Zamanın dışından gelen, zamana yayılan bir andım. Varlığıma mı daha çok inandım, yokluğuma mı? Kalbimde kımıldanan merak, bu yolculukla geçer sandım. Söylesene bana, çok mu yanıldım?
Birkaç adım ötedeki meraklı kalabalığı görünce usulca yanlarına yanaştım. Kalabalık dediysem üç kadın sadece. Her kadının en az yirmi sesi olduğunu düşünürsek de kalabalık diyebiliriz neticede. İçlerinden birisi telaşlı bir şekilde çantasındaki telefonu çıkardı.
“Hemen acil durum hattını arayalım. Hâlâ engelleyebiliriz.”
“Neyi?”
Sorum onlara yaklaştığımı fark etmeyen kalabalığın meraklı bakışlarını üzerime çekmeme neden oldu. Soruma ancak beni süzdükten sonra cevap verebildiler.
“Şuradaki genç kendine zarar verebilir. Onu engellemeye çalışıyoruz.”
Gösterdikleri yere baktım. Bir tane yirmili yaşlarda delikanlı çimenlere uzanmış kitap okuyordu. Gözlemlediğim kadarıyla kendine zarar veren bir tavrı da yoktu.
“Neden böyle düşündünüz?”
Üçü de gözlerini devirdiler. Bir orkestrada uyumla çalışan müzisyenler gibiydiler. Takdir ettim. Tekrar gence baktım. Düzgün giyimli, temiz yüzlü, suratında gülümseyen bir ifade bulunan ve bir de kitap okuyan bir genç.
“Anlamıyorum.”
“Bakıyorsun ama görmüyorsun. Koluna dikkatli bak.”
“Baktım, hiçbir şey yok.”
“Evet işte sorun tam olarak bu. Saatini takmamış!”
“Yani?”
Ülkemde saat takmayan her genç için acili arasam ne olurdu diye düşündüm. Acildeki insanların öfkelerini mi düşünsem yoksa gençlerin şaşkınlığını mı bilemedim. Gülümsedim.
“Sen nereden geldin?”
Bu soruya verecek cevabım yoktu. Çünkü ben de bilmiyordum.
“Uzaklardan.”
“Belli. Burası ile alakalı pek bir şey bilmiyorsun.”
“Anlatır mısınız?”
“Bu ülkedeki en önemli şey kol saatidir. Bebek doğduğu anda takılır ve her yaşında ölene kadar yenilenir. Ölünce kolundan çıkarılır. Bu doğduklarında var olan zamanı ölene kadar kullanabileceklerini, her yaşın kendilerine verilen bir hediye olduğunu ve ölünce artık zamanın dolduğunu gösteren bir ritüeldir.”
İki kaşımı kaldırmış, gözlerimi kocaman açmış, nefessiz dinliyordum. Söyledikleri çok anlamlıydı.
“Peki ölmeden önce çıkarırlarsa ne oluyor?”
“Bir nevi isyan etmiş oluyorlar. Bu hareket, zaman benim için önemli değil, artık istemiyorum gibi anlamlara geliyor. Yani bu genç kendine zarar verebilir.”
Söylediklerini zihnimde anlamlandırmaya çalışıyordum. Yine de tam olarak anlayamadığım bir şeyler vardı. Hepsinden önemlisi karşımdaki genç şu an çok huzurlu ve mutlu görünüyordu. Birkaç dakika sonra siren sesleri duyuldu. Biz konuşurken kadınlardan birisi çoktan acil durum hattını aramış ve durumu anlatmıştı. Eyvah dedim içimden. Bir şeylerin yanlış gittiğini hissediyordum. Sessizce olanları izledim. Ambulans gibi bir araçtan inen iki kişi gence doğru yürüdüler. Genç ise başında bir anda beliren bu adamlardan rahatsız olmuştu. Adamlar hiçbir açıklama yapmadan genci kollarından tuttukları gibi araca sürüklediler. Bize yaklaştıklarında konuşulanları da duymaya başladım.
“Bir açıklama yapar mısınız? Ne oluyor?”
Delikanlının az önceki huzurlu ifadesi gitmiş yerini endişe almıştı.
“Saatinizi takmamışsınız. Sizi rehabilitasyona götürüyoruz.”
“UNUTTUM! Sadece unuttum.”
“Orada anlatırsınız bunları artık. Zorluk çıkarmayın.”
Bir filmden sahne izler gibiydim. Müdahale etmek istiyordum ama bilmediğim bu diyarda yapacağım bir müdalenin sonuçlarından korkuyordum. O yüzden sessizce izledim. Kadınlar gereksiz bir endişeye kapılıp acil durum hattını aradıkları için mahçup olmuş görünüyorlardı. Sonra içlerinden birisi kahve içmeye gitmeyi önerdi. Bu öneri diğer ikisi tarafından coşkuyla karşılandı ve gülerek oradan uzaklaştılar. Çevreme baktım. Yol üçe ayrılıyordu. Birini yürümek için yokuş çıkmam gerekiyordu. Eledim. Biri çok ıssızdı. Bilmediğim bir ülkede ıssız bir caddede yürümeye cesaret edemedim. Galiba bilsem de cesaret edemezdim. Son bir tane kalmıştı. Makul bir kalabalık, düz bir yol. Daha ne isterim diye düşünürken yokuş çıkılması gereken yoldan bir rüzgar esti. Ben rüzgar sandım. Meğer koşan bir adammış. Hem çok hızlı koşuyor hem de her salisesini hatırlayacağım kadar yavaş hareket ediyordu.
Birinden mi kaçıyordu? Neden gülüyordu? Düzeltiyorum, neden bana bakıp gülüyordu? Bu tanıdık bakış neden beni üzüyordu? Son bir soru, neden kolunda saat yoktu?
Rüzgar gibi geçti yanımdan. Her ayrıntıyı hatırladığıma göre rüzgarın içinde ben de esmiş olmalıyım. Gittiği yol ıssız olandı. Bir an o yola doğru çekildim. Dağılmamalıydım. Seçtiğim yola odaklandım. Yürümeye devam ettikçe de rüzgarın etkisi kayboldu. Canlı ve renkli bir caddede yürüyordum. İçimde uyanan güzel duygular vardı. Uzun zamandır olmayan. Ruh emicilerin soldurduğu bir bahçede yeniden bir çiçeğin filizlenmesi gibi bir duyguydu bu. Bir kafenin içinden gelen hareketli bir müziğin ritmine uygun atıyordum adımlarımı. Birazdan caddedeki herkes benim ritmime katılacak, coşkuyla dans edecektik. Hint filminde değiliz, dedi içimdeki ses. Haklıydı. Olsun, ben hayalimde o dansı yaptım.
Caddenin sonu iki farklı yola ayrılıyordu. Birinde gri evlerin olduğu bir sokak vardı, diğerinde rengarenk evlerin olduğu bir sokak. Rengarenk evleri tercih ettim. Tam adımımı atacakken yine bir rüzgar esti. Bu kez sebebini biliyordum. Seçmediğim yola baktım. Aynı adam koşarak bana doğru geliyordu. Hızlı olmasına rağmen yine her ayrıntıyı fark edebiliyordum. Bu kez gülmüyordu. Telaşlıydı. Bana anlatmak istediği bir şey var gibiydi. Bana bir kaç adım kala durdu. Görünmeyen bir duvar ona sınır olmuştu. Hızla geri döndü sonra. Geldiği yere, gri evlerin olduğu sokağa koştu. Peşinden gitmek istesem de durdurdum kendimi. Renkli evlerin olduğu sokağa yöneldim ve onu unuttum. Bu sokakta genci ihbar eden kadınlarla karşılaştım. Kahve içiyorlardı. Beni görünce selam verdiler. Masalarına yöneldim.
“Nasılsın yabancı?”
“İyiyim teşekkürler, sizi sormalı?”
“İyiyiz. Bugün arkadaşımızın doğum günü. Saati yenilecek, onu kutlamaya geldik.”
O gün doğduğu için değil de saati yenileneceği için kutlamaya çıkmışlardı. Burada yaşasam sizinle arkadaş olurdum dedim içimden. Dışımdan sadece gülümsedim.
“Karşılaştığımızda bahsetmemiştiniz. Mutlu yıllar.”
“O zaman iki ay vardı. Sen naptın bu sürede, ülkemizi tanıyabildin mi?”
İki aydan sonrasını algılayamamıştım. Bana iki saat gelen iki ay mıydı? Burada zaman bana farklı işliyordu anlaşılan. Saatime baktım. Saatime göre de iki saat geçmişti. Şimdi zaman kime göreydi?
Şaşkınlığı fark edince bana bir su söylediler. Kendime gelince gülümsedim.
“Buranın havası beni biraz çarpıyor.”
“Çarpan bir şeyler olduğu belli. Dikkat et, burada bazı sokaklara girilmez.”
“Neden?”
“Burada sokakların, caddelerin hafızaları var. Kalabalık bir caddedeysen endişelenmene gerek yok. O cadde kalabalıklar yüzünden hatıralarını yitirmiştir.”
“Nasıl yani?”
“Şöyle düşün, zihnin belli bir kapasitesi vardır değil mi?”
“Evet öyle olmalı.”
“Zihnine ne kadar çok şey atarsan hatırlamakta o kadar zorlanırsın. Caddeler için de böyle. Ne kadar kalabalık o kadar az hatıra. Bu hepimiz için en iyisi.”
Seçmediğim sokaklardan çıkan adamı hatırlıyorum. Bir hatıra mıydı sadece? Beni hüzünlendiren bir hatıra. Masadan kalkıyorum. Sokağın sonuna yürüyorum. Bu kez seçmek istemediğim bir sokağı seçeceğim diyorum. Yol ikiye ayrılıyor yine. Birinin iki kenarı uçurum, diğeri türlü çiçeklerin olduğu bir yol. Seçmediğim yollarla yüzleşmekten kaçtıkça hep karşıma çıkacaklarını hissediyorum. Şimdi gitmesem bir sonrakinde mutlaka gideceğim. Hadi diyorum, yüzleşelim. İki kenarı uçurum olan yolda tedirginlikle yürüyorum. Çok geçmeden bir rüzgar esiyor. Bu kez çok yakınımda hissediyorum. Karşıdan geliyor, çok hızlı. Bu kez ayrıntıları seçemiyorum. Aramızda yarım metrelik mesafe kalana kadar benim için sadece bir rüzgar. Sonra bir silüet. İşte şimdi, şimdi tanıdık gelen bir anı. Hatırlıyorum. Ben seni aramak için çıkmıştım bu yolculuğa. Şimdi tam karşımda. Elini uzatıyor. Gözleri gözlerimden saatime kayıyor. Son birkaç saniye hayal meyal zihnimde. Saatime dokunduğunu ve ikimizin de yere düştüğümüzü hatırlıyorum.
Uyandığımda bembeyaz duvarda çiçekli tabloların asılı olduğu bir odadaydım. Uyandıktan yaklaşık on dakika sonra odaya bir kadın girdi.
“Buyrun masaya geçelim.”
Ne yapacağımı bilemediğim için dediğini yaptım.
“Üzerinizden kimlik çıkmamış, dolayısıyla kayıt işlemlerini yapamadık. İsminiz nedir?”
“Yabancı. Ben yabancıyım buraya. Neden buradayım ne oldu?”
“Sizi ihbar eden kadınlar da adınızı bilemediler, yabancı dediler size.”
Buraya geldiğimden beri yolumun kesiştiği üç kadın geldi aklıma.
“Ne olmuş bana?”
“Uçurumlu sokakta yerde yatarken bulmuşlar sizi. Daha doğrusu uzaktan görmüşler, bizi aradılar. Sizden biraz uzakta bir adam daha vardı.”
Bu cümleyi kurmasıyla birlikte son yaşananlar aklıma hücum ediyor. Kısmen hatırlıyorum. Uyanınca gördüğümüz rüyayı ne kadar hatırlarsak o kadar. Korkarak soruyorum.
“Adama nolmuş?”
“Biz geldiğimizde kalbi atmıyordu. Gömdük.”
“Ne ara, ne zaman?!”
“Hanımefendi siz bir aydır uyuyorsunuz. Yaklaşık bir ay önce diyebiliriz.”
Gerçekten ne kadar süre geçtiğini görmek için saatime bakıyorum. Ama o da ne? Saatim kolumda değil. Benim koluma baktığımı gören kadın da saatimi sorguluyor.
“Evet saatiniz neden yok?”
“Vardı aslında. Düşürmüş olmalıyım.”
“Yani zamandan vazgeçmek gibi bir niyetiniz yok. Doğru mu anlıyorum?”
“Yaşamayı seviyorum. Endişelenmeyin.”
Aklım hâlâ adamdaydı.
“O adam, neden ölmüş, kimmiş?”
“Aslına bakarsanız onun da kaydı yoktu. Kim olduğunu bilmiyoruz.”
“Ondan geriye bir eşya kaldı mı?”
“Sadece saati vardı. Onu da çıkaramadık zaten, öyle gömmek zorunda kaldık. İlk defa böyle bir durumla karşılaşıyorum.”
Saatinin olmadığı geldi aklıma.
“Saatin fotoğrafı var mı?”
Telefonunu çıkardı ve bana o fotoğrafı gösterdi.
“Normalde olmazdı ama ilginç bir vaka olduğu için fotoğrafını çektik.”
Saat benimdi. Bana onu hediye eden adama geri dönmüştü. Sonsuza kadar. Resmi işlemler hallolduktan sonra bana bir saat verdiler ve bıraktılar. Öylece yürürken ilk gördüğüm kafeye oturdum ve düşünmeye başladım. Düşündükçe anılarım geri geldi. Hatırladım. Hatırlamak canımı acıttı. Kalbimin üzerinde binlerce diken vardı. Kafamı masaya koydum. Hatırladıklarımın bir rüya olmasını ümit ederken hafiften dalmışım. Kendime geldiğimde evimde, odamdaydım.
Bir andım. Şimdi kendi zamanımdaydım. Masamda Zaman Diyarında Bir Rüzgar isimli öykü duruyordu. Baştan sona okudum. Yazdıklarımı hayal mi etmiştim yoksa yaşadıklarımı mı yazmıştım? Bu soru, benim için bile bir gizem. Hatırlamaya çalışıyorum, bir rüzgar esiyor o an. Başımı çevirmeye korkuyorum.