Gurp Gurp Gurp !
Kulağıma bir yerlerden kurbağa sesi geliyor. Dikkatimi verince ses kesildi sanki. Tekrar işime odaklanamıyorum.
Gurp Gurp Gurp !
Kulaklarımla beraber gözlerim de dahil oluyor olaya. Aranıyorum şöyle evde. Kurbağa olur mu yahu diyorum. Ses kesiliyor tekrar. Bu sefer daha temkinli oturuyorum masaya. Kulaklarım ve gözlerim açık. Ses geliyor mu diye bir bakınıyorum. Kalem elimde, çaalışmaya dalıyorum. Tekrar aynı ses.. ‘Aaa yeter yahu.’ Kulaklarım ,gözlerim ,aklımı dahil sesin geldiği yere doğru daha mantıklı bir arama yapıyoruz bu kez. Kulağım duyduğunda iddialı. Gözüm yok görmedim diyor. Aklımda mantık yürütmeye başlıyor.
‘Burası Ankara. Hava 5 derece. Apartmanın 6. katındayım. Etrafta su yok, bahçe yok. Bunlar benim için ideal yaşam alanı ama kurbağa için fazlasıyla elit.’
Baktım ki daha fazla uğraşamayacağım, yatmaya karar veriyorum. Hala tetikteyim ama. Benim dikkatim çoğaldıkça ses yok oluyor. Ne zamanki unutuyorum, bir taraftan tekrar başlıyorum.
Sabah alarmın sesi odayı doldururken açıyorum gözlerimi. Oldum olası sabah insanıyım ben. Erkenden kalkarım.Babaannem cinli derdi bu yüzden bana. Ne açtın gözlerini sabahın köründe, yat da uyusana diye söylenir söylenir dururdu. Bak aklıma geldi şimdi. Allah affetsin, hiç sevmezdim kendisini. O da bunu bilirdi de, sanki sevmeyen oymuş gibi bir kibirlenir, bir homurdanır dururdu.
Klişe bir bugün bakalım nelere gebe şımarıklığı ile yataktan kalkıyorum. Ellerimi şöyle bir hafifte saçlarıma götürüyorum. Ondan sonrasını elim ayaklarımı ezbere biliyor zaten.
1.adım mutfağa git.
2.adım kahve makinesini çalıştır.
3.adım yüzünü yıka, üzerini değiştir.
4.adım kahve kokusu takip et.
5. adım kahveni içerken, akşamdan hazırladığım kahvaltı masasına otur, bir şeyler atıştır.
6. adım anahtarlarını al ve işe git.
Bu her sabah böyleydi. Üniversiteyi bitirip işe başladığım ve kendime bir ev tuttuğum 12 yıldır da hiç değişmedi. Bir, iki, üç ve dördüncü adımı hızla gerçekleştirdikten sonra, beşinci adımda takılıp kalıyorum. Masanın üzeri bomboş. Elimde kahve fincanı, boş masaya bir daha bakıyorum. Ben masaya tek bir tabak dahi koymamışım. Sabah hazırlanmış bir kahvaltı görmek beni mutlu ettiği için yatmadan önce mükellef bir sofra hazırlar,üzerine de annem, ‘kızım şeytan sabaha kadar gezinir durur bunların üstünde. Olmaz böyle .’dediği için bir peçeteyle kapatırdım. On iki yıldır her sabah. İlk kez böyle bir şey başıma geliyor.Kalakalıyorum. Dün geceki yemekte çok mu yedim acaba? Herhalde ondan diyorum. Tam o esnada tekrar duyuyorum kurbağa sesini. Allah kahretsin, unutmuştum yahu. Artık bir tık daha dikkatli, biraz daha gergin. Bakınıyorum etrafa ama yok. Kurbağa da yok, ses de. Neyse, aç da değilim zaten. En iyisi işi ben yürüyerek gideyim bugün. Yemek yemeyince baya bir zaman kazandım çünkü. Böylelikle beşinci adımı pas geçip altıncı adımla hayata dahil oluyorum. Yol boyunca ara ara tekrar geliyor o anlamsız ses. Tamam en azından kurbağa evde değilmiş. Bilinçaltım oyun oynuyor diyorum. İptal, iptal, iptal. Bu da dil alışkanlığı. Son zamanlarda o kadar çok duyuyoruz ki dilimize yapışıp kaldı.
‘Ooo! Efe Beyler de teşrif ettiler nihayet.’ diyerek karşılıyor beni Ahmet. İşyerindeki en gevşek eleman. Yılışık, yapış yapış. Asla güvenilmez, dost değil diye onu kodladım zaten işe girdiğimin dördüncü gününde.
‘-Oğlum neredesin sen iki haftadır? ‘
İki mi haftadır? Nasıl ya? Daha dün yemekle birlikte değil miydik? Seren'in veda gecesinde toplanmadık mı? ( Ah !Seren ya.) Masada yemekler yendi, içildi, ayrılık konuşmaları yapıldı , en güzel hatıralar anlatıldı. Madı mı? İki haftadır yemek mi yemedim ben? Dahası niye acıkmadım o zaman? Lanet olası ses tekrar geliyor. O ses benden geliyormuş meğerse. Midem mi gurulduyor? Nasıl ya? E aç değilim ne oluyor diye telaşa kapılmışken ben de Ahmet'e cevap veriyorum .
‘Evet ya böyle oldu değil mi? Aman çalış çalış nereye kadar ?’
Hızla yerime geçip işe koyuluyorum. Ama aklım hala nasıl olur da iki haftadır ben yemek yemedim. Dahası neden hiç aç değilim? Karnımdaki ses hızlanıyor. Sırtım terliyor. Elim telefona gidiyor. Çabucak e-nabız açıyorum. Hemen bir doktor randevusunu alıyorum. Vücudumla ilgili endişelendiğimde hemen soluğu doktorda alırım.’ Aman bir şey yok bunun, doktor elleyince geçiyor. ‘Annem en sonunda kabul etti bu durumu. Öncesinde o da benimle beraber telaşlanır, koşa koşa gelirdi doktorlara. Ama artık baktı ki sadece panik atak deyip salıyorlar, nicedir bıraktı o da beni kendi halime. Ben de biliyorum aslında hiçbir şeyim yok. Hatta hastaneleri hiç de sevmem. İnsanı yoran bir telaş, bir bıkkınlık, yaşamak için değil de ölmeye gelmiş gibi bir sürü insan, ruhsuz, bezgin, inlemeli. Kapıda aynı sorulara ezberlenmiş cevaplar veren suratı bir asık bir hemşire. Güçlü gibi görünse de bıraksan kaçacak gibi. . Sıramı beklerken bir taraftan da düşünüyorum. Ben de biliyordum aslında çoğu doktor ziyaretlerimin bir dayanağı olmadığını ama bu sefer durum biraz farklı. Bu kez ben de telaşlıyım. Gerçekten telaşlı..’Annem ne hisseder acaba diye bir hastalığım çıksa şimdi, dahası iki haftadır yemek yemediğimi duysa ya da ölsem ya çat diye şuracıkta.’
Sıram gelince giriyorum doktorun yanına, durumu anlatıyorum. Kurbağa sesi duyduğumu şimdilik kendime saklıyorum. Kimbilir kaçıncı hastasına bakmaktan bezmiş , sıradan bir ses tonuyla ‘ siz şimdi bir şu tahlilleri yaptırıp gelin. Tekrar konuşalım diyerek bir kağıt uzatıyor bana. 2 haftadır yemek yemeyen ve açıkmamış bir hasta da dikkatini çekmiyorsa diye diye aşağı inip tahlilleri veriyorum.
Can sıkıntısıyla eve doğru yol alıyorum. Öyle çok vaktim var ki yemek yemeğe bayağı bir zaman harcıyormuşuz meğerse. Hala aç değilim. Hiçbir yemekte benim dikkatimi çekmiyor.
Nasıl ve nereden devam edeceğim hayata hiç bilmeden bakakalıyorum, Ben rutinlerine sımsıkı tutunan biriyim,artık hiçbir rutinim kalmadı. Odaklanamıyorum, bir el bozdu sanki her şeyi. Sonra birden aklıma bunları bir yere yazmış olabileceğim geliyor. Tabii ya, ben mutlaka yazarım, konuşurum da çok ama genelde yazarım. Kimseler bilmez ama Seren fark etti bunu , ya da ben fark etsin istedim bilmiyorum. Seren ya tabi ki Seren. Ne çok aşıktım ..
Ben elimde yazdıklarıma bakarken hatırlıyorum. Küçükken kardeşimi ne zaman kıskansam, annemi paylaşmak istemesem yemeden içmeden kesilirdim.’ Anne, karnımda kurbağa var, sanki yemek yedirmiyor ‘derdim. Annem hemen en sevdiğim şeyleri yapar, etrafımda pervane olurdu. Yalan yok,ara ara bunu hiçbir şey yokken ,canım bir şey çekerse sadece kıskançlıktan değil, annem onları hazırlasın diye de yapmaya başladım. İki hafta önce Seren elinde bir nikah defteriyle geldi ofise. Ben evlendim dedi, Amerika'ya gidiyoruz, bugün ayrılıyorum işten. Ofiste bir heyecan, hemen sorular ve veda gecesi, organizasyon, o kadar hızlı gelişti ki her şey. İki hafta önce de bir veda yemeği düzenlendi ve Srlen gitti. Ben anneme yaptığım gibi yemezsem gelir Seren diye düşündüm herhalde. Bilinçaltım beni yanıltmadı. Seren gelmedi, gitti Seren. Gözlerim iyice kapanıyor. Babaannem geliyor elinde terlikle, küçükken yaptığı gibi, sallıyor terliğini bana doğru.
‘Yen mi, yemen mi? !
Ertesi gün gazetelerde bir haber.
Ünlü reklam yazarı Efe Aydın evinde ölü bulundu. Efe Aydın 36 yaşındaydı. 1994 yılında Yozgat'ta doğan Efe, üniversite için geldiği Ankara'dan bir daha hiç ayrılmadı. Muhabirimizin ulaştığı kaynaklara göre, dün doktora giden ve kan talihleri veren Efe'nin hiçbir sağlık sorunu olmadığı anlaşıldı. Neden olduğu, neden öldüğü sır olarak kalacak. Efe evsiz ve hiç çocuk babasıydı.
Yine kaynaklardan aldığımız bilgiye göre Efe'nin masasının üzerindeki bulunan kağıtta (-Midemdeki kelebekler yerini kurbağalara bıraktı. Ne yazık ! )yazılı bir not bulunmuş.