Direniş Yanıltmaçı

Hacer Uyğur

Bir zamanlar her şey farklıydı. İnsanlar iki ayak üzerinde geziyor, türlü türlü yemekler yiyorlardı. Sonra MAKİNE geldi. Çikolata üreten bir firmaydı bu. Kısa zamanda çikolatasını yiyenler başka şey yemek istemez oldu. Hem lezzetli hem doyurucu hem de sağlıklıydı bu çikolatalar. En azından öyle söyleniyordu.

Ne hikmetse bu çikolatalar daha yeni ortaya ortaya çıkmışken üzerlerine binlerce araştırma sayfası yazılmıştı. Hepsi de ihtiyacımız olan besinin neredeyse hepsini bir paket MAKİNE çikolatasından alabileceğimiz kadar sağlıklı olduklarını söylüyordu. Bağımlılık yapıcı mı diye sormak bile mümkün değildi çünkü güzel olan bir şeyi tekrar tekrar yemek istemek neden sorun olsundu ki? Ayrıca çikolatayı yiyenler sürekli garip bir savunma halindelerdi. Ne MAKİNE ’ye ne de çikolatasına en ufak bir söz söylenmesine izin vermiyorlardı.

Garip diyorum ancak bunu şimdi söyleyebiliyorum. O dönem ben de aynı durumdaydım. Çikolatayı tadan kimsenin farklı olduğunu da görmedim zaten. Ki kısa süre sonra bu neredeyse herkese tekabül ediyordu. NEREDEYSE. Ama buna sonra geleceğiz. Önce daha önemli mevzularımız var.

Gülse dışarıdan gelen sesleri dinlemek için başını hafifçe sağa yatırdı. Kulakları dikleşmişti. Bir yandan da odadaki yarı insan yarı tavşan, aslan, kuş, eşek, zebra, zürafa çocuklara bakarak bir toynağını burnuna doğru götürdü. Eşek gözleri iyice açılmış, kalkan kaşlarından dolayı alnı tüm o tüylerin altından belli olacak şekilde çizgi çizgi olmuştu. Etraf sessizdi. Birkaç saniye daha aynı şekilde durduktan sonra çocuklara döndü.

Nerede kalmıştım. Ha, evet. O dönem neredeyse herkes bu çikolatayı severek yiyordu. Çikolata daha önce bir tatlı olarak biliniyordu. O yüzden başta yanında başka şeylerin de yenmesi gerektiği düşüncesi de vardı ama bir kere bu çikolatayı yediysen içinde çikolata olmayan şeyleri yemek neredeyse imkansızlaşıyordu. Her şeyin tadı o kadar kötü geliyordu ki.

“Annem diyor ki her şeyin tadı berbat olduğu için insanlar sebze meyve yetiştirmeyi bırakmış.”

Gülse gülümsedi. “Evet, üretim neredeyse tamamen durdu. Daha önce de söylediğim gibi. Çikolataya karşı çıkan bazı insanlar vardı. Onlar doğal bir şekilde yaşamaya devam ettiler. Toprakla ilgilenmek de bunun bir parçasıydı. Şimdi bize yardım edenler de onlar.”

Tam bu sırada kapı çalındı. Gülse yerinden sıçrarken yanlışlıkla “Aii” sesini çıkarmaktan kendini alamadı. Gelen bir aslandı. “Son 5 dakikanız var, teftişe gelinmeden çocukları ailelerine götürmemiz gerekiyor.” Gülse başını salladı. Telaşla çocuklara dönüp tane tane ama hızlıca anlatmaya döndü. Uzun dilinin birbirine girmemesi için ekstra çaba harcıyordu.

Çikolata bir süre sonra hepinizin bildiği bir etki göstermeye başladı. İnsanlar yavaş yavaş değişiyordu. Kimisinin kuyruğu çıkıyor -kuyruğuna doğru bir bakış attı-, kimisi rengarenk tüylerle kaplanıyordu. Başta kimse neden olduğunu anlamadı. Çikolatayı suçlayanlar oldu, özellikle hiç çikolata yememiş ve değişim görülmeyen kişilerdi bunlar, ancak bu sesler göz ardı edildi. Oysa haklıydılar. Hepimiz hayvanlara dönüşüyorduk, insan olmaya dair yetilerimiz giderek azalıyordu. Ve tek sebebi çikolataydı. Yine de kimse bırakamıyordu. Ki başka seçeneğimiz de kalmamış gibiydi.

Kapı tekrar çaldı. Bu sefer gelen bir insandı. Gülümseyerek içeri girdi. O girince Gülse’nin gözlerindeki keder de azalır gibi oldu.

Tam o dönemde -diye devam etti- bu gördüğünüz arkadaşım Eylem ve ekibi harekete geçti. MAKİNE’yi arızalandırmak için bir süredir planlamalar yapıyorlardı.

Gülse ve Eylem birbirlerine baktılar. Eylem işareti almıştı. Gülsenin kaldığı yerden devam etti.

Merhaba çocuklar. Gülse’nin söylediği kelime çok doğru. Arızalandırmak. Biz yola MAKİNEY’yi yok etmek için çıktık. Ancak sonra fark ettik ki eğer yok edersek hem bedenleri hem zihinleri hayvanlaşmış bir popülasyonla baş başa kalacağız. Oysa bizim istediğimiz bu değildi. İnsanı insan yapan nedir? Ruhu. Biz istedik ki makineye öyle bir arıza verelim ki insanların kaybetmeye başladığı ruhları tekrar açığa çıksın. Çünkü asıl o yok olursa insanlık yok olacaktı. Herkes, ne olursa olsun, çikolatayı yemeye devam ediyordu bu da bize ancak çikolataya yapacağımız bir şeyin sonuç vereceğini düşündürdü. Çikolatanın formülünde bir değişiklik yaptık. MAKİNE’ye sızıp bu formülü tüm çikolatalara yayacak şekilde arızalandırdık. Her ülkede, her bölgede değişim geçirmeyenlerle iletişim halindeydik. İşte böylece en azından fark edilene kadar çikolatadan yiyen herkesteki dönüşümü durdurduk. Maalesef bedensel olarak bir değişim yapamadık ancak birkaç nesil içinde, yani sizin çocuklarınızın çocuklarının zamanında, normale dönme bekliyoruz. Ama maalesef bu değişimden herkes faydalanamadı. Çünkü fark edildiği anda MAKİNE tarafından “arıza” giderildi.

Eylem’in yüzüne umutsuzlukla dolu bir ifade çökmüştü. Sonra çocuklara ve Gülse’ye baktı. Derin bir nefes alıp devam etti.

Ama artık daha kalabalığız. Siz varsınız. Gülse gibi sizi eğitmeye gönüllü yüzlercesi var. Dönüşenleri geri döndürmek mümkün mü henüz bilmiyoruz. Ama değilse bile gelecek nesillerimiz var. Meyse sebze dolu bahçelerimiz var. Korku içinde yaşasak da, sürekli teftiş altında olsak da inanın bu uzun sürmeyecek. Değişim yakındır. Bekleyin ve görün.

Çocuklar anlamını tam olarak kavrayamadıkları bu sözler karşısında heyecanla kıpırdandılar. Gülse’nin kocaman gözleri umutla ışıldıyordu. Birkaç saniye sessizlikten sonra çocuklara dönüp. “Hadi artık, aileleriniz sizi bekliyor.” Dedi. Eyleme başıyla selam verip çocukları dışarıya çıkardı.

Gülse çıktıktan birkaç dakika sonra içeriye bir adam girdi. Eylem ona gülümseyen gözlerle bakıyordu. Adam ciddi ifadesini bozmadan “Ne anlattın?” dedi. “Bilmeleri gereken kadarını” diye yanıtladı Eylem. “Gereksiz umutlar vermeseydin. Bizi MAKİNE’nin karşısında sanmalarını istiyoruz evet ama verdiğimiz umutla bir araya gelip kendi isyanlarını çıkarmaları hayrımıza olmaz.”

Eylem biraz düşündü. Sonunda bir karar vermiş gibi adama döndü. “Sanmam” dedi, “sen de biliyorsun bir kitleyi kontrol etmek istiyorsak umut vermemiz şart. Direniş ancak umutsuzluğun içinden çıkar.” Bir sessizlik oldu. Sonunda adam başını sallayarak “Öyle diyorsan…” dedi ve başıyla selam verip odadan çıktı.

Hacer U.