Pinokyo, büyüyünce gönlünü kaptırdığı bir güzelle evlenir. Babası öldükten sonra dürüstlüğüne sabredemeyen hemşehrileri, kimsesiz kalan Pinokyo’yu şehirden kovarlar. Eşini de yanına alıp diyar diyar gezen Pinokyo, nereye gitse önünde sonunda kovulur. Nihayet Yalansız isimli bir Türk köyüne denk gelirler. Bu köyün ahalisi Müslüman olduğundan hiç yalan söylemezlermiş. Pinokyo ve hanımı köylünün de kabulüyle köye yerleşir ve kısa bir süre sonra Müslüman olurlar. Gel zaman git zaman nur topu gibi evlatları olur. Köylülerin gençleri zamanla şehre göç ederler, yaşlıları da ahirete. Köyde pinokyo ve ailesinden başka kimse kalmaz. Evlatlarının da evlatları olur Pinokyo’nun. Yalansız köyü Pinokyo’nun köyü olmuştur artık.
Yıllar geçer, Pinokyo yaşlanır, hastalanır, ölüm döşeğine düşer. Geride bıraktığı nesline son nasihati “Yalan söylemeyin”dir. Pinokyo’nun çocukları, torunları köyde, kendi hâllerinde, sakin bir hayat sürerken genç torunları köyden çıkıp şehre gitmeye heves ederler. Büyükler bilir ki ne deseler kâr etmeyecek, yoldan çekilirler. Kısa sürede toplanıp şehre giden gençler fazla kalamazlar şehirde. Çünkü hiçbir şehir bu kadar dürüstlüğü kaldıramazdı. Üstelik yaşadıkları olaylar Pinokyooğullarını da sıkıntıya sokar.Mesela pinokyolardan birisi, yeni tanıştığı bir kişiye “Tanıştığıma memnun oldum” dedi aslında gerçekten memnun olmamıştı, çünkü yeni tanıştığı birinin iyi mi kötü mü olduğunu bilmiyordu ve memnun olup olmayacağına zaman karar verecekti, yalan söylediği için burnu uzadı. Bir başkası iş yerinde patron “Size daha iyi davranacak başka bir patron bulamazsınız, bulabilir misiniz” diye sorunca “Bulabiliriz,” dedi ve kovuldu. Bunun gibi olaylar pinokyo torunlarını pes ettirdi ve uzamış burunları, boşalmış keseleriyle gerisin geri köye döndüler. Yalnızca birisi dönmedi. Pinokyo’nun büyük oğlunun çocuklarından Sıddık.
Akrabalarının başına gelen talihsizlikler Sıddık’ın başına gelmemişti. O, yalan söylese dahi burnu uzamıyordu. Hayret. Bunu ilk olarak bir parkta otururken saati soran birisine 14:13 demek yerine ikiyi çeyrek geçiyor dediğinde burnunun uzamadığını görünce fark etmişti. Zira Pinokyo neslinden gelen hiçbir kimsenin burnu bu kadarcık bile yalan söylemenin karşısında uzamadan duramazdı. Burnunun uzamadığına iyice kani olmak için ertesi gün işe bilerek geç gidip patrona işe gelecekken âni bir baygınlık geçirdiği yalanını uydurmuş, patronu inandırmıştı ve böyle bir yalan karşısında en az otuz santim uzaması gereken burnu, bir milim bile uzamamıştı.
Sıddık, akrabalarını köye uğurlarken onları özleyeceği yalanını söylerken acayip keyif alıyordu. Bunca yıl sonra yalan söyleyebilmek büyük zevkti doğrusu. Hele de yalanlarına rağmen burnunun uzamadığını görmek. Müthişti.
Süslü cümlelerle kandırdığı iş arkadaşı Mine ile evlendikten sonra iyice şehre yerleşti. Ne köye gidiyor ne köyden arayan soran aile ve akrabalarıyla görüşüyordu. Eşi Mine, bir gün haftalardır düşündüğü bir fikrini açtı Sıddık’a: Sıddık’ın Pinokyooğullarından olması dolayısıyla ilgi göreceğini, yalan söylediği hâlde burnunun uzamamasının siyasette çok iş göreceğini ve siyasete atılmasının çok iyi olacağını söyledi. Bu fikir Sıddık’ın çok hoşuna gitti. Önce gözüne kestirdiği bir partiye üye oldu. Kısa sürede yağ çekmesi, yalan söylemesi, haram yemesi sayesinde partideki diğer üyelerin gözüne girdi. O sene belediye başkanı adayı oldu. Adaylığı süresince halka birçok vaatte bulundu. Halk inandı çünkü o, Pinokyo’nun torunuydu, asla yalan söylemezdi, söylese zaten burnu uzardı. Seçim günü geldi. Sandıklar açıldı. Oylar sayıldı. Sıddık Pinokyooğlu belediye başkanı oldu. Vaatlerinin hiçbirni yerine getirmedi ama söylediği yalanlarla gözleri boyadı, halkın sevgisini kazandı.
İş adamlarıyla ortaklıklar kurarak ticaraete de atıldı. Zamanla ülkenin en zenginlerinden oldu. Başkanlık seçimlerinde aday oldu ve kazandı. Başkan olduktan sonra babasından ısrarla görüşmek istediğini bildiren telefonlar aldı ama kabul etmedi. Bir gün babası çıkıp geldi, sarayın kapısına dayandı. Sıddık mecburen kabul etti babasını. Başkan oldu ya, kesin para isteyecek, ev bark isteyecekti babası. Ama yok, Sıddık buralara tırnağıyla kazıyarak gelmişti ve zırnık koklatmayacaktı. Babasını odasına alıp iki çay istedi. Çaylar geldi. Babası hâl hatır sorunca Sıddık “Sadede gel,” dedi. Babası “Sen aslında benim oğlum değilsin.” diyerek başladı söze. “Senin baban Yalansız Köyü’nden bir köylüydü. Tam on iki tane çocuğuyla şehre göçeceği zaman sen yeni doğmuş bir bebektin. Şehir yerinde yerleşene kadar seni bize emanet etti. Fakat gittikten kısa bir süre sonra trafik kazasında hayatını kaybetmiş. Annen mektubunda babasız çocuk büyütmenin çok zor olduğunu söylemiş ve seni evlatlık edinmenizi rica etmişti.” Duydukları karşısında hayrete düşen Sıddık nefes almadan babasını dinliyordu. Babası devam etti “Biz de seni evlat edindik. Sana oğlum dedikçe burnum uzayacak diye ödüm kopuyordu ama şükür ki uzamadı. Evlat edindiğimizden bir nevi oğlum sayılırdın neticede. Fakat şimdi işler değişti. Sen siyasete atıldığın gün soyadımıza leke getirdin. Seni nüfusumdan sildirmek istiyorum” Yalnızca “Nerden çıktı şimdi,” diyebildi Sıddık. Babası nereden çıktığını açıklamıştı zaten ama ne diyeceğini bilemiyordu. En son “Tamam. Sen köye dön, ben hallederim,” deyip gönderdi babasını. Üvey babasını. Bu işi kimse duymadan halletmeliydi ama nasıl? Pinokyooğullarından olmadığı bir duyulursa bütün itibarı zedelenirdi. Her şeyini kaybedebilirdi.
Günlerce gecelerce düşündü. Nihayet kararını verdi. Kökten halletmeliydi bu problemi. Hataya mahal vermemeliydi. Kararını verdiği gecenin sabahı yardımcılarına emretti ve müebbet hapis cezası almış bir katille görüşmek istediğini söyledi. Bunu duyan yardımcıları şaşırsalar da emrini yerine getirdiler. Katille özel olarak konuştu. Sonra basını topladı. Suçluları devlete kazandırma projesinden söz etti. Suçlularla bizzat görüşüp gerçekten pişman olanları devlet işlerinde çalıştıracağını anlattı.
O gece Yalansız Köyü’nde büyük bir yangın çıktı. Köy, merkezî yerlere çok uzak olduğundan yangından haber alınana ve itfaiye yetişene kadar içindeki her canlıyla birlikte küle döndü. Devlet başkanı Sıddık Pinokyooğlu akrabalarının gıyabî cenaze namazında gözyaşlarına hakim olamadı.
E. Ecran