Dört aylık bir bukalemunun şakkadanak diye insanlara alışmasını beklemek zordu. Şaşırtıcı olacak belki ama ilk günlerinde geceleri ağladığını fark etmişti evin küçük oğlu. Geceleri heyecandan gözüne uyku girmiyordu, yatağından kalkıp parmaklarının ucunda onun bulunduğu şeffaf, delikleri olan kutunun başında duruyor biraz da korkuyla onu izliyordu. Bukalemunun gözlerinden yaşlar geliyordu. Annesini özlemiş olacaktı. Şöyle derin bir iç çektiğini kimse fark etmiyordu etmezdi de. bir çocuğun hevesi uğruna yerinden yurdundan edinmiş kaç bukalemun vardı ki şu dünyada? Böyle düşününce daha da üzüldü hâline. Geceler bitmek bilmiyordu. Hele de başında ufak bir velet bitiyorsa ve gözlerini pörtletmiş bakıyorsa. Bukalemunsan ve birkaç aylıksan hayat gerçekten çok zor.
Hane halkı akşam oturmalarından birinde bizimkini kutusundan çıkarmış, salonda dolaşmasına izin vermişlerdi. Onları duyduğundan habersizdiler. Son model döşenmiş mobilyaların üzerinde gezinirken ona bu fırsatı tanımanın ev büyüklerinin yüzüne yerleştirdiği kibri görebiliyordu. Benzer tonlarla bezenmiş salonda renkten renge geçemeyişindeki sıradanlığı bu kibrin önüne geçemiyor, iğreniyordu insanları. Bej tonlarında olmanın nasıl gözüktüğünü merak etse de bir ayna aramadı hiçbir zaman. Ara ara salondaki geniş yapraklının yapraklarında dolanmak istese de yapraklaın onu taşımayacağını bildiğinden buna yeltenmiyordu hiç. Ama çok isterdi yeşile bürünmek. Annesini yeşil hatırlıyordu. Hep yeşile bürünmenin hayaliyle geziniyordu salonda. Ama günden güne büyüyüşü o bitkiyle orantılı değildi. Belki on yıllar sonra o bitkinin yaprakları bizimkini tutacak hâle gelecekti ve belki de o hayatta olmayacaktı. Ama gözü açıktı bir yeşili bulabilmek için.
Geceleri onu ziyaret eden ufaklığın ona alıştığını, onun kitapları ve oyuncakları içinde rahatça dolaştığında anlamıştı. Okuma kitaplarının rengârenk sayfalarında gezinirken yeterli zaman ve renk fazlalığı arıyordu ama ufak karakterlerden öteye geçemiyordu hiçbir zaman. Belki koca sayfalı bir resim defterinde çimenle bezeli bir sayfa görse ya da masmavi bir gökyüzü veyahut kıpkırmızı büyük bir araba... Sayfanın bir kenarından ufakça kendini gösteren güneş ve cansız bir yeşilden çimen olduğunu ancak zeki kimselerin anlayacağı çimen, dört tekeri de aynı cepheden bir araba ve giriş kapısı birinci kattan olan merdivensiz ev, gökte asılı bulutlar ve dağdan inen ırmak... Sayfa bu detaylarla dolarken bizimki yalanıyordu. Bir taraftan ufaklığın annesi evcil bukalemunlara ilişkin videolar seyrediyordu. Yalanırken derisinin rengini inceliyordu. Yaşlı bir ağacın kabuğunu andırıyordu. Toprağa benzer bir renk. Ufaklığın dedesinin teninin rengi. Çürümeye yüz tutmuş muz kabuğunun rengi. yaprağından dökülen yaprağın rengi. Ufaklığın yaptığı resmin hiçbir yerinde bu rengin olmayışı dikkatini çekti. Derin bir iç çekti. Cansız renklere şöyle bir baktı, kutusuna geri döndü.
Kutunun rengini almayı diledi ama bunun boş bir istekten ibaret olduğunu çok iyi biliyordu. Uyumayı denedi. Bu evde geçirdiği üçüncü haftaydı ve üç sene gidi geliyordu ona. Daha birkaç aylık olmasına rağmen. Birkaç defa günlerce suyunu içmeyi reddetmişti, bu kin ve öfke kimeydi kendi de cevap verememişti, o zaman suyunu içmeye devam etmişti, can boğazdan gelirdi neticede.
İyi şeyler de oluyordu onun şeffaf kutulu evinin dışındaki bej dünyasında da. Ufak bir kıyamet kopmuş gibi feryat eden insanlar peyda olmuştu, kutusundan sessizce olanları dinliyordu. Böylesi bir ses cümbüşü hiç duymamıştı. Olduğu yere sindi. Yumuldu kendi içine, içinde kaybolmak istedi. Neredeyse ağlayacaktı ama kim diye ağlayacağını bilemedinden ağlamadı. Kimsesiz olduğunu o an anladı. Daha çok ağlayası geldi. Ufaklık kutunun dibinde bitince düşünceleri toz bulutu oldu. Kutunun kapağını açıp bizimkini okşadı, eline aldı, hırkasının cebine geçirdi elini. Uğultular netleşmeye, sesler yükselmeye başlamıştı. Bizimkinin kalp atışı hızlanıyordu. Nerede olduğunu bilmeyişin verdiği tedirginlik korkusunu gittikçe artırıyordu. Bağırışlar, ağlamalar artık çok yakınındaydı. Sarsıntı bittiğinde ufaklığın oturduğunu anladı. Olduğu yerden çıkma niyeti hiç yoktu. Ama ufaklık elinde sıkıca tuttuğu bizimkini gün yüzüne çıkardığında bizimkinin gözleri pörtledi. Aynı saniye içinde onlarca kişinin göz süzgecinden geçtiğini fark ettiğinde tüm çevikliğini kullanarak sıkışıp kaldığı yerden kendini kurtardı. Ne kadar hareketli olabilirse o kadar hareketli oldu ve onu gören insanların bazıları oturduğu yerden fırladı bazısı oturduğu yerde çakılı kaldı ama hepsinin yüzünde benzer ifade vardı. Hele biri vardı ki bayılmadan önceki son hamlesiyle bizimkini elinin tersiyle savurdu, bizimki konduğu yerde kalakaldı. Rengi birden dönmeye başladı. Korkulu bakışlar altında yeşillenmeye devam etti. Annesini hatırladı. Karşısında kalan yeşil yapraklıya bakarken vücudunun çoğu yeşillendi. Ufaklık insan kalabalığını yararak ona doğru gelmeye çalışıyordu. Anne anneannemin üstüne çıktı diye bağırırken biri onu kucağına aldı. Tamamen yeşile büründü. Yüzüne bir gülüş oturdu, kimse görmüyordu. Bu örtü kalksa altındaki ahşabın rengine döneceğinden habersiz öylece gülerek yeşillenmenin tadını çıkarıyordu. Bukalemunsan ve birkaç aylıksan hayat bazen güzel oluyor diye geçirdi içinden.