Süslü cümlelerle pazarlanmıştı, yüzyılın icadı.
“Artık bu işleri ne zaman yetiştireceğim, diye düşünmeyeceksiniz. Size uykuda geçen zamanınızı hediye ediyoruz. Güle güle harcayın.”
En trajik ve gereksiz reklam ise yaşlılar üzerinden olmuştu.
“Yaşlandık, öleceğiz diye düşünmeyin. Zamanınızı uykuda geçirmeyin.”
En işlemeyen reklam da bu olmuştu. Yaşlıların bir çoğu ölümü nimet olarak görüp çoktan kabul etmişti. Bir kısmı ise bu işin sonunun iyi olmayacağını seziyordu. Görmüş geçirmişlik diyelim. Bu reklam işe yaramayınca yeniden kadınlara yöneldiler.
“Ev hanımları ev işlerini dert edinmeyecek, iş hanımları hem iş hem ev aynı anda nasıl yürür diye telaş yapmayacak. Uyumadığınız o sürede işlerin hepsi bitivermiş olacak.”
Reklamlar genelde kadınlar üzerinden ilerledi. Anlaşılan beylerin zamanla ilgili pek problemi yoktu. Sadece yoğun çalışan bazı erkekler bu akıma dahil olmuşlardı. İlk aşamada gönüllü ameliyat olanların yüzde 92’si kadındı. Ameliyattan sonra yavaş yavaş uykuyu azaltıp bir aylık sürenin sonunda tamamen bırakıyorlardı. Uykuları azalıp da uykuya ihtiyaçlarının olmadığını gördükçe ameliyat olanlar en etkili reklamları yaptılar.
“Bugün ameliyatın ikinci haftası ve sadece üç saat uyuyorum. Ama uyuduğum uyku çok yeterli geliyor. Eskiden her şeyi hızlı hızlı yapardım, yemeği bile hızlıca yerdim. Şimdi rahat rahat yemek yiyip acele etmelisin hissi olmadan kendime zaman ayırabiliyorum. Bu harika bir şey.”
“Bugün ameliyatın üçüncü haftası. Uyku sürem bir saate düştü. Buna rağmen kendimi enerjik hissediyorum. Yıllardır spor yapacak vaktim olmuyordu. Şimdi günde iki saat spor yapabiliyorum. Sonra bir de arkadaşlarla buluşup muhabbet ediyoruz, birlikte zaman geçiriyoruz. Keşke işletmeler de çalışma saatlerini uzatsalar. Geç vakitte açık yer bulmakta zorlanıyoruz.”
Sosyal medyada sesini duyurabilecek kadar takipçisi olan bir fenomenin bu isteği işletmeleri harekete geçirmişti. Onlar da çalışanlarına baskı yapmaya başlamışlardı. “Siz de ameliyat olun. Maaşınıza yarı yarıya zam ama tabii çalışma süreniz de artacak.” Çoğu kişi bu çağrıya pek yanaşmıyordu. “Kafede çalışacağım diye niye beynimi açtıracağım. Saygın bir şirket olsa neyse! Hem ben uykuyu seviyorum.” Birçoğu böyle düşünüyordu. Evet uykuyu seviyorlardı. Yoğun bir çalışmadan sonra eve gelip keyif yapmak, uykun gelince yatağa gidip en rahat olduğun şekli bulana kadar şekilden şekile girip sonra da bir tebessümle kendini uykunun kollarına bırakmak. Evde iş yoğunluğu olmayanlar için bu vazgeçmesi zor bir keyifti. Ama bazıları baskılara dayanamayıp ameliyat oldular ve maaşları arttı. Tabii çalışma süreleri de uzadı. Baskıya boyun eğmeyenlerden bir kısmı işten çıkarıldı, bir kısmı ise devam etti. Devam edenler de ilk hatalarında işten çıkarılacaklarını bilerek diken üstünde çalışıyorlardı. Az önce bahsi geçen saygın şirketlerde çalışanların ise seçme şansı pek olmamıştı.
Ameliyatı yapan sayılı doktorlar bu yoğunluk karşısında talepleri sıraya koymuşlar, yaklaşık bir yıl sürecek bir ameliyat listeleri oluşturmuşlardı. Ancak bu ameliyatın sonuçlarını görmek için bir yıl beklemeye gerek kalmayacağını henüz onlar bilmiyordu.
Raife karşımda el kol hareketleri yapıyordu. İlk başta ne dediğini anlayamasamda kollarını çapraz yapınca kaydı bırakmam gerektiğini anladım. Kayıt odasından çıkıp yanına gittim.
“Ne oldu?”
“Sorma sorma. Ses sisteminde sorun olmuş. Bugün aldığımız kaydın son yarım saatinde görüntü var ama ses yok.”
Bir eliyle alnını tutmuş, başını hafifçe öne eğmişti. Kızıp söyleneceğimden korkmuş, kendi içine çekilmişti. Bense ufak bir kahkaha attım.
“İyi olmuş, zaten ses tonumu çok beğenmedim. Fazla ciddi geldi. Ne dersin?”
Benim tepkim karşısında rahatlamıştı. Gülümsedi.
“Sen nasıl diyorsan.”
“Peki ne zamana hallolurmuş?”
“Bir iki saat sürer dediler.”
Yeliz’i ziyaret için yeterli bir süre. Hemen toparlanıp her şey hazır olunca haber vermelerini söyledim ve stüdyoya on beş dakika mesafede oturan arkadaşıma yürüdüm. Kapıya gelince ben olduğumu anlasın diye kendime özgü bir tarzda kapıyı tıklattım ve bekledim. Yarım dakika sonra kapı açılmıştı.
“Gizemmm.” dedi sevinçle karışık bir şaşkınlıkla ve sarıldı. Göz çukurları iyice belirginleşmiş, yorgun hâli hemen fark edilir olmuştu. Onu böyle görmek hem beni çok üzüyor hem de bir an önce haberimizi tamamamlamız gerektiği hissine sebep oluyordu.
“Gel içeri geç.”
Beraber oturma odasına geçtik.
“Çay koyayım mı?”
“O kadar vaktim yok canım. Seni görmek için uğradım. Otur da biraz konuşalım. Anlat nasılsın?”
“Şükür. Kötüyüm demek istemiyorum ama iyi de değilim. Şükür diyeyim sen anla.”
“Ağrıların var mı?”
“Uyuyamamaktan kaynaklı kas ağrılarım var. Kimsenin yüzüne bakmadığı Parol bile neredeyse maaşımın yarısı fiyata satılıyor biliyor musun? Ben de bir gün içip iki gün içmiyorum. Üstüne bir de dua ediyorum. Ehh biraz işe yarıyor gibi.”
Gözlerim dolu dolu oldu. Yeliz’e bakmamaya çalıştım.
“Gizem seni gördüğüme çok sevindim. Çay koyayım mı?”
Uyuyamamasının bir diğer etkisi kısa süreli belleğin işlevini sağlıklı bir şekilde yerine getirememesiydi. Uzun süreli bellek de etkilenmiş ama en çok yarayı kısa süreli bellek almıştı. Bu sebeple insanlar akıllarına anlık gelen her şeyi yazmaya başladılar. Etraflarında görebilecekleri alanlara kâğıtlar yapıştırıyorlardı. Ancak bu ihtiyaç diğer şeylere olduğu gibi kâğıtlara da zam gelmesine sebep olmuştu. Artık kâğıtlar kurşun kalemle yazılıyor, bir süre sonra ihtiyaç duyulmayan bilgiler silinip yerine yenileri ekleniyordu. İnsanlar bir hiç uğruna felakete sürüklenmişlerdi.
Yeliz’in gözlerini üzerimde hissettim. Hâlâ sorusuna cevap bekliyordu.
“Yok canım sağol. Fazla vaktim yok.”
“Çok tuhaf. Sana sormam gereken önemli şeyler var gibi hissediyorum ama ne olduğu aklıma gelmiyor. Sadece hissiyatı kalmış.”
“Aklına gelirse söylersin. Sana harika haberlerim var. Haberimizi tamamlamak üzereyiz. Bize destek veren çok sayıda kişi de var. Ses getirecek inanıyorum.”
“Hangi haber?”
“Uygulanan ameliyatlarla ilgili haber yapıyoruz. Çok dikkat çekerse belki sizin için bir adım atmak zorunda kalırlar.”
Ağlamaya başladı. İçinde biriken ne varsa gözyaşları ile dışarıya akıyordu. Sonuç almadan umut vermek istemiyordum ama bu umuda ihtiyacı olduğunu hissettim.
“Benim artık insanlardan yana bir umudum yok Gizem. Sadece dua ediyorum. Rabbim bizi terk etmesin İnşallah. Bir şifa gelecekse O’ndan gelecektir.”
Söylediklerine itiraz etmedim. Sadece sarıldım. İçten içe benim de yaptığımız işten pek umudum yoktu öncesinde. Kendimi inandırmayı seçmiştim. En azından deniyordum. Ortada bir haksızlık vardı. Kendim ameliyat olmadığım için şükredip bir köşeye çekilemezdim. Varsayalım ki karıncayım, taşıdığım bir damla su. Kime ne? Ben o suyu inanarak taşıyorum.
Tam gitmek için izin isteyecektim ki Yeliz benden önce davrandı.
“Çay koyayım mı?”
Telefonuma baktım. Hâlâ bir haber yoktu.
“Hadi içelim o zaman.”
Haber gelip de yeniden kayda başladığımızda aradan dört saat geçmişti. İçimden “Haydi Bismillah.” dedim. “Bir damla su ise de okyanus niyetine.” Seste sorun olan kısmı yeniden anlatıp devamına başladım.
Evet daha bir yıl olmadan yan etkiler ortaya çıkmaya başlamıştı. Ameliyat olanların neredeyse tamamı düzgünce dinlenemedikleri için kas ağrıları yaşıyorlardı. Oysa ameliyatı yapan doktorlar asla böyle bir sorun yaşamayacaklarına garanti vermişlerdi. Bu ağrılar, ağrı kesicilerin hızla tükenmesine ve talebe yetişememeleri sorununa yol açtı. Bunu çözümünü ise ağrı kesicilerin fiyatlarını arttırmakta buldular. Halk tarafından beğenilmeyen, en hafif düzeydeki ağrı kesiciler bile yüksek fiyatlara satılmaya başladı. Parası olanlar kısa süreli olarak ağrılarından kurtulabilecekleri ilaçlara ulaşabilirken, yeterince parası olmayan insanlar ise ağrılarıyla baş başa bırakıldı.
Tek etki bu da değildi. Kısa süreli bellek uyuyamamaktan ciddi düzeyde etkilendi ve ameliyat olan insanlar bir saat önce ne yaptıklarını bile unutmaya başladılar. Bunun sonunda da kağıda kaleme duyulan ihtiyaç arttı ve tabii onlar da bu zamlardan nasibini aldı. Bunlar şimdilik bilinen etkiler. Kim bilir bilinmeyen nice yan etki vardır? Kimse araştırmaya cesaret edemiyor.
İnsanları kandırdılar.
İnsanlara zaman vereceğiz deyip onları geçmeyen ağrılar, zamlar ve hatırlayamadıkları boşluklarla bir başlarına bıraktılar.
Biz şimdi bu insanlara yeni bir umut ışığı istiyoruz. Bıraktığınız hasarı telafi etmenizi istiyoruz.
Allah’ın verdiği bir nimeti onlardan nasıl aldıysanız, geri verin istiyoruz.
Kısacası biraz Allah’tan korkun istiyoruz.
Kayıt burada sona erdi. Ekipten beş dakika isteyip sakinleşmek için balkona çıktım. Anlattıklarımda beraber yaklaşık yedi aydır yaşadığımız her şey gözlerimin önünden geçmişti. Kolay değildi. Bizzat bu yan etkileri yaşamayan ben için bile bunlara tanık olmak kolay değildi. Sakinleşince ekibin yanına yeniden döndüm ve montaja yardım etmeye başladım. Üç saat sonra haberimiz en iyi hâliyle insanlara sunulmak için hazırdı. Bunun keyfini yaşarken ülkece hiç beklediğimiz bir haber aldık. Ameliyat olan insanlar bir anda bulundukları yere yığılıyorlardı. Aslında bu dünden beri gerçekleşen bir şeydi ama bizlere bunu yansıtmamışlardı. Şimdi ana haberlerde ameliyat olan kişilerin ameliyat olma sırasına göre bayıldıkları, doktorların bunun nedenini anlamaya çalıştıkları söyleniyordu. Panikle Yeliz’i aradım. İlk ameliyat olanlardandı benim canı tez arkadaşım. Telefon açılınca rahat bir nefes aldım ama bu rahatlığım uzun sürmedi. Arkada eşlik eden ambulans sesleriyle birlikte konuşan, tanımadığım bir adam hastaneye gittiklerini haber veriyordu. Başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Ne yapacağımı bilemez bir hâlde az önce kalktığım sandalyeye oturdum. Geri dönüş var mıydı?
Aradan bir hafta geçmişti. Doktorlar kendilerince teşhisi koymuşlardı. Hiçbirinin bilincini kaybetmesine sebep olacak bir sorunu yoktu. Sadece uyuyorlardı. Ameliyat olan bu insanlar bir süre uykuda kalacaklardı. Bu hâlâ bir tahmin de olsa birçoğu için mantıklı geldi. Bayılan tüm hastalara onlara özel bir bakım merkezi kurdular. Ve ülkece beklemeye başladık. Bu bekleyiş yaklaşık iki ay sürecekti. Yani yedi ayda uyumaları gereken toplam süreyi bir anda uyumuş olacaklardı. Bu sürede uyuyor da olsa sık sık Yeliz’i ziyaret edip onunla konuştum. O uyanmazdı ama belki ben rüyasına dahil olurdum.
İki ay sonunda bayılanlar içinde birisi uyandı. Uyandığında yüzünde mutlu bir gülümseme vardı. Öyle anlatıldı. Hastaneye Yeliz’e koştum. Henüz uyanmamıştı. Ama uyananların sayısı artıyordu. Birkaç saat sonra kıpırdanmaya başladı. Gözlerini açmadan yattığı yerde esneme hareketleri yaptı. Sonra hafifçe gözlerini araladı. Beni görünce gülümsedi. Gözleriyle etrafı taradı.
“Ne oldu, neredeyim?”
“Bayılmıştın, hastanesin.”
“Evet hayal meyal hatırlıyorum. Ağrı kesici mi verdiler? Kendimi çok iyi hissediyorum.”
Hayır anlamında başımı salladım. Duygulanmıştım. Uyanan kişilerden anladığımız kadarıyla hastalardaki yan etkiler düzelmişti.
“Haberiniz ne aşamada, bitti mi?”
“Evet ama artık çok da gerek kalmadı.”
Aslında o dönemde fırsatçılık yapanları ve gerçekten insan olanları kanıtlayan bir belgesel niteliği taşıyordu. Onların da zamanı gelecekti elbet.
“Nasıl yani?”
“Kendini gerçekten nasıl hissediyorsun? Bir ağrın veya rahatsız hissettiğin bir durum var mı?”
“Uyandığımdan beri onu düşünüyorum. İlginç bir şekilde yok.”
Yeliz durumu anlamaya çalışıyordu. Pencereden yansıyan güneşe takıldı bakışları. Uykuya daldığında kıştı ve kar vardı. Şimdiyse bahardı. Üzerimdeki ince kıyafetlere baktı.
“Gizem. Ben kaç saattir uyuyorum?”