Yolda Bir Gece

Fatma Dursun

Gençlik yıllarımdı. Tam olarak hatırlamıyorum. Ağustosun bunaltıcı günlerinden birinde yola çıkmıştım. İçim çok bunalıyordu belki de havadan dolayı bunalıyordum diyorum ya tam olarak hatırlamıyorum. O zamanlar kafam daha dumanlıydı. Çeşit çeşit tütün sarar içerdim. Çakmak dahi kullanmazdım. Birini söndürmeden diğerini yakardım. Aklım dumanlı olmalıydı. Düşünemeyecek kadar yılmış ve korkmuştum hayattan. Yok olmak, kaybolmak istediğim yıllardı. O yüzden bir ağustos sabahı çıktım yollara. Anlamsız umutlarım, tekleyen arabam, bitmeyen tütünüm ile yollar beni bekliyordu. Ahh gençlik ve bitmeyen korkular, umutlar. Şimdi tekrardan genç olmak ve ruhumun ritmini durmak hayatla dans etmek isterdim. Hayat düzenbazdır. Hırsız desen tamamen almaz verir desen vermez ancak seninle oyunlar oynar. Birkaç kitap almıştım yanıma yolculuğum iki yönlüydü. Hem kendimden kaçarken hem de kendime doğru bir yolculuğa çıkmıştım. Yanıma müsvettelerim, boş kağıtlarım, bitmek üzere olan kalemlerim ve bol bol tütünüm ile çıktım.

Hatırlıyorum o yıllarda ana la habibi fairuz dinlerdim. Ruhum ne bıkkın sıkkındı. Hayatın tam ortasındayken hayata karşı anlamsız bir öfke ve hasret çekiyordum.Şarkı beni boğdukça açık camlardan bozkırın tozu ciğerlerime doluyordu. Uçsuz bucaksız bozkır. Kel kayalıklar, kafasız dağlar ile kuru otlar. Yaşamın içinde bu şarkı gibiler varlar ama kaçınalısılar. Varlıkları öyle bunaltıcı ki yok sayılırlar. Oysa bozkırlı olanlar bilir ki hayat sarımsı otlarla, kafasız dağlarla, kel kayalarla da güzeldir. İçinde bir hayat vardır. Ne kadar yok sayılsalar da vardırlar. Bozkırda doğanın kaderi bozkır gibidir. Bozkırdan çıktıktan sonra bozkırla ilişkim değişti. Bozkır hep sıkkın, acınası, karanlık, sözde kurtarılası ama hep kaçınılası bir yer olarak görülür. Bozkırdan gelen de bozkırdır. Bu muameleyi görür. Çok düşündüm neydi bu kadar yanlı olan? Ne denli eksiğim, geriyim? Geleneğin ürünüsün dendi. Ne demekti bu? İradesiz, kafasız, kaderine çoktan karar kılınmış olan. Ne denli aşağı görüldüğümü fark ettim. Aynı odada aynı sandalyelerde oturduğum elimde aynı kitaplar olan insanların yanında ne kadar aşağıda görüldüğümü fark ettim. Kafamı kaldıramadım çamurlu ayakkabılarımdan çok utandım bozkırlı olmaktan. Sebebini aradım köylüleri neden öldürmeliydiler? Beni neden öldürmeliydiler? Aklım bir türlü kabul etmedi. Makul bir sebep bulamadı. kendi mantığımda bulamadım onların mantığında aradım cevaplarımı bulamadım. O yüzden bir ağustos sabahı aklımı ve ruhumu alarak çıktım yola. Üst sınıfa hizmet eden ahmaklarla dolu capitalleri başlarına yıkılsın. Kırsala doğru yola çıktım. Bozkırı tanımadan tanımladılar.

Radyoda doğudan gelen sesler ve cızırtılar kulağımı doldururken, bozkırın sıcak havası içimi ısıtıyordu. Ne özlemiştim güneşi. İnsanların sesleri. Rüzgarın hışırtısını sazlıkların dansını. Yol yükümü almaya başlamıştım. Öze giderken hayatımın kaynağını bulmuş gibi hissediyordum. Ahh ahh ne acı vericiydi. Kalbim, ruhum, aklım ne denli kurutmuştum karartmıştım onları. Yolculuk sürerken kuruyan kararan ben yeşeriyordum. Terliyordum siliyordum. Nefes alıyordum ciğerim doluyordu. Güneş tüm hücrelerime işliyordu. Yolculuk dediğin her zaman düz yollardan ve iyileşmeden ibaret olmaz.

Bir gece araba tekledi. Issızlığın ortası. Yakınlarda ne bir köy ne bir çoban ışığı vardı. Kalbim teklemeye başladı. Arabanın dörtlüleri yaktım. Beklemeye başladım. Bu yollar tırların, büyük araçların yolları olmadığından içim rahattı. Bozkırlıların deyimiyle canavarların yani kurtların olduğu yerlerdi. Kurtlar, yaban domuzları, tilkiler artık hangisine denk gelirsem diye düşünmüştüm. Korku bedenimi sarmıştı. Ama bu korkuyu sevmiştim. Bu korku bu yaşıma kadar duyduğum korkular gibi değildi beni hayatta tutmak için olan bu korku ile kendimi son derece canlı hissediyordum. Eskiden yaşadığım korkular beni öyle uyuştururdu ki yaşadığımı kanıtlamak için ölmek isterdim. Ölürsem en azından yaşamış olduğum ispatlanacaktı. Korkunun bu türü son derece tehlikelidir. Arabanın ışıklarını açtım. Üstüne çıkıp uzandım. Yıldızlar ışıl ışıllardı. O an kainatta yalnızca ben varmışım gibi hissettim. Otların dahi kımıldamadığı bir sessizlik vardı. Gerçeklikten kopmuştum. Ruhum göğe yükseliyordu sanki. Rabbim beni yanına al dedim. Çok dilerdim bunu. Hala da dilerim en doğru vakti yalnız o bilir. Vakit yetene kadar doldurmak gerekir. Tütünü son kez ciğerlerime çektim gözlerimi kapattım dumanını verdim. Işıklar arttı dedim rabbim beni yanına alıyor artık. Sonra bir ses

- Kardeş hayırdırr in misin cin misin yolun ortasında?

Gözlerimi açtım. Doğruldum. Baktım yüz tanıdık değil korkunç da değil azrail olmadığını anlayınca bir tık bozuldum. Ölümümü yazmayı dilerdim ve bana böyle bir son yakışırdı. Karşımda üstüne dökümlü yazlık gömlek altına beyazdan bir pantolon ayağında kunduralı boynunda altın zincir kolunda büyük pahalıyım diye bağıran saati ve gecenin kör vaktinde güneş gözlükleri olan bir adam vardı. Ben onu incelerken biri daha indi arabadan. Tekin olup olmadığımı anlamaya çalıştıklarını hissettim. Sabırsızlanmaya da başlamışlardı.

- İnsanım

- Efendim?

- İn değilim cin değilim insanım

- Deli gibisin biraz

- Oranın bilemiyorum ama değilim diyemem öyleyim de diyemem

Gözlüklü adamın hoşuna gitmiş gibi güldü. Yanındaki olabildiğine gergin eli beline gitti. Gözlüklü adam belinden silahı çekti doğrulttu bana

- Bak şimdi göreceğiz ne denli deli olduğunu söyle kimlerdensin?

Önce bir afalladım. İlk defa silah doğrultulmuştu. Korku ile karışık bir heyecan duydum. Manyak bir katil olsa ya arabası ile ezer geçerdi ya da durmazdı ya da şimdi vururdu. Ama bana soru soruyordu. Tabii bu mantıklı bir katil olmayacağı anlamına gelmiyordu. O yüzden ne cevap vereceğimi iyi seçmeliydim.

- Bozkırlıyım. Filanca köyündenim. Ankara’dan yola çıktım köyüme gidiyorum.

Yanındaki adama işaret verdi. Yanındaki adam üstümü aradı. Üstümde bir şey bulamayınca arabayı aramaya başladı. Orada kitap, kalem ve tütün dışında bir şey bulamayınca geri döndü. Gözlüklü konuştu

- Ne diye yolun ortasında durdun böyle?

- Arabam tekledi bu sefer çalışmadı da ben de bu ıssızlığın ortasında bir Allah’ın kulu ile denkleşir miyim diye beklemeye başladım. Nasipte sizle denkleşmek varmış

Silahını indirdi. Gözlüklerini çıkardı. Gözlerinin bir kısmı mordu. İyice baktı bana belli ki yardım edip etmeme konusunda düşünüyordu. Daha sakin bir ses tonu ile tekrardan konuşmaya başladı.

- Dilek hakkını kullanmışsın kardeş bir Allah’ın kulu ile denkleştin. Ben Abdullah yanımdaki Abdul kardeşim gibidir. Sen kimsin?

Elini uzattı. Elini tuttum. Sıkıca salladı. Dostluğu, güveni temel alan bir hareketti bu.

- Kemal.

dedim. Arabayı kenara itip beni en yakın kasabaya kadar götürmeyi teklif ettiler. Arabayı ittikten sonra ciğerlerimizin yakıtı için birer tane yaktık. Birbirimize tütün ikram ettik. Bu samimiyet göstergelerinden birisiydi. Arabadan birkaç parça eşyamı aldıktan sonra arabalarında bindim. Lüksünden klasik bir arabaydı. Chevrolet İmpala. Fiyakalı bir arabaydı. Abiler de baya fiyakalıydı. Radyoda İspanyolca olduğunu düşündüğüm şarkılar çalıyordu. Bir saat kadar yol gittikten sonra bir ışık gördük. Çorbacı çıktı. İndik. Abdullah ve ben bir masaya oturduk. Abdul çorbacının yanına içeri girdi. Abdullahla karşılıklı tütün yaktık. Abdullah derince bir fıs çekti ciğerlerinden dumanı boşalttıktan sonra konuşmaya başladı.

- Söylesene Kemal Ankara’da ne işin vardı?

- Hocalık yapıyordum bir de yazarlık

- Kime?

- İsteyen herkese saatlik çalışıyordum. Yazarlık sanırım kendime

- Ne öğretiyordun?

- Tarih, osmanlıca temel ingilizce bazen koçluk

- Hahaha her şeyden var desene

- Parasına göre değişiyordu

- Neden kendine yazıyorsun?

- Başka okuyan yok sanırım ama kendime yazma sebebim yolumu kaybetmemek, yaşamanın yeni yollarını bulmak, yaşamak için yazıyorum

- Yazmadan yaşanmaz mı?

- Yaşanır. İnsan bir şekilde yaşar. Sürünerek, savrularak, uçarak, kımıldamayarak. Anlamlı yaşamak farklı galiba. Yaşamımı anlamlı kılan bu. Aklım ve kalbim dışında her şeyi yitirebileceğimi gördüm. Ve her şey için bunların da yitirilebileceğini. Aklım ve kalbim olmadan kendimin değilde bir başkasının hayatını yaşıyor gibiydim. Şahsiyetimi yitirmiştim. Buda yaşamak olmuyor zannımca. Aklımı ve kalbimi yazarak koruyabiliyorum en azından şimdilik.

Ben bunları söylerken farkında olmadan ikinci tütünü yakmıştım. Abdullah da karşıya gözlerini dikmiş beni dinlerken tütününü bitirmişti. Yenisini yaktı. Konuşmaya başladı.

- Kemal dinle bakalım nasıl?

İçinde bir taş

Kafanda bir kazan

Ağzından çıkan duman

Bir halta yaramayan uman

Ben de üç beş düşünürüm. Pek yazmam. Ama düşmanlarım ardından üç beş mezar lafı söylerim. Yaşamı anlamlı kılmak dedin ya benim için yaşamın anlamı güçtür. Geriye kalan her şey kaybedilebilir. İnsan gerçekten aç kaldığında, çaresiz kaldığında ihtiyacı olan tek şey güçtür. Benim için gücü sağlayan şey paradır. Paraya sahip olduğunda güce sahip olursun. Benim gerçekliğimde güçlü olan yaşar. Sadakat, sevgi, güven bunların hepsi alınır. Sen yazarsın ya hani bu saçmalıklara inanıyorsundur. İnsanların doğası hayatta kalmaya odaklıdır. Kendilerini hayatta tutacak olan şeyin ne olduğuna inanıyorlarsa ona sıkı sıkıya bağlanırlar. Sen aklını ve kalbini koruyabildiğin sürece hayatta kalabileceğine inanmışsın, kimisi ailesini, kimisi sevgilisini, kimi kariyerini, kimi sağlığını, kimi parasını günün sonunda hepsi kaybedilir. O yüzden neye inanıyorsan ona göre yaşıyorsun hayatı. Ben güce gücüme inanıyorum. Mesela Kemal şimdi kafana bir silah doğrultsa delinin biri kalemin seni kurtaracak mı?

Abdullah’ın sesi tehditvari bir hava almıştı. Bu konuşmadan bir heyecan duyduğu belliydi. Tık sesi duymam ile şakaklarımda silahın soğuk metalini hissettim. Bu sefer silah bana çok yakındı. Korkum heyecanımdan daha baskındı. Yaşama isteğimse gerçek bir tehdit karşısında zavallıca çırpınıyordu.

- Sanmam ama Abdullah diyelim ki şimdi kalp krizi geçirsen silah seni kurtaracak mı? Ya da aklını yitirirsen gücün sana ait olacak mı? Güçlüklerimiz gücümüze göre şekilleniyor.

Gülümsedi. Burnunun üzerine düşen güneş gözlüklerinden bana baktı. Son kez çektiği tütünü söndürdü. Abdul’e işaret verdi. Abdul silahı beline yerleştirdi. Abdul Abdullah’a bir zarf verdi. Zarfı içinden kaplan kafası olan gösterişli yüzük ve yüzüğün içinde bir parmak çıktı. İçindeki notu okudu gülerek. Cebinden bir adet kurumuş bir karanfil çıkardı. Yüzüğü aldı parmakla birlikte karanfili zarfa bırakıp dostlarımıza gönder dedi. Abdul giderken çorbalar geldi. Açıkçası olanlara karşı midem batsada iki kez silah doğrultulan bu gecede parmağı ciddiye alamadım. Abdullah konuşmaya başladı.

- Nereye gidiyorsun Kemal?

- Aslında bir varış noktam yok. Bir yolculuğa çıktım. Bozkırı kendimi anlamak için. Bir de yaşamak için.

- Benimle gel. Bozkırın başka bir yüzü ile tanış. Yaşamın ölümün yakından tanığı ol. Madem bir yola çıkmışsın bu yol bizi denkleştirmiş hikayenin böyle devam etmesi icap eder. Hem arabanı çoktan aldırdım. Seni sevdim. Bu yolculukta benim de hikayemi anlatmanı istiyorum.

Bu konuşmayı yaparken Abdul eli belinde başımda bekliyordu. Abdullah belinden silahını çıkardı. Masaya koydu. Cevabımı bekliyordu. Heyecanlandım. Korkuyorum. Ama bir yandan merak ediyordum. Neler olabilirdi? Beni ne bekliyordu. Heyecanlandım. Başka bir seçeneğim de yoktu açıkçası.

- Ne zaman yola çıkarız?