Arkadaşlarımızı Yemeyelim Lütfen

Melek Öztürk

Ayşenur Öğretmen, sınıfın önünde durduğunda her zaman olduğu gibi önce yoklamayı aldı. Herkes yerindeydi… ya da öyle görünüyordu. Listeyi tekrar kontrol etti, sonra hafifçe göz ucuyla sınıfın arka sırasına baktı. Orada hep bir uğultu olurdu. Ama bugün farklı bir şey vardı bu uğultuda. Daha... kemirgen bir şey.

“Çocuklar, lütfen sessiz olur musunuz?” dedi yumuşakça.

Bir çıtırtı daha duydu. Gözleri kıstı.

Ayşenur Öğretmen disiplinliydi ama öğrencilerini çok severdi. Herkese aynı mesafede yaklaşmaya çalışır, kimseyi kırmadan sorunları çözmeye çalışırdı. Ama bu yıl 9-A sınıfı biraz... farklıydı. İlk günden beri herkesin bakışları bir tuhaftı. Özellikle arka sıradakiler.

Bugün ise, o farklılık artık dayanılmaz bir hâl almıştı. Arka sırada oturan çocuklardan biri -adı sanırım Umut’tu galiba- garip bir şekilde eğilmişti. Yanındaki öğrencinin kolu görünmüyordu. Ayşenur gözlerini ovuşturdu. Göz yanılmasıdır, dedi içinden.

Ama sonra… sonra Umut başını kaldırdı. Ağzının kenarında… evet, evet, açıkça bir şeyler vardı. Kırmızı. Kan.

“Umut? Ağzındaki ne?”

Çocuk başını eğdi. Mırıldandı: “Sadece... keçeli kalem. Kokluyordum.”

“Yanındaki çocuk nerede?”

“Tuvalette.”

Ayşenur, koridora doğru göz attı. Sonra tekrar sınıfa döndü. Kalan öğrencilerin çoğu sessizdi ama bakışları sabitti. Göz bebekleri büyümüştü. Bir an için nefesi kesildi.

Dersi bitirmeden dışarı çıkmak zorunda kaldı. Müdür yardımcısı Serkan Bey’e gitti.

“Serkan Bey, arka sıradakiler... bir tuhaflar.”

“Nasıl yani?”

“Sanki... birini yediler.”

“Ne dediniz?”

“Yani, bilmiyorum ama... kol yoktu. Umut’un ağzında kan vardı. Diğer çocuğun adı neydi… şey, Berk. Evet, Berk yoktu.”

Serkan Bey ciddileşti. Gözlüğünü çıkardı, bir mendille sildi. Sonra sessizce başını salladı.

“Size bir şey söylemem lazım Ayşenur Hanım.”

Ayşenur’un midesi bulanmaya başladı.

“Bu okul... biraz farklıdır. Özellikle 9-A sınıfı. Onlar... transfer öğrencisi. Özel bir yerden geldiler. Davranışları biraz sıra dışı olabilir.”

“Yamyamlar mı?!”

Serkan Bey bir an sustu. Sonra başını iki yana salladı.

“Resmî olarak diyemem. Ama siz... sınıfa döndüğünüzde, onlara arkadaşça yaklaşın. Lütfen. Saldırganlık gösterirseniz, bu onları kışkırtabilir.”

Ayşenur gözlerini devirdi.

“Ben sadece ders işlemek istiyorum! Kimseyi yedirmem, kendim de yenmem!”

Derin bir nefes aldı, sınıfa döndü. Kapıyı açtı.

Arka sıralardan hafif bir tıslama sesi geldi.

Tebeşiri eline aldı. Tahtaya yazarken arkasını dönmedi. Gözleri sınıfın üstünde geziniyordu. Ve sonra bir şey fark etti.

Berk’in pantolonu hâlâ oradaydı. Sırasının altında, ayakkabılarıyla birlikte.

Sınıfın ortasına doğru ilerledi. Derin bir nefes aldı.

“Arkadaşlar,” dedi, sesi titreyerek, “arkadaşlarımızı yemeyelim, lütfen.”

Sınıf sessizleşti.

Sonra biri gülümsedi. Kocaman, dişleri sıra dışı büyük bir gülümsemeydi bu. Ardından başka biri daha. Gözleri kocaman, aç ve mutlu.

Ayşenur geri çekildi. Kapıya yöneldi.

Ama kapı kapandı. Kilitlendiğini duydu. Arka sıradan biri bağırdı:

“Tamam öğretmenim! Ama siz çok leziz görünüyorsunuz…”

Ayşenur Öğretmen, kapının kapandığını duyduğu anda paniklemek istemedi. İçinde, belki de çocukların bir şaka yaptığına dair zayıf bir umut kıpırtısı vardı ama sonra gözleri o pantolon ve ayakkabılara takıldı. Berk’in ayaklarının hâlâ içeride olduğunu düşündüğü o saniye, midesi tam anlamıyla düğümlendi.

“Bakın,” dedi yavaşça, sesini yumuşatmaya çalışarak, “bu bir oyun değilse, ciddileşelim. Şaka yapıyorsanız... hiç komik değil.”

Sınıf sessizdi. Ama bir sessizlik türü vardı ki, yalnızca içinde kötü bir şeyin kıpırdanmakta olduğunu hissettiğiniz zaman duyarsınız. Tavanın lambaları garip bir şekilde titredi. Arka sıradan gelen ses artık kemirme değil, çiğneme sesine benziyordu.

Ayşenur geri geri adım attı. Kalemi hâlâ elindeydi. Gerekirse saplayacak gibiydi. O anda göz göze geldiği çocuk —adı Mevlüt’tü— parmaklarını parmaklarına sürterek ona baktı ve sırıttı.

“Etinizden rahatsız olmayız öğretmenim. Dürüst olmak gerekirse... çok tatlı görünüyorsunuz.”

Ayşenur kalemi sıktı. “Beni yerseniz not veremem,” dedi istemsizce.

Sınıftan hafif bir kahkaha yükseldi. Mizahın her zaman işe yarayacağını düşünmüştü, ama bu başka bir şeydi. Bu kahkaha, açlıktan titreyen ses tellerinin ürünüydü.

Tam o anda, ön sıralardan Elif adında zeki ama içine kapanık bir kız ayağa kalktı. “Öğretmenim,” dedi aceleyle, “bana güvenin, buradan çıkabiliriz. Gelin!”

Ayşenur gözlerini kıstı. “Sen... sen de mi?”

“Hayır! Ben normalim. Sadece... bazıları gibi değilim. Henüz.” Elif’in sesi çatallandı. “Ama dönüşüm... yavaş ilerliyor. Belki de genetik uyumsuzluk falan. Şimdi gelin!”

Ayşenur hiç düşünmeden Elif’in peşinden koştu. Kalem hâlâ elindeydi. Sınıfın kapısı hâlâ kilitliydi ama Elif, masasının içinden bir anahtar çıkardı. “Yemek Kulübü’nden aldım,” dedi kısa bir açıklamayla.

Kapı açıldığında içeriden homurtular yükseldi. Çocuklar sıradan kalkmış, ayakta, yavaş yavaş onlara doğru yürümeye başlamıştı. Gözlerinde o tuhaf ışıltı, açlığın ifadesi vardı.

İkili koridorda koşmaya başladı. Ayşenur’un ayakları titriyordu ama Elif’in elleri profesyonel bir ajan gibi hareket ediyordu. Okulun bodrum katına yöneldiler. Ayşenur nefes nefeseydi.

“Elif, nereye gidiyoruz?”

“Elimizde yalnızca bir şans var. Müdür Bey’in gizli odası. Orada... gerçekleri anlatan belgeler var. Ve belki bir çıkış.”

Koridorun sonunda eski, örümcek ağlarıyla kaplı bir kapı duruyordu. Elif cebinden başka bir anahtar daha çıkardı. Kapı açıldığında Ayşenur hayal bile edemeyeceği bir yere adım attı.

Duvarlar, öğrencilerin röntgen görüntüleriyle kaplıydı. Her biri, mide bölgesinde açıklanamayan büyüme ve ekstra diş yapıları gösteriyordu. Bir panoda şu yazılıydı:

“YENİ NESİL PROJE: GENETİKLE GELİŞTİRİLMİŞ BESİN ZİNCİRİ”

Altında Serkan Bey’in imzası vardı.

Ayşenur ağzını açtı ama kelime çıkmadı.

Elif fısıldadı: “Bu okulda sadece matematik ya da edebiyat öğretilmiyor öğretmenim. Bizi... başka bir amaç için yetiştiriyorlar.”

Ayşenur, panoya yaklaşırken kalemi yere düşürdü. Elif’in eli bir an bile boşa durmuyordu. Odanın köşesinden eski bir telsiz aldı.

“Sanırım artık onların kurallarına göre oynamamız gerekiyor.” dedi Elif, gözlerinde kararlı bir bakışla. “Ama önce... birkaç kural koymalıyız. Ve ilki şudur, öğretmenim…”

Ayşenur hafifçe gülümsedi, sanki tekrar nefes alabiliyormuş gibi.

“Elif, neymiş birinci kural?”

Elif kulaklığını taktı, telsizi açtı, bütün okulun anons sistemine bağlandı ve sakince konuştu:

“Arkadaşlar, arkadaşlarımızı yemeyelim, lütfen.”