Ölümlü Zarf

Emine Ecran Şenel

Bekçi Ömer sabaha karşı nöbetten geldi. Üniformasını çıkarıp özenle askıya astıktan sonra hemen yattı. İzin günüydü. Yani en sevmediği gün. Beş saat sonra istemese de uyanacak, güzel bir menemen yapıp, çay demleyecekti. Nöbetten dönerken aldığı taze ekmeği menemene bana bana iştahla yerken bardağındaki çay, tabağındaki peynir, perdenin arasından sızan güneş huzmeleri, hatta menemenin içindeki ezik domatesler bile yalnızlığını vuracaktı yüzüne. Sonra rüyasını hatırlayacaktı. Ya anasını, babasını ya tarlasını tapanını görmüş olacaktı rüyasında. Efkârlanıp radyoyu açacaktı. Radyoda çalan türkü efkârına efkâr katacaktı. Bulaşıkları yıkarken yalnızlığına küfredecekti, ağlamayı bilmediğinden. Sonra kahveye gidecekti, kafası dağılsın diye. Kahvedeki emeklilerle oradan buradan muhabbet edeceklerdi. Biraz siyaset, biraz ekonomi, biraz gençlerin kötüye giden hâlleri… Muhabbetten sıkılınca elindeki kahve fincanının içine akseden yalnızlığını görecekti. Eve gitmek istemeyecek birkaç esnaf dolaşacaktı. Esnaf çocukların masraflarına yetişemediklerinden şikâyet edince yalnız olmak bi yerde iyi be, masraf yok, diye geçirecekti içinden. İçi bu düşünceyi kabul etmese de.

Bütün izin günleri böyle geçerdi. O gün de böyle geçecekti, kahveye gitmek için evden çıkarken kapısının önündeki çelengi görene kadar. Bir çelenk vardı kapının önünde ve çiçeklerin arasına sıkıştırılmış bir zarf. Zarfı aldı, açtı. İçinde katlanmış bir kâğıt vardı, kâğıtta Allah rahmet eylesin yazıyordu. Sağa sola baktı kimse yoktu. Kimden geldiği de yazmıyordu. Yanlış oldu herhalde diye düşündü. Zarfı cebine koyup kahveye gitti. Hacı Rıza, Ömer’i görür görmez ayağa kalktı. “Gel Bekçi Ömer, gel. Duydun mu olanları?” dedi. “Hayırdır?” diye sordu Bekçi Ömer. “Yav hepimizin kapısına çelenk koyup, zarfların içine de Allah rahmet eylesin yazmış eşşoğlunun biri. Bu ne demek oluyor, biri bizi tehdit mi ediyor, bizimle dalga mı geçiyor?” Nureddin emmi atıldı “Sana koymamışlar mı Ömer?” “Koymuşlar Nureddin emmi de ben yanlışlık oldu sandım.” “Evlerinizde mutlaka silah bulundurun,” dedi birisi. “Biz varken bir şey olmaz. Bırakın silah milah işerini. İş açmayın başımıza,” dedi Bekçi Ömer. “Şimdiye kadar hırsız arsız zarar verebildi mi size. Veremedi. Çünkü biz bekçiler gözümüzü dört açar sizi koruruz evelallah. Hergelenin biri dalga geçiyordur. Siz rahat olun.”

O gece nöbeti yoktu ama nöbetteki bekçi arkadaşı Rüstem’e selam vermek bahanesiyle dışarı çıktı. Şüpheli bakışlarını etrafta gezdirerek çevreyi kolaçan ederek bir kaç tur attı. Asayiş berkemaldi. Eve geçip uyudu. Sabah beşte nöbeti teslim almak için evden çıktı. Çelenkte yine bir zarf vardı. Zarfı açtı: Her canlı ölümü tadacaktır.[1] Sinirlendi. Kâğıdı buruşturup attı. Kâğıtta yazanın ayet olduğunu hatırlayınca tekrar aldı. Töbe çekti. Kâğıdı düzeltip öptü, alnına koydu. Dışarı çıktı. Rüstem bekliyordu. Selamlaştılar. “Yine koymuş it oğlu itler” dedi. Rüstem anlamadı. “Zarf” dedi. “Yine koymuşlar, kimseyi görmedin mi?” “Yok. Vallahi gözümü kırpmadım, beş dakika oturmadım ama kimseyi de görmedim.” İnanmadı Bekçi Ömer. Yarın gece ben yakalayayım da gör bakalım nöbet nasıl tutulurmuş, diye geçirdi içinden. Bugün gündüz nöbeti vardı yakalayamazdı ama yarın gece nöbeti vardı, elbet kulağını bükecekti o sapığın. Nöbete başladı. Mahallede karşısına çıkan çelenkleri toplayıp çöpe attı. Çelenklerin üzerindeki zarfları da bir poşete doldurup yaksın diye fırıncı Nedim’e verdi. Ayetleri çöpe atmak günah olurdu. Bütün çelenkleri toplayamadığından mahalleliden bazıları yeni zarfları okumuştu. Yeniden tedirgin olmuşlardı. Çocuklarını yabancı kimseyle konuşmamak, okuldan sonra hemen eve gelmek konusunda sıkı sıkı tembihlediler.

Gece onbirde nöbeti bitirip eve geçti Bekçi Ömer. Hemen yattı. Ertesi gece nöbeti vardı, güzelce dinlenmeliydi. Kesin yakalamalıydı bu çeteyi. Bu işi yapanların bir çeşit çete olduğunu düşünüyordu. Uyudu. Sabah uyandı. Menemenini yedi, çayını içti. Haberleri dinledi. Balkona çıktı. Sıcak bir yaz günüydü. Yoldan geçen adamlar Bekçi Ömer’i balkonda görünce selam verdiler ve “Ne olacak bu zarf işi?” diye sordular. Ömer “Tasalanmayın, bu gece ben nöbetçiyim, enselerine bineceğim.” dedi. Her geçen adamla aynı muhabbeti yapmaktan sıkıldı içeri geçti. Bir kaç saat daha uyudu. Neredeyse öğle namazını geçirecekken uyandı. Öğle namazını kıldı, ardından ikindiyi. Oyalanmak için evde tamir edilecek bir şeyler aradı. Bulamadı. Mutfağa geçip makarna yaptı, yanına da ayran. Haber dinledi. Ardından eski bir Türk filmi izledi. Biraz daha uyudu. Uyandı. Üniformasını giydi. Saat daha ondu. Beklemeye dayanamadı çıktı.

Rüstem’i eve yolladı. Başladı nöbete. Gözünü kırpmadı. Kuş uçurmadı. Bazen bir iki gölge görür gibi oldu, hemen gördüğü yere koştu. Kimse yoktu. Sabah beşe kadar gelen giden olmadı. Beşte Rüstem geldi. “Gelirken baktım da hiçbir yerde çelenk melenk yoktu.” dedi. Bekçi Ömer taii olmaz ben senin gibi ayakta uyumuyorum, dedi içinden. “Gün ağarana kadar birlikte dolanalım da iyice emin olalım” dedi dışından. Dolaşırken gece nasıl da uyanık olduğunu, kuş uçurtmadığını anlattı Rüstem’e ki o da nöbetlerini kensi gibi hakkını vererek tutsun.

Gün ağarınca Rüstem’e kolaylık dileyip eve geçti Kapının önüne geldiğinde kendisini bir çelenk karşıladı. Yine çiçeklerin arasına sıkıştırılmış bir zarf: Biz ona şah damarından daha yakınız.[2] Bir hışımla binadan çıktı. “Kimsin ulan çık karşıma!” diye bağırdı. Sağa sola koşturdu. Kimse yoktu. Eve dönerken Hacı Nedim’i gördü. Kim koydu bu çelenkleri diye hesap soracağını düşündü ve kaçmak istedi. Ama Nedim çoktan selam vermişti. “Selamünaleyküm Bekçi Ömer.” “Aleyküm selam Hacım.” “Helal olsun sana, nasıl bir bekçilik yaptıysan çelenk koyamamışlar bu gece” Bekçi Ömer şaşırdı “Koymamışlar mı?” “Koymamışlar ya. Allah razı olsun Ömerim, yirmi yıldır sayende rahat uyuyoruz, daha bir kere huzurumuzu kaçıracak hırsızlık arsızlık olmadı,” dedi Hacı Nedim. Ömer içten içe gururlandı. Şanına halel gelmedin diye kendi kapısına konan çelenkten bahsetmedi. Kimse görmeden ortadan kaldırmak için Hacı Nedimle hızlıca vedalaşıp eve geçti.

Çelenk’ içeri aldı ve kullanmadığı boş odaya koydu. O günden sonra mahalleli bir daha kapılarına konan bir çelenkle karşılaşmadı. Fakat Bekçi Ömer her sabah başka bir çelenk başka bir zarf buluyordu kapısında. Ne yaptıysa yakalayamadı bu işi yapanları. Kimseye de anlatmıyordu derdini, çelenkleri kullanılmayan odada biriktiryordu. Zarflarda Nerede olursanız olun ölüm sizi yakalar; sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile![3]

Fakat onlar, daha önce işledikleri günahlar yüzünden hiç bir zaman ölümü isteyemezler. Allah, o zâlimleri çok iyi bilir.[4]

O Allah, sizi geceleyin ölü gibi uyutuyor, gündüzleyin ne yaptığınızı biliyor, sonra sizi belirlenmiş ecelin tamamlanması için sabah vaktinde uyandırarak yeniden diriltiyor. En sonunda dönüşünüz O’na olacak, o da size yaptıklarınızı bir bir haber verecektir. [5]

ÖLECEKSİN!

ÖLMEDEN UYAN! diye notlar yazıyordu.

Bekçi Ömer iyiden iyiye korkmaya başlamıştı. Şimdiye kadar bakçiliğini öyle güzel yapmıştı ki belki de bu suç örgütlerinden birinin dikkatini çekmişti ve Bekçi Ömer’i ortadan kaldırmak istiyorlardı. Belki de bir gece ansızın sırtından bir hançerle ya da hain bir kurşunla son vereceklerdi Ömer’in hayatına. Artık gece nöbetleri zor geçiyordu. Her an arkasında biri var gibi hissediyordu. Nöbette olmadığı zamanlar evde duramıyordu. Gününün çoğunu kahvede geçiriyordu. Hiç âdeti olmadığı hâlde eve sık sık misafir alıyordu. Mahalleli çelenkleri çoktan unutmuştu. Bekçi Ömer’e gelenlerden hiçbirinin haberi yoktu.

Bekçi Ömer her gece kâbuslarında ya birisi tarafından boğuluyor, ya bıçaklanıyor, ya kurşunlanıyordu. Sonunda emekli olma kararı aldı. Böylece gizli örgüt de peşini bırakırdı. Hem zaten yorulmuştu. Gençlerin önünü de açmak gerekti. Dilekçesini yazdı, ilgili mercilere iletti. Bu sırada çelenk ve zarf gelmiyordu. Bekçi Ömer ulan hakkaten benim bekçiliğimden rahatsızmış bu örgüt. Dilekçeyi verir vermez tehditleri kestiler, diye düşündü. Bunlara pabuç bırakmasa mıydım diye de geçirdi aklından. Sonra boş verdi. Artık dinlenmenin vakti gelmişti.

İki hafta rahat etti. İki hafta sonra nöbete çıktığı bir sabah bir zarf buldu kapının önünde. Nefesi daraldı. Başı döndü. Göğsü sıkıştı. Dizleri tutmadı. Zarfı yerden zar zor aldı. Ayakta duramadı. Yere yığıldı.

Bekçi Rüstem aşağıda Ömer’i beliyordu. Yarım saat gecikince eve çıkıp bakmak istedi. Ömer’i kapının önünde yere yığılmış görünce koştu. Nabzı atmıyordu. Ambulans çağırdı. “Ex” dediler. Ömer’in elindeki zarfı Rüsem’e verdiler. Rüstem zarfı açtı. Emeklilik başvurusunun kabul edildiği yazıyordu.

E. Ecran

________________

[1] Âli imran 185

[2] Kaf 16

[3] Nisa 78

[4] Bakara 95

[5] Enam 60