“Merhaba, size TezEl mafya şirketi olarak ulaşıyoruz. Bu akşam sekizde Ayasofya Camiinin önüne gelin. Size bir iş vereceğiz. Liderimizle görüşeceksiniz. Gecikmeyin, bizi zor kullanmak zorunda bırakmayın.”
“Ne?”
Telefon kapandı. Rauf, bir önündeki bilgisayara bir elindeki telefona baktı. Hiçbir şey anlamamıştı. Bir süre algılamaya çalıştıktan sonra vazgeçti. Dolandırıcıdır herhalde diye düşündü. Önünde çok daha önemli bir iş vardı, ona odaklanmalıydı. Aylardır başlayamadığı romanına giriş yazacaktı. Aslında taslağı hazırdı ama bir türlü başlayamıyordu. Soranlara “İçime sinmeyen kısımlar var, zihnimde oturtmaya çalışıyorum zaten o hallolunca akıp gidecek” tarzı şeyler söylüyordu ama asıl nedenin bu olmadığını biliyordu.
Korkuyordu. Yazdığı ilk kitap gibi bunun da başarısız olmasından, olumsuz yorumlar almasından korkuyordu. En çok da gelen olumsuz yorumlardan etkilenerek kendisini hiç yansıtmayan şeyler yazmaktan ve bu şekilde aslında ona ait olmayan bir şey ortaya koymaktan… İronikti bu. Çünkü hep insana ait olan hiçbir şeyin olmadığını düşünmüştü. “İnsan, karşılaştıklarından oluşur” derdi. Belki de karşılaştıklarının oluşturacağı kendinden korkuyordu.
Masada bir süre daha oturmak için kendisini zorladıktan sonra daha fazla dayanamayıp ayağa kalktı. Markete gitmeye karar verdi. Evdeki eksikleri zihninden geçirerek merdivenleri indi. Biraz yürüdükten sonra saate baktı. Yediyi geçiyordu. Ayasofyaya gidecek olsa şimdi yola çıkması gerektiğini düşünüp güldü. Ne yaparlardı acaba? O öylece beklerken biri cüzdanını ve telefonunu mu çalardı? Ya da gerçekten mafyaydılar ve öldürecekleri adamları ayağına mı çağırıyorlardı? Bu ikinci seçenek onu ürküttü. Bir yandan da yazmak için iyi bir fikir olabilirmiş gibi göründü gözüne.
Belki de yürümek ilham vericiydi. Biraz yürümeye karar verdi. Adımlarının onu nereye götürdüğünü bilmeden, zamanın farkına varmadan yürüdü. Gerçeklik ve kurgu zihninde birbirine girdi. İyi, kötü, anlamlı, anlamsız karışmaya başladı. Etrafını görmemeye, olanları fark etmemeye başladı. O kadar çok yürüdü. Sonra birden tüm dünya karardı.
Gözlerini açtığında karanlık bir odadaydı. Gözlerini kapatıp tekrar açtı, hiçbir şey fark etmedi. Karanlığa alışmayı bekledi. Ne kadar zaman geçerse geçsin alışamıyordu. Sonra birden odayı büyük bir ışık kapladı. Kör olacağını sandı, olmadı. Gözlerini sımsıkı yumdu önce. Sonra yavaş yavaş açarak ışığa alıştırdı. Karşısında siyah takım elbiseli bir adam vardı. Uzun bacaklarını üst üste atmış, siyah berjer bir koltukta oturuyordu. Gözlerinde güneş gözlüğü vardı. Normalde bu Rauf’a gülünç gelirdi ama odanın ışığı o kadar parlaktı ki onda da bir gözlük olmasını umarken buldu kendini.
Birden ne durumda olduğunu hatırladı. En son ilham verici bir yürüşün ortasındaydı ve birden bura gözünü açmıştı. Ya ölmüştü ve hesaba çekiliyordu (ki o an bu da mümkünmüş gibi hissediyordu) ya da kaçırılmıştı. Zihni açılmaya başlamıştı. Kim kaçırmış olabilirdi onu? Neden? Kitabı başarısız olmuş, pek bilinmeyen bir yazardı. Geçimini ufak tefek yazı işleri yaparak ve bazen yarı zamanlı çalışarak sağlıyordu. Ailesi ülkenin diğer ucundaydı. Arkadaşları bir elin parmağını geçmezdi. Kimin neden onu kaçırmak gibi bir zahmete gireceğini anlamıyordu.
Aklına, yaptığı telefon görüşmesi geldi. Bu o dolandırıcı mafyalar olmasındı. Adamı daha bir inceleyerek baktı. Siyah ceketinin içinde siyah gömleğinin cebinde siyah, desensiz bir mendil vardı. Yüzü ince uzun ve keskin hatlıydı. Aynı zamanda ifadesizdi. Bu yüzde Rauf’a tanıdık gelen hiçbir şey yoktu. Gözleri bir süre daha ipucu arar gibi adamın yüzünde gezindikten sonra pes edip olabildiğince kendinden emin davranmaya çalışarak sordu:
“Neden buradayım?”
Adamın dudağının bir yanı hafif yukarı doğru kıvrıldı.
“Kim olduğumuzu anladın galiba. Güzel. Telefonda söyledik ama dinlemedin. Mecburen getirdik seni buraya. Kusura bakmayacaksın artık. Sana bir iş vereceğim.”
“Kimsin sen?”
“TezEl mafya lideri Nizami Tezel.”
Rauf soru sormayınca Nizami devam etti.
“Benim hayatımı yazmanı istiyorum.”
Kendini tutamayıp güldü Rauf. Sinirleri bozulmuştu. Ama Nizami çok ciddi görünüyordu. Bu Rauf’u daha çok sinirlendi.
“Şaka mı bu lan!” diye bağırdı sonunda. Birileri onunla dalga geçmek için bu kadar ileri gitmiş olabilir miydi gerçekten? Kim başarısızlığını yüzüne vurmayı böyle çok istiyor olabilirdi? Tüm vücudunu bir alev kaplamıştı. Elleri bağlı olmasa Nizami’yi boğabilirdi. Nizami hiç kıpırdamadan onu izliyordu. Rauf’un bağırmasına irkilmemişti, ama kafası karışmış bir ifade oluşmuştu yüzünde.
“Ben şaka yapmam.” dedi sonunda. Ses tonundaki bir şey Rauf’taki savaşma isteğini ortadan kaldırmıştı. Nizami devam etti: “Mafya lideri denince insanlar büyük, gösterişli bir şey sanıyor. Belki hep dinlendim, saygı duyuldum ama her zaman da gölgedeki kişi oldum. Emrimi herkes dinler, hayatımı ise bilen bir Allahın kulu yok. Cenabı hak bile bilinmek istiyor, insanı yaratıyor. İnsanın gizli kalmayı kabul etmesi kolay değil.” Tartar gibi bir süre Rauf’un yüzüne baktı. Kafası karışmıştı Rauf’un. Yüzünden anlaşılıyordu. Nizami devam etti. “Kitabını okudum. Kurgusu zayıf ama anlatımı güzeldi. İyi bir konun olsa güzel iş çıkarırsın. Ben de sana konuyu veriyorum.”
“İ-iyi de… Neden ben?”
“Karakterin herkesin kötü olarak görebileceği biri. Ama sen onu anlayarak yazmışsın. Beni de anlayabilirsin.”
“Karakterim beni kaçırıp sandalyeye bağlamadı ama.”
Nizami kahkaha attı. Odanın camına doğru bakıp bir baş hareketi yaptı. Mahçup tavırlı, omuzları düşük, başı hafif öne eğik bir adam içeriye girdi. Hızlı adımlarla Rauf’un yanına yürüyüp ellerini çözdü ve aynı hızda odadan çıktı. Rauf bileklerini ovuştururken Nizami kaşlarını kaldırıp cevap bekler gibi baktı.
“Neler yaptığını bilmiyorum” dedi Rauf. “Anlayabileceklerimin, anlaşılmasını sağlayacak şekilde yazabileceklerimin bir sınırı var.”
Nizami başını salladı. “Bazı şeyleri kendimiz bile anlayışla karşılayamıyoruz ki başkasından bekleyelim. Sen anlamayı değil onaylamayı anlatıyorsun. Ama senden istediğim bu değil zaten. Bir günah çıkarma istemiyorum. Beni oluşturanları anlamanı istiyorum. İnsan karşılaştıklarından oluşur yazmıştın kitabında. Benim nelerle karşılaştığımı yaz. Anladığın ama tasvip etmediğin bir karakter yazar gibi.”
“Kendini böyle mi görüyorsun?”
Nizami durakladı. Bir süre düşündükten sonra başını salladı. Sonra yüz ifadesi değişti.
“Bu önemli değil. Sen yapacak mısın yapmayacak mısın onu söyle?” Rauf cevap vermeden önce hızla ekledi. “Bu arada, roman şeklinde yazmanı istiyorum kitabı.”
“Neden?”
“Bir karakteri her zaman bir insandan daha kolay anlamaz mıyız?”
“Anlaşılan sen olacak mısın peki?”
Nizami güldü. “Zeki adamsın yazar. Kafamı allak bullak ettin. Ama bir isteğim olsa diğeri olmayacak gibi. Gerçek olduğum bilinse kimse beni anlamayacak, anlayacakları bir karakter olsam kimse gerçek olduğumu bilmeyecek ”
Rauf’un gözleri parladı. “Buldum! Hayatını bir roman olarak yazacağım. Ama kitabın son sözünde aslında öyle olmadığını göstereceğim.”
Hacer U.