Dünya bir anda dönmeye başladı. Evet hep dönüyordu ama ben de döndüğüm için fark etmiyordum bu dönüşü. Sonra durdum. Ben durunca dünya daha başka dönmeye başladı.
Sürünerek derse gitmek zorunda olduğum günlerin ilki değildi. Belli ki sonu da olmayacaktı. Alarmı kurmayı unuttuğum için ilk derse geç kalmıştım. Görünmeden boş bir yere geçmeye çalıştım. Ayfer Hoca beni fark etti.
“Çıkışta yanıma gel Leylaaa!”
Başımla tamam dedim. Sonra başımı gömdüm içime. O da burada mıydı? Gördü mü beni, duydu mu adımı? Bir şey hissetti mi? Kafamı çevirip onu aramak istedim ama durdurdum kendimi. Beş ay kadar olmuştu. Hukuk fakültesi ikinci sınıfta anlaşmalı ayrılan iki sevgili. Biri çoktan hayatına devam ediyor, diğeri hâlâ onun bakışını gözlüyor. Başımın döndüğünü hissettim. Duygularımdandır dedim. Mide bulantısı da eşlik etti. Açlıktandır dedim. Bulantı şiddetlenince yerimden kalktım. Sınıf dönüyordu, insanlar da. Ayfer hoca bile. Sonra her şey karardı. Karanlıkta kayboldum.
Uyandığımda hastanedeydim. Kolumda serum takılıydı. Başımda doktor vardı. Kimse dönmüyordu artık.
“Merhaba Leyla. Nasıl hissediyorsun?”
“Teşekkür ederim, daha iyiyim.”
“Neden bayıldığını anlamaya çalışıyoruz. Çantandan yeni nesil gıda takviyesi çıktı. Bununla ilgili tahlil sonuçlarımız çıkmadı henüz ama ne kadar süredir yemek yemiyorsun?”
Düşündüm, hatırlamaya çalıştım. İki hafta önceydi. Doğum günüm olduğunu hatırlayıp kendime güzel bir yemek yapmıştım. Makarna. Hatta mum olsa mum bile dikerdim üzerine. Kendime seni çok seviyorum derdim. Yalan. Kendimi sevsem doğum günümde makarna yapmaz, üzerine mum dikmeyi hayal etmezdim. Gider kendime en basitinden bir kek ve mum alır onu üflerdim. Hayalde bile neden en basite kaçıyorsun? Kendimi sevseydim dünyayı severdim. Dünyayı sevmek istemediğim için mi kendimi sevemiyordum?
“İki hafta önce.”
Doktor şaşırmıştı.
“Bu sürede hiç acıktığınızı hissetmediniz mi?”
Hissetmediğim tek şey açlık duygum değil diyemedim tabii.
“Hayır.”
“Bu takviyeleri ne kadar zamandır kullanıyorsunuz?”
Düşündüm. Ne kadar zamandır yemek yemek istemiyordum? Sanırım son arkadaşımla da kavga edip kendimle baş başa kaldığımdan beridir.
“Yaklaşık üç aydır.”
“Doğrusu bünyenizin bu ilacı bu kadar çabuk kabul etmesine şaşırdım. Herhangi bir yan etki görmüş olsanız, iki hafta yemek yemediğinizi fark etmeniz daha kolay olurdu.”
“Ne gibi yan etkiler?”
“Çabuk yorulma…”
Sürünerek okula gitmeye çalıştığım, bazı günler hiç gidemediğim günler geliyor aklıma.
“Baş ağrısı…”
Kafamı duvarlara vuracak derecedeki ağrıları neden önemsemedim ki? Onun yerine patates doğrayıp başıma bağlamayı tercih ettim.
“Mide bulantısı…”
Zaten yiyemediğim yemeklerden daha da kaçmama sebep olmuştu bu bulantılar.
“Eklem ağrıları, iyileşmeyen yaralar…”
Geçen ay dizimi çarptığım yerin hâlâ iyileşmemiş olduğu yeni geliyordu aklıma ve sebepsiz ağrılarım.
“Son olarak da baş dönmesi. En çok karşılaştığımız yan etkiler.”
Evet bunu önemsemiştim işte. Kendini kandırma. Önemsemek zorunda kaldın.
Vücudum ilacı kabul etmemiş aslında. Ben zorla kabul ettirmeye çalışmışım. Normal bir insanmışım ben de. Terk edilmiş, yalnız bırakılmış, dışlanmış, sevilmemiş. Kendisi tarafından, yani herkes gibi.
“Peki şimdi ne olacak doktor hanım?” İnanılmaz sorular bunlar. Geleceğimi önemsiyorum. Gelişme var.
“Seni bir hafta hastanede tutacağız. Vücudundaki eksik vitamin mineral ne varsa toparlamaya çalışacağız.”
Gülümsedim. Sahici bir gülümsemeydi bu. Peki dedim, kalbimdeki eksiklikleri nasıl toparlayacağız? İçimden dedim. Bu soru doktorun uzmanlık alanına girmezdi.
Doktor hanım geçmiş olsun diyerek odadan çıktı. Bense yatağıma yerleştim iyice. İçimde garip bir huzur vardı. Uzun zaman sonra ilk defa aklımda bir şey yapma telaşı olmadan yatıyordum. Kendimi derin bir uykunun kollarına bıraktım. Serumlar dedim, ne güzel uyku getiriyor.
Uyandığımda Suna baş ucumda bekliyordu. Uyandığımı fark edince gülümsedi. Üç ay sonra ilk defa göz göze gelmiştik. Gözleri doldu, gülümsemeye devam etti.
“Aptal kız, ne yaptın böyle?”
Ohooo neler neler yaptım, diye cevap verip her şeyi anlatmak istedim. Ama beni durduran bir şey vardı. Son konuşmamızda bana “Senin yüklerini sırtımda taşımaktan yoruldum.” demişti. Şimdi gelip bu yükleri yeniden sırtlanmak istediğini düşünmüyordum. Bana üzülmüştü, belki acımıştı. Biraz da vicdanını rahatlatmak istemişti. Ama yüklerimi taşımak, hayır hayır bunu istemezdi.
“İyiyim. Sorun yok. Teşekkür ederim, zahmet etmişsin gelmişsin.”
“Saçmalama. Sen sınıfta kötü olunca ne kadar korktum biliyor musun? Leyla, son tartışmamızda biraz ileri gittim, biliyorum.”
“Tamam bunu konuşmak istemiyorum. Haklıydın evet ama hatırlamak istemiyorum. Ama söylüyorum işte, haklıydın. Bu yetsin, lütfen.”
Suna’nın gözleri büyüdü. Gözlerinde düşmeyi bekleyen damlalar sırasıyla atladılar.
“Hayır değildim. Ben sadece yorgundum ve sinirliydim. Kendimi toplamak için zamana ihtiyacım vardı. Aslında bir hafta sonra gelip özür dileyecektim. Ama bakışlarındaki yabancılaşmayı hissettim. Gelemedim.”
Yabancılaşma çok doğru bir tabir olmuştu. Ama o yabancılaşma benim ona karşı olan tavrımdan çok dünyaya karşı olan tavrımdı. Hatta kendime. Bunları ona anlatmak istemedim, artık yüklerimi kendime saklıyordum.
“Hepsi geçti. Artık bunlar üzerinde konuşmanın bir anlamı yok. Kimsenin yükünü sırtında taşımak zorunda değilsin. Ben de biraz kendimle kaldım bu süreçte. İyi oldu.”
İyi mi oldu? Yalanın da bu kadarı! Hastanelik olmuşsun hâlâ iyiyim diyorsun Leyla.
“Peki geçmişte kalsın. Sadece üzgün olduğumu bilmeni istiyorum. Ayrıca Ayfer hoca, Leyla’ya söyle hemen dava açıyoruz dedi. Fakültedeki tüm hocalar bu konuda destek verecekmiş.”
İlk defa birçok insan bana yardım etmek istiyordu. Kendimi kalabalık hissettim. Bu hissin başka bir adı da vardı. Mutluluk?
“Aslında zaten dava açmaya hazırlanıyorlarmış. Bu ilaçlar gençleri zehirliyor, açlık hissetmiyorlar, yemek yiyemiyorlar, bu sebeple de yeterli vitamin minarelleri alamıyorlar, uzun zamandır takipteydik dedi Ayfer hoca.”
Hııı öyle. Benim için değil.
“Teşekkür ederim hepsine. Ama davada yer almalı mıyım, bilmiyorum. Benim ihmalim de var. İki hafta hiç yemek yememişim. İlacın uyarısında en az üç günde bir yemek yiyiniz yazıyor.”
İki haftayı duyunca Suna şaşkınlıktan ne diyeceğini bilemedi önce. Gözlerini yukarıya doğru çevirdi. Bu onun hesaplama yapıyorum bakışıydı. Bağlantıyı kurunca yeniden bana döndü.
“Leylaaa. İki hafta ne demek? En son doğum gününde mi yemek yedin?”
“Evet.”
“Geçmiş doğum günün kutlu olsun arkadaşım. Mesaj atmak istemiştim ama… Biliyorsun işte.”
Hayır bilmiyorum. Ne fark eder?
“Hem davaya kesinlikle katılmalısın. Olanlar sadece senin ihmalin değil. Onların da payı var. Hem biliyor musun aynı şirketin bu haplar yüzünden oluşacak vitamin mineral eksiklerini kapatmak için de ürettikleri ilaçlar varmış.”
Tahmin etmesi zor değildi. Ben bile bile girmiştim bu çukura. Altı ay önce bir arkadaşa sağlığını almak için de sonra sağlığını satmak için de senden para alıyorlar demiştim. Bunu dedikten yaklaşık üç ay sonra koşa koşa ben gittim sağlığımı vermeye. Üç ay, insanın hayatının tamamen değişmesi için çok yeterli bir süre. Sevgilinden ayrılmak için, dengeni kaybetmek için, arkadaşlarının seni yük olarak görmesi için. Yası anormal karşılamamız için geçmesi gereken süre altı ay demişti üniversiteden bir hocamız. Ben üç ayda kaç yasla baş başa kaldım?
“Tamam. Çıkınca konuşacağım Ayfer hocayla.”
“Tamam. Yanında kalmamı ister misin?”
Üç ay önce olsa bu soruyu sormazdın bile. Şimdi soruyorsan istemem.
“Gerek yok sağol. Zaten uyuyorum sürekli.”
“Bu arada, Tarık da seni merak etti. Gelmek istedi ama ben gitme dedim. Gidersen yaranın kapanmasını engellersin dedim.”
Belki de yaranın kapanmaya değil, açılmaya ihtiyacı vardı. Kapatamıyorsam eğer ve de iltihaplanmışsa o yarayı açıp temizlemek en mantıklı seçenek değil miydi?
“İyi demişsin. Sağol.”
“Hayatına müdahale etmişim gibi oldu, özür dilerim.”
“Müdahale edebileceğim bir hayatım yok Suna!”
Sinirlerim bozulmuştu, ağlamamak için zor tutuyordum kendimi.
“Bak, Tarık’ın adı bile yetti dengenin bozulmasına. Sen zaten onunla ayrıldıktan sonra değiştin, sinirlerin yıprandı. Atlatamadın onu. Kendine bir bak!”
Baktım. Kısmen haklıydı belki ama bu haklılık bir hastane odasında bana bağırıp çağırmasını gerektirmezdi. Eski Suna olsa, önce iyileş, sonra bakarız derdi. İyileştikten sonra haşlardı beni ama beklerdi. Söylediği şeyleri kaldırıp kaldıramayacağımı beklerdi.
“Suna, halim yok. Sadece şunu bilmeni istiyorum. Ben gıda takviyesi kullanmaya Tarık’la ayrıldıktan sonra değil, seninle son tartışmamızdan sonra başladım.”
Beklemediği bir cevap vermiştim. Sinirden yüzü kızardı.
“Şimdi de beni mi suçluyorsun!”
Bense sakindim. İnsanın sinirlenebilmek için de enerjiye ihtiyacı vardı.
“Suçlamıyorum. Durum bildiriyorum olarak düşün. Ya da ne istersen onu düşün. Suna, halim yok.”
Artık rica edercesine bakıyordum. Ya gel sarıl ya da git diyordum. Gitmeyi tercih etti. Sandalyedeki ceketini aldı ve geçmiş olsun deyip çıktı. Eski arkadaşlığımız olsa kovsam bile gitmezdi.
Yine yalnız kaldın Leyla. Ailem ben küçükken hayatımdan çıkmış, neredeler kimler bilmiyorum. Yurtta büyüdüm. İlk sevgilim, içimi açtığım, bana yuva olacağına inandığım ki gerçekten çok safımdır altı ay önce bana veda etti, son arkadaşım ise üç ay önce. Hayatımı film şeridi gibi akıttım gözlerimin önünden. Ölümü beklemedim bunun için. Öyle ki son zamanlarda çok da canlı sayılmazdım.
Kapı çaldı. Gelenin Suna olduğunu hayal ettim. Pişmandı, gelip sarılacaktı bana. Ben yanındayım diyecekti. Ya da belki Tarık. Ben bayılınca beni ne kadar sevdiğini hatırlamıştı. Yeniden deneyelim diyecekti.
Gelen doktordu. Gülümseyerek girdi içeri.
“Merhaba Leyla.”
Ben de ona gülümsedim.
“Ufak bir operasyon geçirmen gerekecek. Gıda takviyelerinin böbreklerinde yol açtığı ufak bir zarar var. Yanında refakatçi kalabilecek birisi var mı?”
Hayal kırıklıklarım dışında mı?
“Maalesef.”
“Kapıda bekleyen arkadaşın kalamaz mı? Çok büyük bir ameliyat olmayacak ama yine de birinin kalması iyi olurdu.”
“Kapıda bekleyen arkadaşım mı? Gitmediyse kalacaktır.”