Tersine Pinokyo

Yasemin Karabacak

Bu, yalan söyleyemeyen bir çocuğun hikâyesi. Efe, hiç ama hiç yalan söyle-ye-miyordu. Ne okulda tüm gün birlikte vakit geçirdiği arkadaşlarına, ne de ailesine… Kimseye.

Biri ona, “Elbisem güzel olmuş mu?”diye sorduğunda,“Yani... çok yakışmamış,”

diyordu mesela. Aslında o da yalan söylemek istiyordu ama bunun için çoktan vazgeçmişti-_vazgeçmek zorunda kalmıştı. Kasabada adı ‘yalancıya çıktıktan sonra.

Efe'nin doğduğu kasabada insanlar yalan söylediğinde burunları uzardı. Ama bu yalanlar, nedense, insanlara tatlı gelirdi.Birisine kötü bir yemek yaptığında bile,“Sen dünyanın en iyi aşçısısın!”deseler, kişi söyleyenin burnuna bakar uzadığı görünce de gülümser,“Eksiklerim var ama düzeltirim,”diyerek mutlu olurdu.

Çünkü bu kasabada yalan söyleyince burnun uzaması, dürüstlüğün bir göstergesi sayılırdı.

Efe'nin “kusuru” da buydu işte: O yalan söylediğinde burnu hiç uzamıyordu.

O da her şeyi dümdüz ve açık söylüyordu. İlk başta kimse bunu fark etmedi.

Sonra bir gariplik olduğunu hissettiler.

Ve en sonunda şöyle dediler:

“Efe söylediklerinin hepsinde burnu uzamıyor. Demek ki söyledikleri hep yalan!”

“Dünyanın en güvenilmez insanı olabilir!”

Ve böylece Efe, dürüst olduğu hâlde, kasabanın en güvenilmeyen insanı ilan edildi.

Yavaş yavaş yalnızlaştı. Doğruyu söylediğinde insanların üzüldüğünü görmek onu da üzüyordu. Ama elinden başka türlüsü gelmiyordu. O da bundan sonra sadece gerçeği söylemeye karar verdi. İlk önce evde başladı. Bir akşam annesi sofrada sordu: “Yemek nasıl olmuş oğlum?”

Efe biraz duraksadı, sonra dürüstçe söyledi:

“Biraz tuzlu değil mi?”

Annesi şaşkınlıkla burnuna baktı.

Uzamamıştı.

Kadıncağız gözyaşlarına boğuldu:

“Allah’ım! Ne günah işledim de bu başımıza geldi?”

Ertesi gün okulda öğretmeni ‘nasıldı çocuklar anladınız mı? ‘ dediğinde de ‘kusura bakmayın ama ders çok sıkıcıydı. ‘ dedi.

Küçükken “Keşke ben de onlar gibi olabilseydim,”diye düşünürdü hep burnunun uzadığı yalanlı rüyalar görür, burnunu uzatacak bir alet bulmanın hayalini kurardı çoğu zaman.

Büyüdükçe “Ya da... belki bir gün herkes benim gibi olur!” diye dualar ederdi.

Yıllar geçti. Efe büyüdü. Bir şirkette çaycı olarak çalışmaya başladı.

İnsanlarla az konuşuyor, sadece gerekli cevapları veriyordu. Bu da ona iyi geliyordu.

Ta ki...

Bir gün şirkete yeni bir stajyer başlayana kadar.

Kız kasabaya yeni gelmişti.

Güler yüzlüydü ama o da çok konuşkan değildi.

Bir gün yere düşürdüğü kalemi ararken, Efe hemen uzattı

“Sanırım bu sizin,” dedi.

Kız şaşkınlıkla baktı:

— “Aa! Sen dilsiz değil miydin? Hiç konuşmadığını görünce öyle sanmıştım.”

Efe gülümsedi:

“Pek konuşmayı sevmiyorum,” dedi.Efe, onun kasabadan olmadığını anlamıştı.Baksana onu tanımıyordu bile. Bir gün dikkatlice baktığında bir şeyi fark etti:

Elif’in de burnu hiç uzamıyordu., ama yalanlar söylüyordu. Bu lanet onu nerden bulmuştu ki. Bu kasabada doğmasaydım keşke diye düşünüyordu.

Zamanla Efe ve Elif arasında güzel bir arkadaşlık başladı. Efe, ilk kez biriyle sohbet ediyordu.

Elif de Efe’nin yanında kendini iyi hissediyordu. Her şey çok güzeldi.

Ta ki bir gün Elif, bir arkadaşına şunu söyleyene kadar:

— “Ben hep zayıftım. 54 kiloydum. Hep dikkat ederim kiloma .”

Efe şaşırdı.

Çünkü daha önce Elif’in ona 3 sene önce sıkı bir diyetle 110 kilo dan 54 kiloya düştüğünü söylediğini hatırladı. Ona baktı. Burnu uzamamıştı. Ama bu bir yalandı.

Efe dayanamadı:

“Ama sen daha önce farklı söylememiş miydin?”

Elif bir an durdu. Soğuk bir bakışla Efe’ye döndü. ‘yalan söylüyorsun ‘ dedi. O sırada herkes Efe’nin burnuna baktı. Hâlâ aynıydı. Ama Elifin boğaya dönen sinirinden ofistekiler Efenin doğruyu söylediğini anladı. ki Efe doğruyu söylüyordu. Ama bu sefer... kimse gülmedi. Ofiste koca bir sessizlik oldu. Elif hızla odasına gitti. Bütün gün kimseyle konuşmadı.

Ertesi sabah Efe'nin yanına geldi:

“Senin bu kadar doğru olman tuhaf. Ve sanırım ben seninle artık konuşmak istemiyorum.

Sana asla güvenemeyeceğim. En iyisi, görüşmeyelim.”

Efe’nin kalbi kırılmıştı. Aslında bunun olacağını biliyordu ama yine de içindeki umut onu yanıltmıştı.

Ama tek kelime etmedi.

Elif gitti.

Ve o gün gökyüzü biraz daha griydi.

Gece olunca Efe düşünmeye başladı.

İçinde bir şeyler kıpır kıpırdı.

Ve sabah Elif’e bir mesaj attı:

“Sana ‘gitme’ demeyeceğim… ama gitme.

Yalanlar istiyorsan, yalanlar söyleyeceğim.

Ama… gitme.”