Adem Olan Adam Olan Anlar

Fatma Dursun

Adem adam oldu diyorlar. Alnındaki ter hiç eksilmeden çalışır. Helaline helal katar. Pek konuşmaz ondandır onu dinlemez sanırlar.

Güneş açmazken kış bitmezken rüzgar eserken tarlalar ekile geç kalanlar tırmalaya Adem ekmeğini kovalaya dursun. Bir söğüt ağacı derenin kenarında salınırdı. Adem ne zaman mola verse iki sokum azığından yiyecek olsa bu söğüt ağacının altına gelirdi. Gel zaman git zaman söğüt ağacı ile arkadaş oldu. Söğüt ağacı ona daha merhametliydi. Daha candandı Doğaya bundandır ana demişler ata dememişler.

Sabahın ilk ışıkları dökülmeden Adem üstünü başını giymiş heybesini hazırlamıştı. Azığını hazırladı. Biraz yufka, yeşil soğan, peynir koydu. Biraz da ayran yaptı. Adem duymayan ama duyandan daha iyi uyduran nenesi için yufkanın arası peynir soğan sokum etti tülbente sarıp ekmek tahtasının üstüne koydu. Yola düştü. Atadan kalma tarlasını sürdürüp tırmıklatmıştı. Bugün ekecekti. Bir kısmına yiyecekleri kadar bostan yapıp kalan kısmına kabak ile şemşamer dikecekti. Kabak çekirdeği ile ayçekirdeğini bu sene satarsa kenara üç beş koyacaktı. Sabahın ışıkları ötedeki tarlalara dökülürken Adem tohumları sıra sıra atmaya başladı. Sıra sıra dikti bostanını. Güneş tepesine vurmaya başladığında kafasını ektiği topraktan kaldırdı. Göğe baktı. Aklı berraklaştı. İçi ferahladı. Tarlanın altına doğru indi. Söğüt ağacının dibindeki taşa kuruldu. Paçalarını sıvadı. Dereye uzandı. Derenin akan berrak ve serin suları ile kendini temizledi. Söğütün dibinden kıbleye doğru yöneldi. Eğilmeyen başını eğdi. Gönlünü açtı. Secdeye vardıkça dünya yükü onunla yere indi. Secdeye her vardığında o yükle doğrulması zaman aldı. Selamını verdi Adem. Bedeni ile zihni anda kaldı dededen kalma tesbihini çekerken. Ellerini açtı göğe doğru. Elleri ağırlaştı gönlü hafifledi Ademin. Sırtını söğüde verdi. Azığını yerken düşündü azıcık aşı kaygısız başı ile nenesi ile yaşayıp gidiyorlardı. Uzaktan el attı köyün tellallığına kendini adamış teyzesi. Paytak paytak koşuşu ile Ademin yanına geldi. Başladı konuşmaya Tellal Ayşe.

- Ağanın kızı kürdoğluna yanıkmış kaçacak olmuşlar ağa yakalamış bunları sonra kıyamet kopmuş kürt ırgatlarla ağa anlaşmazlığa düşmüş. Ağanın kızını istemeleri ciddi ciddi görücü olmaları ağayı çıldırtmış. Kovmuş onları buralardan. Yan köylere haber yollamış aş, iş, eş verilmeyecek vereni sürecekmiş buralardan. Napcan koskoca çukurova ağası kızını tabii bir çulsuza yar etmez. Aman işte genç cahil akılları bir karış havada. Tırık kızın oğlan da adam vurmuş duydun mu? Kan davasına düşmekten korktuklarında bir gecede pılı pırtıyı toplayıp kaçmışlar. Omurtağın oğlanda gömü bulmuş diyorlar. Yoksa acitler nereden yapsın ev hiç. Motor Hayriye’nin de motoru soğumuş diyorlar HAHAAHAH şaka şaka elden ayaktan düşmüş üstüne sinekler konuyormuş da yüzüne bakan yokmuş. Mollalardan Halil de adamın birine sinirlenip burnunu ısırıp koparmış atmış. Kuduz bunların sülalesi kuduz. Değnekli Emine de bacısının kapısına dayanmış değneği ile almış kocasının yanından. Tırrık kız… Karabacak Ahmet… Hocalardan Ali… Yetim Osman… Kuyuya gavur yuvarlamış Bekir… Karı oynatmış Hüseyin… Baraja düşmüş Selim… Çırıksız Fatma… Tilli Fadime… Tuzcu… Çavuş… Eski muhtar… Hırsız… Sucu… Stilci… Tüpçü…

Tellal Ayşe anlatmış da anlatmış. Adem ses etmemiş ama güneşin de bekleyeceği yokmuş onları. Tellal Ayşe karşısındakinin tepkisizliğinden hoşnut olmayınca Adem’e sataşmaya başlamış.

- Oğlum nenenle kuruyup gitme niyetinde misin? Koca burunlu nenen kocadı gayrı. Evlenip barklan gayrı. Çoluğun çocuğun bir horantan olsun. Bak çoluğu çocuğu avradı olmayanı adamdan saymazlar burada. Bir sıkıntın mı var evlenmiyon? Bulak sana bir kız. Adam ol adam. Böyle olmaz. O koca burunlu yalancı nenen yedi başını yediiii. Ananın bubanın başını yedii. Ateşlerde yatasıca üstüne toprak atılmayasıca. Senin üstünden de karartısı eksik olasıca… Hep o deden olacak irmeni tohumunun akılsızlığından köyde onca körpe kız varken vardı o koca burunlu neneni aldı. Ettiğini buldu. O koca burunlu nenen modalandıkça modalandı. Sanki şikarı neyse. Uyladı durdu o irmeni tohumu dedeni. Oğlanı askere yolladılar pul için. Oğlanın ölüsü gelince ananı sığdırmadı. Bir nizah kopardı o koca burunlu nenen. Uydurdu da uydurdu koca burnu dağları aştı. Yalanına yalan yetmedi kibrine kibrit getmedi. Ananı gitti başka köyden kocaya verdi.

Adem sessizce dinledi. Kaç kez dinlediydi bu hikayeyi acep. Köylü yakaladıkça anlatırdı. En çok da Tellal Ayşe teyze. Akranlar dedesiyle nenesiyle. Tellal Ayşe’nin kocası sağar Mehmet amca duymadığından Ayşe teyzeyi Ayşe teyze karada yakaladığına havada tuttuğuna bir şeyler anlatırmış. Sağar Mehmet sağar olmayaymış Tellal Ayşe’nin cehennem de arkadaşı az olurmuş. Nenesi de her seferinde farklı anlatır bunları. Ama hep anlatır hep anlatır ki inansın Adem ona. Yoksa Adem de koyup giderse nörecek bir başına akılsız başına koca burnuna. Nenesi bunları her anlattığında burnu daha da büyümüş. Eskiden kibrinden koca burunlu derlermiş sonrasında yalancılığından koca burunlu demeye başlamışlar. Bunu takan da köyün okumuşuymuş. Köylü diye okuyanı yok saymayacan. Bilen adam konuşur köylü de olsa.

Adem anlatılardan anlayacağı yıllar yıllar önce dedesi ile bubası arasında nizah kopuyor. Babası bir şekilde askere gidiyor. Anası karnı burnunda koca burunla kaynanası başında ev işi tarla işi kaynana yağlama işi derken duruyor. Pulla dönecek diye bekledikleri buba tabutla dönüyor. Sonra kaynana uylamaya başlıyor gelini. Oğlumun başını yedin diye diye eziyetler ediyor. Ya da gelin yerinde durmuyor. Adem doğunca anası ya kaçıyor ya nenesi anasını yolluyor eve barka sığdırmıyor. Dede de bir süre sonra toprağa boyluyunca nene ile Adem kalıyor. Olay nasıl olursa olsun ne kadar kötü olursa olsun geriye bir nenesi kalıyor. Adem yufkaya soğan sokum eder gibi bunları da kalbine sokum ediyor.

Tellal Ayşe, Adem’in sessizliğine iyice kuruldu.

- Bak oğlum sen de benim oğlumsun lafımı duy tut. Var mı paran pulun dünya alem kulun yok mu paran pulun perişana yolun. Bu tarla işini bırak şehre var. İş tut. Şu neneni bırak. Bir avrat bulak kendine aile kur. Senin o nenenle şu tarladan yediğinle ömür bitmez. O koca burunlu nenen de göçüp gittiğinde kalırsın bir başına. Duydun mu dediğimi?

Adem kafasını salladı Tellal Ayşe baktı Adem’in burnu fındık burun sokurdandı koca burunlunun torunu değil zaar gerçekten de diye.

Adem’in canı sıkıldı ne ima ettiğini bildi. Yine de ses etmedi ne onun ilk ima edişiydi ne de bu imayı ilk ondan duyuşuydu. Masimemeye çalıştı. Söğüde başını verdi. Sonunda sadece söğütle kalmıştı. Söğüdü dinlemeye başladı. Rüzgarla karşılaşan söğüt hışır hışır konuşuyordu. Küçük karıncalar sıralı adımlar pat pat yukarı çıkıyordu. Örümcek dalların arasına kurduğu ağına düşürdüklerini sarmalarken yapraklar sakin ritimli raks yapıyorlardı. Kuşlar hele bıcır bıcır konuşuyorlardı. Dere şırıldarken Adem bir rüyaya daldı.

Söğüt ağacının altında bir Adam var. Tarlanın toprağı taştan değil derenin suyu sığ değil. Bulutlara değen ufuksuz yeşil vadide derince akan bir derenin kenarında Söğüt Adam Adem. Söğüt yaşlı başını yavaşça kaldırmış. Sormuş

- Alemlerin içinde bin alem var bir alemin içinde bin alem varken bir alemin içinde kaybolanlar var. Kaybolanların arasında hiç ölmeyen hep dolaşanlar var. Kimdir bunlar?

Adam ses etmemiş. Adem’e bakmışlar. Adem’e sormuşlar. Adem ses etmemiş. Adem ses etmedikçe başkalarının devam etmesine alışmış. Ama onlar beklemiş. Söğüt de Adam da Adem’i beklemişler. Alemlerin içindeki alemler gibi vaktin içinde de vakit olmuş. Adem sustukça durmuş her şey. Bu ilk olmuş Adem bilememiş ne diyeceğini. Boğazını temizlemiş.

- Ben bilmem bilmediğime de konuşmam konuşmam ki yalan konuşmayayım. İnsan bilmediğinin hakkını susarak ödesin ki doğrusuna yalan borcu olmasın.

Yaşlı söğüt hohoho diye gülerken Adam olan sadece tebessüm etmiş. Adam

- Senin anlayacağın şekilde sorayım Adem, ölüpte hiç ölmeyenler kimlerdir?

Adem bu sefer bilmiş bilmesine ama ses etmemiş. Adam tekrar konuşmuş.

- Ben onlardanım Adem. Ben kimim Adem?

Yaşlı Söğüt konuşmuş.

- Adem olan anlar Adam olan anlar.

Söğüt Adem’in burnuna dokunmuş. Bir anda tüm yaprakları Adem’i sarmaya başlamış. Yeşil vadi sararıp solmuş dere çekilip kurumuş Yaşlı Söğüdün yaprakları dökülmüş dalları dikenlemiş. Adem’i tamamen örümcek gibi sararken Adem en son Adamı görmüş. Kafası uçmuş omuzlarından aşağı kan yağmış yeşiller içinde bir Adam.

Adem gözlerini açtı. Dere akıyor tarla duruyor Söğüt başında usul usul sallanıyor. Adem Heybesini yüklenip güneşten evvel evine vardı. Nenesine sordu.

- Nene senin burnun neden büyük?

- Hıı? Ne dedin? Kim koca burunluymuş?

- NENE SENİN BURNUN BÜYÜK YA HANİ NİYE BÜYÜK? NE OLDUDA BU KADAR OLDU?

- Bana bak İrmeni dölünün torunu ben doğruları konuştum da ondan büyüdü benim burnum.

- BENİM BURNUM NEDEN BÜYÜK DEĞİL?

- Yalan konuşanın burnu küçük kalırmış. Aynı aklı gibi. Yine Tellal girdi demi aklına. Düşmedi yakamızdan dili uzadığından burnu küçük kaldı. Dili küçük olanın burnu büyük olur. Sen hiç konuşmuyorsun ki evladım. Ne dilin uzadı ne burnun. Sustukça gözlerin karardı için karardı. Yalan konuşma hakikati konuş bırak uzasın burnun.

- Babam nasıl biriydi?

- Adam gibi adamdı. Alem daha onun gibisini görmemişti. Ondan adını Adem koydular. Adamdan olma Adem. Adam Adem’den gelir ama Adem olan da Adam olan da anlar derdi deden. Ne etmeye sordun?

- Öylesine sordum bir anlamı yok.

Adem’in burnu hiç uzamadı. Adem en son o zaman bu denli konuştu. Adem Adamı da söğüdü de bildi.