Pamuk Gibi Beyaz Bir Ayrılık

Saliha Çolak

Anneme…

Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve gökyüzünde iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa hepsi sizin gibi topluluklardır. Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Nihayet (hepsi) toplanıp rablerinin huzuruna getirileceklerdir. (En’âm 38)

İnsanları anlamak çok zor. Sekiz senelik ömrümde dört tane sahip değiştirdim. Hiçbirini anlayamadım. Ben yalnızca insan hesabıyla kısa, inek hesabıyla uzun ömrümde Yeşim’i anlayabildim. Sahibim Yeşim’i.

Onunla bir yaz akşamı ben annemin ayaklarının altında zıplayan bir deli danayken tanıştık. Yeşim’in annesi benim annemle çok iyi arkadaşlık ederdi. Annemi en güzel çimenlerde otlatır, sütünü nazikçe sağar, ona Sarıkız diye seslenirdi. Bizim aramızda Sarıkız ismine nail olmak bir şeref meselesiydi. Annem ineklerin en heybetlisi olduğu için bütün inekler annemden korkar ona hürmet ederdi.

Babam karşı köyden bir pazarcının öküzüymüş. Babamı hiç göremedim. Annem onun yokluğunu hiç aratmadı. Sarıkız’ın heybeti kışın köyümüzü, yazın yaylamızı sarıp sarmalardı. Annem bu gücünü kullanır beni her türlü zorluktan kurtarırdı. Bir gün yaylada otlanırken tüylerimiz ürperdi. Dağdan kurt inmişti ve bunu sezmiştik. Annem beni önüne katarak koşmaya başladı. Komşumuz Nazlıca bir yavrusunu bu hain saldırıda kurda kaptırdı. İnekler bir gün yas tuttu. Annem Sarıkız onca üzüntünün içinde bile bana acıyı sezdirmedi beni hep mutlu etmeye çalıştı.

Bir gün anladım ki güzel şeylerin son bulmak gibi bir huyu varmış. Annemle yaşadığım iki senem bir gece ansızın gelen üç adamın annemin boynundaki ipi çözüp onu götürmesiyle son buldu. Annemsiz bir hiçmişim gibi yaşadım bir süre. Çünkü annem bana onsuz kalmayı öğretmemişti. Anneme çok kızdım. Sarıkız olmanın ihtişamıyla beni sarıp sarmaladı. Gerçek dünyayı görmem için yardımcı olmadı. Fakat bu öfkem uzun sürmedi. Çünkü içimdeki özlemi öyle büyüttüm ki diğer duygulara yer kalmadı. Zamanla alıştım yalnız yaşamaya ve zamanla öğrendim düşmenin aslında büyümek olduğunu. Annem beni bıraktığında ben yeni doğmuşum.

Bir yaz sabahı yaylanın yeşil çimenlerine güneş henüz yeni düşerken otlanmaya çıktık. Arkadaşlarımla sohbet ederken sahiplerimiz geldi. Kendi aralarında konuşurken “Sarıkız ne heybetli inekti. Bir süt verirdi kazan kazan peynir çıkardı. Yaşlanmıştı tabi ama ölmesine üzüldük. Öyle inek daha gelmez.” dediklerini duydum. Tüm gücümle mööleyerek zıplamaya başladım. Koştum, koştum ve bir taşa takılıp düştüm. Gözümden bir damla yaş akmadı ama insanların içime oturdu dediği öküz benim de içimde bir yerde olmalıydı.

Yeşim annesini her ziyaret ettiğinde beni görmeye gelirdi. Daha o günlerde ona hissettiğim sıcaklık içimi sarıp sarmalardı. Bir gün Yeşim’in annesi hasta olup elden ayaktan düşünce ahırdaki ben de dahil üç inek ve iki öküzü satmaya karar verdiler. Fakat annesi Yeşim’i çağırıp beni ona vermeyi teklif etti. “Kızım sütü azdır ama iyi bakarsan sana alışır. Annesi çok iyi inekti. Onun da cinsinde vardır. Ben hastalandım. Ocağın sütsüz kalmasın.” Yeşim bu fikri beğendi.

Bir güz günü Yeşim’in evine götürüldüm. Üç çocuğu ve eşi de beni çok sevdi. Fakat bana pek yaklaşmazlardı. Benden biraz korkarlardı. Yeşim de ben üzülmeyeyim diye “Onların korkusu yersiz Pamuğum sen üzülme” derdi. Bana Pamuğum derdi. Pamuğa benzediğim için öyle dermiş. Yeşim beni öyle güzel görürdü ki dışarıdan bakanların pamukla alakam olmadığını söyleyeceğine sütüm üzerine yemin edebilirdim. Çünkü artık sütüm bol bol akardı. İçimde büyüttüğüm anne özlemi Yeşim’le beraber mutluluğa dönüştü. Artık benim de sütüm, yoğurdum, peynirim vardı. Annem görse gururla bakar, eseriyle göğsünü gere gere gururlanırdı. Fakat ben Yeşim’in eseriydim. Onunla öğrendim gerçek sevgiyi. Başka birinin gölgesinde kalmadan sevilmeyi öğretti bana.

Zamanla ona öyle bağlandım ki başkası sütümü alacak olduğunda sinirlenir aldırmazdım. Bu çok kaprisli inek derler bana gözlerinin yanıyla bakarlardı. Umrumda olmazdı. Çünkü beni yalnızca Yeşim sevse yeterdi.

Yeşim’in büyük kızı uzakta okurdu. Onu her zaman göremezdim. Eve ayda yılda bir gelir, geldiğinde de elinden kitap düşmezdi. Bana Yeşim’den sonra en çok o yaklaşır, yanımda şarkılar söylerdi. Ben âni hareket edince korktuğunu bildiğimden oldukça yavaş davranırdım.

Yıllarım Yeşim’le kışın köyde yazın yaylada geçti. Ona öyle bağlandım ki yaylaya sis çöktüğünde bile Pamuğum diye çağırsa sesini tanır, koşar yanına varırdım. Yeşim’in eşini pek göremezdim. Memur olduğu için yazın biz yayladayken yanımıza pek gelmezdi. Kışları da ahırdan çıkmadığımdan her sene en fazla üç kere görebilirdim.

Bir gün Yeşim’in büyük kızı okuldan geldi. Evde büyük bir şölen vardı. Herkesin mutluluğu gözünden anlaşılıyordu. Ne olduğunu anlayamasam da onları mutlu görmek benim için de neşe kaynağıydı. Anlayabildiğim kelimeler “sıralama, derece, sınav, kazandım” gibi kelimelerdi. Bana çok uzak kelimeler olduğu için pek anlam veremedim. O yıl Yeşim’in kocası dördünce kez çıkıp geldi. Bunun normal olmadığını anlamıştım. Her zamankinden fazla kalmaya başlaması da tuhaf geliyordu.

Bir gün Yeşim tüm ailesine güzel kahvaltılar hazırladı ve bahçeye güzel bir sofra kuruldu. Beni de otlatmak için dışarı gönderdiler. Bahçeden çıkıp arkadaşlarıma katıldığım sırada büyük kızın telefonunu çıkartıp ailesiyle fotoğraf çekildiğini gördüm. “Hadi herkes baksın, bu manzarayı çok özleyeceksiniz.” dediğini duydum.

O gün arkadaşlarımla gezerken ayağıma çivi battı. Sağ ayağımın üstüne çok fazla basamadan eve döndüm. Yeşim sorunu anlayıp veteriner çağırdı. Fazla derine girdiği için çivi çıksa bile bir süre üstüne basamayacağımı söyledi. Gerçekten de öyle oldu. İlerleyen günlerde ayağımda şiddetli ağrılar hissettim. Birkaç gün otlanmaya bile çıkmadım.

İyileşmeye başladığım ikinci gün Yeşim başıma gelip beni öptü, sevdi. Böyle davranmasını anlayamasam da hoşuma gitmişti. O gün mutlu olduğum son gün olduğunu nereden bilebilirdim ki?

Otlanıp döndükten sonra evin önündeki beyaz arabanın yabancı olduğunu anladım. Annemi almaya gelen üç adama benzeyen başka adamlar ve Yeşim konuşuyordu. Arabanın kasasında komşumuz ineklerden birini gördüm. “Kaç, seni de satacaklar!” dedi. Yok öyle iş. Yeşim beni hayatta bırakmazdı. Hem ben yaralıyım. Yeşim beni böyle yollamaz. Yeşim’in kocasıyla adamlar el sıkışıp ayrıldı. Yeşim başıma gelip bana son kez sarıldı, büyük kızı fotoğrafımızı çekti. Yeşim “Keşke seni de götürebilsem.” dedi. Adamlardan biri elindeki değneği sırtıma indirip beni arabaya çıkarmaya çalışınca korkup kaçtım. İlk defa bana değnek vurulmuştu. Yeşim benim istemediğimi anlayıp vazgeçsin diye yaptım ama Yeşim de diğer insanlarla beni yakalamaya çalışınca pes ettim. Arabanın kasasına bindim. Arkamı dönüp Yeşim’e baktım. Ağlıyordu. Gözümdeki sıcaklığı hissettim, etraf buğulandı. Sekiz yıllık ömrümde ilk defa ağladım. Yaylaya çöken sisin arasında Yeşim’in evi gözden kaybolana kadar möölemeye devam ettim. Yeşim de arkamdan son kez Pamuğum diye seslendi.

Ayağımdaki acı geçti fakat boğazımdaki şiddetli acı daha fazla ağlamama engel oldu. Çivi sadece ayağıma değil, boğazıma da batmıştı.