktu. Çarptığı adama baktı o da apar topar eşyaları toplayıp ondan özür diledikten sonra acelesi olduğunu söyleyip yoluna devam etti. O da tam ayağa kalkarken bacağının incindiğini fark etti. Çevredeki başına toplanan esnaf hemen gitmesine izin vermediler. Su içirip gerçekten iyi olduğunu anladıklarında nihayet onu bırakmışlardı. Bisiklete ilerlerken adamın cüzdanını düşürmüş olduğunu fark etti. Görürsem veririm diyerekten bisikletin sepetine atıverdi. Gerçekten de gördü. Gara vardığında ilk önce hareket eden treni gördü. Eğer ki o çarpışma olmasaydı bir ihtimal belki annesinin babasıyla karşılaşmasına engel olacaktı. Yüreğinde hissettiği acıyla birlikte fiziksel tüm acılarını unuttu. Kafasını yeniden kaldırdığında bankta çarptığı adamın oturduğunu gördü. Üzgündü. Bisikleti ona doğru sürdü. Cüzdanı uzattı.

“Bunu düşürmüşsünüz.”

“Teşekkür ederim.”

Başka bir şey söyleyemedi. Bisikleti sakin bir yere çekti. Yanına oturdu ve saatindeki geri dönüş butonuna bastı. Başaramamıştı.

***

Mete’nin trene yetişememesi nasipti, Necla için İsmet imtihan, zaman yolculuğu ise biraz espri.