Tıkış Tıkış pek basık ruhumu daraltan sıkan bir yerdi. Bu yönleri ile bana memleketimi hatırlattı. Kalmak istediğim kadar kaçmak istedim. Kendimi bildim bileli memleketten hoşlanmazdım. Bir fırsat bulup kaçmak için çok uğraşmıştım. Kabir azabı gibiydi memleket, aile evi, akrabalar ve farkında olmadan edindiğim çevre… Tanıyamadığım tanıdıklarımla dolu olan bu yer beni çok boğmuştu. Kaçmayı çok çok istedim. Buralardan gidersem kurtulurum sandım. Uzun süre gidemedim. Umudumu yitirdiğim zaman rızkım devreye girdi. Memleketten çıktım. Gurbete gittim. İlk yıllar çok güzeldi. Çevremi bilinçli seçmiştim. Kendimi kendim anlatmıştım. Ben olmuştum. Bu varoluş çok güzeldi. O yılları halen çok özlerim. Yıllar geçtikçe gurbet büyüsünü yitirmişti. Ben yalnızca ben olarak yalnızlaşmıştım. Ailem, akrabalarım ve farkında olmadan yolda tanıdığım arkadaşlarım… Kaderin insanları bir sebeple denkleştirdiğini, ayırmak istediğinde ise bir adım dahi olsa araya uçurumlar koyacağını öğrendim. Çok şey öğrendim gurbette gerek var mıydı düşünürüm.
Hiç kaçmamış olsaydım hep memlekette kalmış olsaydım nasıl olurdum kim olurdum düşünürüm. Hiç yaşamamış olsaydım, hiç bırakılmamış olsaydım, hiç sövülmeseydim, hiç dövülmeseydim, hiç dövüşmeseydim, küsmeseydim, kaçmasaydım, ötekileştirilmeseydim, haksızlığa uğramasaydım, hak demeseydim, hakkı aramasaydım, inancımı sorgulamasaydım, rabbimi bulmasaydım kim olurdum? Bilmiyorum.
Sonraki yıllar gurbetteyken tekrar gurbete gittim. Bu ikinci gurbet ağır geldi. Seçtiğini de bırakmak gerektiğini burada öğrendim. Aidiyet sadece yaradana aitti. Bunu öğrendim. Ne ailen, akrabaların, yolda denk gelenler, senin buldukların, memleketin, memleket bildiklerin ne de benlik bunların hiçbiri kula ait değildi. Ben hiçbirine ait değildim. Kendim için geride bıraktığım dünyada kendimi yitirmiştim. Aklımı ve ruhumu kaybettiğim de geriye hiçbir şeyin kalmadığını fark ettim. Mücadelemin yani yaşamımın anlamsızlığı ile yüzleştim. İşte o zaman geride bıraktıklarıma yoğun bir özlem duymaya başladım. Kaçmak istediğim yerde saklanmak istedim. Sonrasında her şeyi geride bırakıp memlekete döndüm.
Memlekete döndüğüm ilk sene kabir azabından farksızdı. Dinlerim sanmıştım. İyi olurum. Ben olurum. Giden benle dönen ben aynı değildi. Memlekete daha fazla sığamaz oldum. O karanlık günleri pek hatırlamıyorum. Aklım çok karışıktı o zamanlar. Anlamsız korkularım vardı. Geceleri sebebini bilmediğim korkularla uyanırdım. Göğsümde bir ağırlık gözlerim kapalı geçen sanrılı geceler gözlerimi açmak istemediğim gündüzlerle dolu olan bir zamandı. Sonrasını pek hatırlamıyorum.
Sonumun burası olacağını elbette biliyordum. Gecelerde ve gündüzlerde amansızca dua ettiğim yer burasıydı. Ama vâde mi doldu geldim yoksa sebebi farklı mıydı bunu hatırlayamıyorum. Kimi zamanlarda neyin sebep olduğu sonun ne olduğundan daha mühim olur. Aklıma ve kalbime güvenmediğim zamanlardı. O yüzden sebebimden korktum. Sorgulamaktan korktum. Yine kalmayı ve kaçmayı çok istediğim bir yerdeydim.
Biraz dar bir yerdi. Tıkış pıkış zar zor sığdırmışlardı beni. Yani biraz daha büyük yapabilirlerdi. Herkes standartlara uymazdı sonuçta. İyi kötü pakladılar beni. Bir güzel sardılar. Yerleştirdiler. Üstümü kapattılar. Aralardan ışık yavaşça süzülüyordu. Öğlene geliyordu vâkit. Öğle namazını farklıca kılmışlardı. Son kez ışığı öyle gördüm. Basıkçaydı. Sıkkın hissettim. Sonrasında yalnız bırakıldım. Ailem, akrabalarım ve dostlarım hepsi tek tek uzaklaştı. Anlaşılan burada var olamıyordum. O yüzden vedalar güzeldi. Ne uzaklarındaydım ne de yakınlarında.
Sessizliği sevsem de alışması zordu. Çünkü bu sessizlik benim sessizliğimdi. Vâkitler birbirini kovaladı. Tüm yakınlarımın ayak sesleri kesilmişti. Uzaktan iki kişinin ayak sesleri geldi. Adımların gümbür gümbür sesinden, gelenlerin pek heybetli olduğunu hissettim. Sonrasında onları gördüm. Biri sağıma biri soluma yerleşti. Onları biliyor bekliyordum. Ama ne surette ne ile geleceklerini bilmiyordum. Sordular
Rabbin Kim?
Peygamberin Kim?
Dinin Nedir?
Ne kadar sürdü bilmiyorum. Cevaplarımı biliyordum. Rabbimi biliyordum. Peygamberimi biliyordum. Dinimi biliyordum. Bilmediğim nasıl öldüğümdü. Hak mı ölmüştüm? Ben soramadım onlar sordu.
Nasıl yaşadın?
Her şekilde. Savaşarak, kaçarak, inanarak, umut ederek, tevekkül ederek, kaderime düşmanca, kaderime inanarak. Sonralara doğru umutsuzca. Vâdemi doldurmayı bekleyerek. Kaçarak kalarak saklanarak.
Nasıl öldün?
Hatırlamıyordum.
Hakka girdin mi?
Bilmiyordum.
İkisinin bir cevabı var. Rabbinin ve kendinin hakkına girdin. Ölme şeklin hak değildi. Rabbine inandın ama güvenmedin. Rızkına güvenmedin. Umudu kestin. Tevekkülü bıraktın. Ölümü bekledin. Oysa sen yaşamak için gönderildin. Sen sana verilen cana kıydın. Kabir azabı seninleyken rabbinin merhameti seni bekliyor olacak. Berzah Aleminde bekleyişin, azabın ve merhamet dileyişin bir arada olacak. Ne bir cennet bahçesinde olacaksın ne de bir cehennem çukurunda.