Alarm çalmaya başlamıştı. Ali öğretmen için yeni bir günün heyecanı yoktu. Otuz yıllık memuriyetin ondan çaldığı güzelliklerden biri de buydu. İhtiyarlık da yağız hırsız çıkmıştı pek tabii. Alarm çalmaya devam ediyordu. Öğrenciyken beynini çatlatan bu ses, öğretmenlik hayatında anlık bir iğne dokunuşuna dönüşmüştü. Ağır bir şekilde çıktı yatağından. Komodinin üstündeki çalar saati küçük bir dokunuşla susturdu. Bu küçüklük yaşlılığın armağanı gibiydi.
Geçen onca yıla rağmen her sabah aynı rutini izlemek ona iyi geliyordu. Elini ve yüzünü yıkadıktan sonra jilet gibi yaptığı takımlardan birini giymek ve aynaya bakıp dün gece yaptığı sinekkaydı tıraşına bir göz atmak… Hafif bir gururla ceketini giyip çıktı. Evrak çantasını hep arabasında bırakırdı. Bu yüzden arabaya biner binmez onu karıştırır, müfredata göre o gün ne işlemesi gerekiyorsa bakar, okula varana kadar dersi kafasında az çok şekillendirirdi. Okula varmadan önce hemen yol üstündeki fırından kahvaltılık bir şeyler alıp öyle geçerdi okula. O sabah yine aynı şekilde Ali Usta’nın fırınındaydı.
- Günaydın usta!
- Günaydın hocam, hoş gelmişsin.
- Ne var ne yok? Nasıl, siftah yaptın mı bugün?
- Fırıncının siftahı herkesler uyurken olur hocam, bilirsin. Kasa kasa ekmekler market raflarına dizildi bile çok şükür.
- Laf olsun, torba dolsun dedim. Bana bugün simit ve o üçgen peynirlerinden koyuver.
Ali Usta eski dönercilerdendi. Zamanla ekmek peşinden koşa koşa fırıncılığa geçmişti. Fırıncılığı pek sevmişti ama. O nahif kişiliği gecenin en sessiz vakitlerinde çalışmayı esenlik olarak görmüştü. Yüzündeki tebessümü eksik etmeden hocayı uğurladı ve o vakar duruşuyla işini yapmaya devam etti.
Ali öğretmen yine okul yolundaydı. Düz gitmeyen okul yollarındandı bu yol. Çocuklar bayram ediyor ama o kesin. Gerçi şimdiki hallerine bayram demek çok zordu ama yine de görünürde bir bayram coşkusu vardı. Öğretmenler olmasa ne olurdu acaba? Ali öğretmen histerik bir kahkaha attı. “Ulan bu işin…” Ağzına küfür doldu, doldu ve sonra bir anda önüne kıran arabayla birlikte tüm küfürler çağlayan dere olup akmaya başladı. Ani fren yapması çok sarsmıştı onu. Trafik diline hâkimiyetini konuşturup kornaya uzun uzun bastı. Gürültü kirliliği hakkındaki dersini geçen hafta işlemişti.
Okula bir dakikalık mesafedeki ücretsiz bir parka arabasını bıraktı. Çantasını alıp okula doğru yürümeye başladı. O bir dakika boyunca sayısız günaydına cevap vermiş, sayısız bakışa maruz kalmıştı. Alışmıştı. Varlığı kabul görüyordu ama artık saman tadı veriyordu. Hayır, daha önce saman yememişti. Bilim adamı olmanın ön koşulu olan yenilmemesi gerekeni yemediği için kendini yetersiz hissettiği çok zaman olmuştu. Felsefe de bir bilimdi sonuçta. Bilimlerin atası, ağababası… İnternette daha az takılmalıydı.
Öğretmenler odasındaydı artık. Çantasını masaya bırakıp dolabındaki birkaç kitabı aldı. Bu esnada diğer öğretmen arkadaşlarıyla selamlaştı. Yeni atanan bir öğretmen grubu dikkatini çekti. Tazecik, pırıl pırıl gençler. Neyse ki idealist değiller. Atanana kadar idea bırakmadılar onlarda. Haklarını savuna savuna ders anlatacak sesleri kalmadı yavrucakların.
Ad hominem günündeydi. Ergenlerin en sevdiğinden. Ergenler dünyanın yeni spikerleriydi sonuçta. Lisede öğretmen olmayı seviyordu. Konuş babam konuş. Anlat anam anlat. Ders bitmezdi. Şu kafası o kadar hızlı çalışıyordu ki bedeni artık ayak uyduramadığı için yüz ifadesi hep sabitti. Bu neslin öğretmenleri gülünce şaklaban, somurtunca gardiyan oluyorlardı. Sosyal medyaya hâkim velilerin tespitiydi bu. Kabul gören kamuoyu. Tatilin var, derdin var.
Ali öğretmen zil çalar çalmaz dersinin olduğu kata çıktı. Koridordaki son ergen tanelerini bakışlarıyla sınıfa soktu. Sınıf kapısını kapattı, öğretmen masasına doğru yürüdü ve elindeki her şeyi bir anda masaya bıraktı. Telefonu cebindeydi. Sınıf kikirdedi. Aslında kıkırdadı. Çoğunluk erkek öğrencilerden oluşuyordu.
- Günaydın arkadaşlar! Oturabilirsiniz.
Otuz yıllık öğretmenin nasıl gözlüğü olmazdı! Gözlüğünün üstünden sınıfa muzip bir bakış atıp şova başlamak çok havalı olurdu. Şimdi buna takılmanın sırası değildi. Yoklama alıp sınıf defterini doldurduktan sonra eline tahta kalemini alıp ayağa kalktı. Tahtaya kocaman bir şekilde “SENİN ARKADAŞIN KİM?” sorusunu yazdı.
- Bu benim otuz yıllık eskimeyen dostum. Sizlerle tanıştırmak istedim bugün. Belki sever, siz de dost edinirsiniz. Soru olduğuna bakmayın, her türlü cevabı verir size.
Bütün sınıf, soru işaretleriyle dolu bakışlarını birbirlerine emanet ediyordu. Ali öğretmen bütün sınıfı dikkatlice süzdü ve konuşmaya devam etti:
- Beş dakikada bu soruya yazılı olarak cevap veriyorsunuz ve “ÇÜNKÜ” ile devam ediyorsunuz. Bilgi alışverişi serbest.
Acaba sıkıcı bir şekilde mi başlamıştı derse? Okuduğu son romanı düşündü. İzlediği son sanat filmini bir de. İlham kaynağı aradı. Haberlere son bir haftadır hiç bakmamıştı ne yazık ki. Oradan öğrencilerin dikkatini çekecek bir şeyler kesin bulurdu. Yine çerezlik bilgi getirmeyi unutmuştu. Pat diye düşünce havuzuna atılır mı öğrenciler? Sonra veliler, öğretmen can simidi vermediği için şikâyetçi olurlardı. “Benim oğlum akran zorbalığı görüyor, nasıl böyle bir soru sorarsınız ona?”, “Kızım çok sosyal biri ama sizin yüzünüzden hiç arkadaşım yok diye üzülmeye başladı.”
Derin bir iç çekti. O esnada telefonuyla çekim yapan bir kız öğrencisini uyardı. Sakız çiğneyen öğrencisini görmezden geldi. En arka sıralardaki gürültü artmaya başlayınca onlara da seslendi: “Arkadaşlar, arkadaşlarımızı yemeyelim, lütfen.” Yamyamlık modasının son bulmasını ümit ediyordu. On beş yaşındaki bu gençlerin on beş saniyelik videolara hapsolması canını sıkıyordu ama bir şey gelmiyordu elinden. Eskiden okula gidiyorum derdi mesela. Artık işe gidiyorum diyordu. Kabullenmişti.
Gürültü azalmamış aksine artmaya başlamıştı. El mahkûm arka sıraya doğru yürümeye başladı. Yürüdü, yürüdü, yürüdü. Nihayet arka sıraya varmıştı. Omzu kanayan öğrencisini okul doktoruna yönlendirdi. Neyse ki artık her okulda sağlık hizmeti vardı. Her öğrencinin kan grubu biliniyor, gerektiğinde kan takviyesi yapılıyordu. Güvenli alan. Yamyamlık yapan iki öğrencisine tahtaya çıkmalarını söyledi. İkisi de gayet havalı bir şekilde tahtaya doğru yürümeye başladılar. Tahtaya varmaları epey sürmüştü. Sınıf seyir halindeki trene yapışan Hindistan halkı gibi kalabalıktı.
- Oğlum yamyamlık nedir evladım?
- Hocam çok moda biliyorsunuz, herkes yapıyor.
- İyi de evladım arkadaşınız acıdan çığlık atıyordu resmen.
- Hocam onu istiyorduk zaten.
- Anlamadım?
- Hocam hem ses hem de görüntü kaydı alıyoruz. Sonra olay bir video yapıyoruz ama asıl nokta müzik. Arkadaşımızın çığlıklarını popüler bir şarkının üzerine ekliyoruz. Tıklanma rekoru kırıyor resmen!
- Oğlum can yakmadan olmuyor mu bu işler?
- Oluyor aslında. Onda da arkadaşımızın arkasından konuşuyoruz ama artık o çok demode.
Ali öğretmen okula gelmeyeli çok olmuştu. Ali öğretmen öğretmeyeli çok olmuştu. Ali öğretmen öğrenmeyeli çok olmuştu.