Oldukça Beklenen

Rabia Bayazit

Elindeki fenerle şantiyeyi kolaçan ettikten sonra kulübesine döndü. Bu şirketteki beşinci yılını doldurmak üzereydi. Gece gündüz burada kalıyordu. Ona iş teklif eden çoktu ama sadakat sahibiydi, yıllardır ekmeklerini yediği patronlarını yüz üstü bırakıp gidemezdi. Piyasada onun gibi güvenilir birini bulmak zordu.

Rashid gözleri çakmak çakmak, yağız bir delikanlıydı. Oldukça heybetli görüntüsü sayesinde İstanbul’un dört bir köşesinden iş alan patronlarını hayal kırıklığına uğratmıyordu. Biten son projenin ardından patronları Nişantepe taraflarında yeni bir inşaata başlamışlardı. Rashid’in kulübesi inşaat başlamadan çoktan oraya dikilmişti. Patronları da Rashid de çok iyi biliyorlardı ki bu yeni projenin bel kemiği Rashid'in kendisiydi. İlerleyen zamanlarda bunu daha iyi anlayacaklardı.

İnşaatın ilk günü önemliydi. Temeli atılacak binayı bir hayırsever yaptırıyordu. Sevgi evi dedikleri bir yer yapacaklardı. Rashid sevgi evinin henüz tam olarak ne olduğunu anlayamamıştı. Ama hem sevginin hem de ev kelimesinin ondaki yeri çok derindi. İçindeki cılız bir ateş bir anda harlanmış gibi nefesi kesildi. İş makinelerinin kazı yaptığı dümdüz arazideki tebrik çelenklerine baktı. O rengârenk çelenklerde eşinin ve çocuklarının yüzünü görüyor gibiydi. Dudakları heybetine yakışmayacak şekilde düşmüştü. O an annesinin kucağına koşmak isteyen küçücük bir çocuk gibiydi.

Beş yıl… Tam beş yıldır ne eşini ne de evlatlarını görebilmişti. Onları, beli bükülmüş anne ve babasına emanet edip ülkesinden çıkmıştı. Nerede tutunursa orada çalışacak, memleketine para gönderecekti. Ama gittiği her yerde adı Afgan’dı. Afgan göçmen, Afgan işçi, Afgan mülteci… Türkiye’ye ilk geldiğinde birkaç aylığına doğuda çobanlık yapmıştı. Sonra iş imkânının çokluğunu umarak İstanbul’a gelmişti. Bu zamanda, İstanbul gibi bir yerde şantiyede bekçilik yapmak kolay mıydı? Değildi elbet. Afganistan’da başlarını sokacak düzgün bir ev yaptırana kadar burada çalışmaya devam edecekti. Ama ailesinin her türlü masrafını da karşıladığı için beş yılda sadece evinin temelini attırabilmişti.

Ona yaklaşan patronlarını görünce her hüznü dağıtan kuru öksürüğe sığındı. Ayağa kalktı ve ciddiyetle gözlerini kıstı. Uzaktan ona bakan biri, onu özel koruma sanabilirdi.

-Rashid oğlum, bir sıkıntı görüyor musun?

-Yok abi.

İş sağlığı ve güvenliği uzmanı sahadaydı. Gerekli önlemler alınmış, ilk günün paydosu yaklaşmıştı. Makineler teker teker kontak kapatıyordu. Güneş batmaya yüz tutmuşken şantiyede bir tek sıvacı Cezmi kalmıştı. Aslında onluk bir durum yoktu ama merak etmişti araziyi. Çalıştığı diğer şirketlere satacak bilgilerin peşindeydi. Patronların patronluğu bitikti aslında. Şu Cezmi’ye resmen yalvarıyorlar çalışması için. Günlük yevmiyesi şişkin olmasına rağmen mırın kırın ediyor Cezmi. Ama işi kabul etmeyegörsün, ekibiyle kaymak gibi sıvalar yapıyor.

-Duydun mu Rashid, sevgi evi yapacaklarmış.

-Duydum da sevgi evi nedir?

Cezmi, Rashid’in sorusunu duyunca bastı kahkahayı:

-Sevgi evi, benim gibi sevgisiz çocukların yetiştiği evlerdir. Ben sevgi evinde kaldım kardeşlerimle. Devlet bana memuriyet verecekti de ben istemedim. Yaşım yetince çıktım geldim İstanbul’a. İnşaatlarda çalışmaya başladım. İşin iyice ıncığını cıncığını öğrenince oldum sana sıvacı.

Cezmi yine bir kahkaha attı. Sonra bir anda yüzü ciddileşti:

-Üç yıl boyunca yok pahasına her işte çalıştırdılar beni. Allah akıl verdi de piyasadaki eksikliği gördüm. Dedim ben sadece sıva yapacam. İyi de parası vardı ha… Bir üç yıl da öyle çalıştım. Bazen dedim memuriyeti alsaydım keşke. Sonra dedim yok yav, kardeşlerimi yanıma alacaktım, bana yetmezdi parası.

Rashid'in derin bir nefes aldığını görünce Cezmi elini Rashid’in omzuna attı:

-Ulan hiç değilse senin uzakta da olsa eşin, çoluğun çocuğun var. Benim babam anamın katili diye sevdiğimi vermediler bana. Kardeşlerime hem ana hem baba olacam diye kendimden vazgeçtim ben.

Rashid’in gözleri açıldı. Omzundaki elden korktu, hafif bir geri çekildi. Cezmi anlamış gibi çekti hemen elini, başını yere indirdi, ayakkabısının burnuyla toprağı eşelerken:

-Gurbet sadece ülkenden uzak olmak değil ki bremin.. Hadi eyvallah!

Cezmi çoktan gözden kaybolmuştu. Rashid cılız bir sesle “Eyvallah.” deyip kulübesine yöneldi. Hasretinden yorgun düşen yüreğini biraz olsun ısıtmak için çay doldurdu bardağa. Küçücük penceresinden alabildiğine düz araziyi görebiliyordu. Uzaklara dalıp hayal kuracak kıvama gelse de sıvacı Cezmi’nin yarım yamalak anlattığı hikâyesi onu düşündürmüştü. Bir insan eşine, çocuklarının anasının canına nasıl kıyar ki…

Rashid hem kendine hem de sıvacı Cezmi’ye üzülerek bir saati geçirmişti. Alarmı çalmasaydı daha da üzülecekti. Alarm çalınca hemen el fenerini alıp şantiyeyi dolaşmaya başladı. Malzemelerin yığıldığı tarafı iyice gezdikten sonra kulübesine geri döndü. Haberlere bakmaya başladı. Birbirine öfkeli onlarca insanın hikayesinden sıkılıp kapattı telefonunu. Morali iyice bozulmuştu. Ailesi güvende miydi, onun bilmediği sıkıntıları var mıydı, üç ve altı yaşlarında bıraktığı çocukları ne kadar büyümüştü… hepsi bir muammaydı onun için. Kısıtlı da olsa görüntülü konuştuğu zamanlarda görmüştü çocuklarını. Ama onların gözlerinde bir yabancı gibi görüyordu kendini. En az Cezmi’nin babası kadar yabancıydı ailesine sanki… Rashid bu düşüncelerle uykuya dalmıştı.

Onu daldığı uykusundan uyandıran bir ses olmuştu. Gözlerini açar açmaz araziye bakınca bazı karartılar gördü. Eline hemen bir odun aldı. Gözlerini iyice kısıp karartıların ne olduğunu anlamaya çalıştı. Patronlardan birinin onu çingeneler konusunda uyardığını hatırladı. Hemen telefona sarılıp patronlara haber verdi. Normalde kulübesinden çıkardı ama artık canını siper etmek istemiyordu. Bir süre çingeneleri seyretti. Saymaya çalıştı, en az dokuz kişi vardı. Koskoca kablo makaralarını kaldırıp sürüklemeye çalışıyorlardı. Besbelli hırsızlıktı bu.

Çingeneler makaralardan birini getirdikleri kamyonete koymayı başarmışlardı. Patronlardan da gelen giden yoktu. Rashid bunca yıllık güvenirliliğine zeval gelmesinden korkuyordu. Dayanamayıp dışarı çıktı. Çobanlıktan kalan bir refleksle “Hoooooo!” diye bağırdı. Çingenelerin hepsi dönüp Rashid'e baktılar. Bu kocaman adamın elinde silah olup olmadığını kestiremediklerinden dolayı saniyeler içinde kamyonete doluşup kaçtılar. Rashid işinin bu kadar kolay olacağını düşünmemişti. Aradan beş dakika geçmemişti ki patronları üç araba dolusu adamla çıkageldiler. Rashid durum raporu verdikten sonra herkes birbirine baktı. Polis çağırmadıkları için şanslılardı. Yoksa hem Rashid işinden olacaktı hem de şirket kaçak işçi çalıştırıyor diye ceza yiyecekti. Cezanın pek bir caydırıcılığı yoktu ama yine de herhangi bir sıkıntı yaşanmasını istemiyorlardı. Yarım saat arazide takıldıktan sonra arabalar tek tek şantiyeden ayrıldı.

Ertesi sabah gün doğarken Rashid kulübesinden çıkıp bir malzeme yığınına bir de solmaya yüz tutmuş çelenklere baktı. “Yazık!” dedi içinden. İnsanın gözünü gönlünü açan bunca çiçek dün bir yaşama sebebi iken bugün ölümün soğuk yüzü olmuştu. Rashid hanımını düşündü. Onun gülen gözleri de zamana yenilmiş miydi?

Çelenklerde unvanları takip eden birçok isim vardı. Sevgi evi vurgusu gözüne çarpıyordu. Demek sevgisiz kalmışların yuvası içindi bu temel… Bekçiliği gözünde kutsallaşmıştı. Rashid kahvaltı için işçilerin gelmesini bekliyordu. Kimi ekmek kimi peynir domates kimi de peynir getirecekti. Köşedeki tahta yığınları kahvaltı için oldukça müsait bir yer olacaktı. İşçiler tek tek gelirken kahvaltı da yavaş yavaş şekillenmeye başlamıştı. Kapıda patronlardan birinin arabasını da görünce Rashid şantiye girişine doğru koştu. Hemen girişteki yere aracını park eden patronu karşıladı. Gecenin nasıl geçtiğine dair ayaküstü bir konuşmadan sonra patron ceketinin cebinden bir zarf çıkardı:

-Rashid oğlum bu zarfı burayı yaptıran hayırsever gönderdi. Ev yaptırdığını duyunca sana yardım etmek istemiş.

Rashid nasıl sevineceğini, ne diyeceğini bilemedi. Ama o anda patronu başka bir zarf daha uzattı:

-Bunu da bir tanıdık bana verdi. Banka promosyonuymuş. İyi para ama ona iyilik getirmez. Kime verirsen ver dedi. Aklıma sen geldin. Kabul edersen bunu da al.

Rashid biraz duraksayınca patronu “Sana helaldir inşallah.” deyince o zarfı da çekinerek aldı. Yanakları mahcubiyetten al al olmuştu. Patronu onu daha fazla utandırmamak için işçilere doğru yürümeye başladı. Rashid hanımının gülecek gözlerini, çocuklarının içtenlikle baba diye seslenecekleri o günleri artık daha yakın görüyordu.