Tek Kelimeli Bekir

Fatma Ünsal

“Er kişi niyetine Allaaahuekber!”

Bekir, köydeki tüm cenaze namazlarında bulunur, safa girer ama namazı kılmazdı. Tam hoca ikinci kez tekbir aldıracak, “Ölmemiş ölmemiş de ölmemiş ölmemiş işte ölmemiş!” diye bağırmaya başlardı. Cemaatten biri Bekir’i kovalar, uzaklaştırırdı oradan. Bekir kaçar, saklanır; onlar namaza durunca yine başlardı: “Ölmemiş, ölmemiş de ölmemiş. Ölmemiş hele ölmemiş.” Aklını üç dört yaşlarında arkadaşları şaka diye koynuna kurbağa bıraktıklarında yele savuruvermişti zavallı. Anacığı da ona üzülmekten genç yaşta göçtü gitti. Babasıyla yaşayıp giderlerdi. Giderlerdi gitmesine ya Bekir’in dilinde bir ölmemiş, vara yoğa deyip dururdu. Babasından yüküyle dayak yerdi bu yüzden. Dayağı yerken de bağırırdı: “Ölmemiş ölmemiş ölmemiş.” O böyle yapınca babası iyice hiddetlenir: “Kim ölmemiş ulan kim? Yettin artık. Sen öl ulan sen sen!” diye bayılana kadar döverdi oğlanı. Bekir’in bayılmadan hemen önce ağzından yine: “Ölmemiş.” çıkardı. Sabaha kadar olduğu yerde baygın yatardı.

Rüyasında köylerinin en yüksek noktasında bulurdu her seferinde kendini. Önce bir yerde biraz bekler, sonra yavaş yavaş inerdi kayalardan aşağı. Ayakları kayardı kaymasına ama rüya bu ya, korktuğu başına gelmezdi. O devasa kayadan aşağı bir keçi gibi inerdi her seferinde. Her seferinde ayağına çalılar takılır, önüne envaiçeşit sürüngenler çıkar, yine de vazgeçmezdi. Ölmemiş ölmemiş ölmemiş diye diye en tepeden en aşağıya kadar inerdi. Bakardı ki anası alaca bir geyiğin sırtında, ona doğru seyirtirdi. Ölmemiş ölmemiş de ölmemiş. Anası geyiğin üstünden Bekir’e gülümser, el ederdi sen de gel diye. Bekir tam anasına yaklaşınca geyik huysuzlanır, kaçar giderdi oradan. Anası Bekir’den uzaklaşırken arkasına dönüp bakardı. Bekir’in aklı rüyalarında yerine gelir, üzülmeyi becerirdi. Gözünden yaşlar yol bulup akardı işte o zaman. Yine de içi rahat olurdu. Çünkü anası ölmemiş ölmemiş DE ÖLMEMİŞ ÖLMEMİŞ olurdu.

Anası geyiğin sırtında uçar gibi giderdi. Bekir arkasından bakakalırdı. Sonra yanına ak bir at gelirdi. Yelesini Bekir’in yüzüne sürerdi. Gıdıklanınca kıkır kıkır gülerdi Bekir. Belki başka şeyler demesi lazımdı ama kıkırdarken de, “Ölmemiş ölmemiş ölmemiş.” derdi. At, başıyla Bekir’i dürter, âdeta binmesini salık verirdi. Bekir, kurulmuş gibi atlardı atın sırtına. Binince de dehhaa yerine “Ölmemiş ölmemiş.” derdi. At, bunu deh diye anlar tıngır mıngır başlardı yardan tırmanmaya. Hemencecik çıkarırdı at Bekir’i en tepeye. Onu oraya bırakınca da kendisini aşağı sanki kanatları varmış gibi bırakıverirdi. Aşağı inene kadar gözü Bekir’de olurdu atın. Sonra da kolaylıkla yere iner, koşarken yok olurdu. Bekir’in gözünde yaş yine belirirdi o zaman. Aklı başında olduğundan. Ölmedi ölmedi ölmedi. Babasının sesi yankılanırdı kayalıklarda: “Geberesice uyansana uyansana ulan!” Etrafına bakardı Bekir, acep babam nerede diye. Sarsıldığını hissederdi, sonra gözünü açardı ki babası karşısında. Bekir de ne yarın tepesinde ne de atın sırtında. Dün nerede bayılıp kaldıysa orada. Yine rüya yine rüya. Bekir, rüyadan uyanınca aklını yitirirdi. Rüyasında içi yana yana dediği ölmemiş lafını, uyanıkken bir robot gibi tekrar ederdi. Ölmemiş ölmemiş ölmemiş ölm… Şakk! Babası yine delirir hep delirir sakinleşene kadar döverdi. Gıkı çıkmazdı Bekir’in. Donmuş gözleri nereye takıldıysa orada kalırdı.

Köyün imamı, cuma çıkışı yakaladı Bekir’in babasını. Günahtır efendi, dedi. Etme. Çocuğa, hele anasıza, hele hele aklı başında olmayan garibana el kalkar mı? “Sen karışma hoca, diye diklendi adam. Kalkar ki ne kalkar. Anasız çocuk büyütmek kolay mı hem? Uzaktan gert gert geğirirsiniz, boş boş konuşursunuz. Sabahtan çıkar, peşinde dolanmasam olmaz. Birisi alsa gitse gitmem demez diye o nereye ben oraya. Başından az ırsam millet kullanır. Yok çeşmeden su taşıyalım hadi Bekir, yok samanlıktan çuvalları taşıyalım Bekir. İnanır mısın bebeğinin beşiğini ırgalatan bile oluyor. Eee deli ya kullan kullanabildiğin kadar! Ağzından da ölmemişten başka laf çıkmaz. Hayırı bilmez yoku bilmez. Allah buna tek kelime öğretmiş tek. De bakalım, kolay mı benim çektiğim?” İmamla konuşurken ihtiyarın teki yanlarında durdu. Dinledi bir güzel. “Senin bu oğlanı konuşturmak, aklını başına getirmek kolay efendi,” dedi. Adam inanmaz baktı ihtiyara: “Doktor musun emmi sen? Nasıl olacak o? Koca çocuk. El kadar olsa ümit bağlanır.” İmam da ihtiyarı savmaya çalıştı: “Doğru söylüyor. Doktor olmadan öyle hurafeli işlerle akıl başa gelmez. Hele hele büyü müyü sokacaksan işin içine, hiç eğlenme emmi. Var git hadi.” İhtiyar homurdandı: “Yav ne büyüsü? Maraş biberi yedireceksin ona Maraş biberi. Hatta Pazarcık’tan getirtin. Günde üç kaşık tepin ağzına. Bakın bakalım kalıyor mu bir şey? Bizim rahmetli Veli’nin oğlan da meczuptu. Yedirdiler biberden. Bir haftaya kalmadı, aklı su gibi akmaya başladı kafasında ya su gibi.” İmam, “Etme emmi,” dedi. “Garibanlara boş umut verme. Çocuğa da eziyet ettirme. Günahtır. Hadi yoluna.” İhtiyar eeehledi yürüdü gitti. Bekir’in babası düşünceliydi. Acaba denese miydi? İmamın yanından ses etmeden ayrıldı. İmam peşinden, “Allah’a dua et. Bekir senin kurtuluşun olur. Çocuğa eziyet etme. Her duyduğuna da inanma.” dediyse de işittiremedi kendini.

Adam eve vardığında Bekir’i divanda uzanıyor buldu. Babasının geldiğini işitince ondan yana döndü. Aç mısın, dedi. Bekir hayır manasında başını salladı. Başını gösterdi, yüzünü buruşturarak. Adam, “Ne çekiyorsak oradakinin yokluğundan zaten ya.” diye hırladı. Bir kâse çorbayla döndü geri: “Açlıktan ağrır açlıktan.” dedi. “İç hadi.” Bekir güç bela bitirdi çorbayı. Babasına bakarken yüzü ışıdı, acıdığını hissetti. Sağ ol demeliydi. Baba beni seviyor musun yoksa, diye sormalıydı. Çorba da ne lezzetli, diye övmeliydi. Dünyada payına düşen tek kelimeyi kullandı ama o: Ölmemiş. Adam, duymazlıktan geldi. Kulağında hâlâ imamın sesi vardı. O ses gidince biliyordu Bekir’e yapacağını. “He ölmemiş ölmemiş. İç de uyu hadi. Ben de sana biber ısmarlayayım. Hasan, Pazarcık’a gidecekti yarın. Umut dünyası işte. Diline ölmemişten başka laflar da yerleşir belki.” Bekir, son sözlerini duyamadı babasının. Yine rüyasında aynı yarın başındaydı. Aşağıda alaca bir geyiğin sırtında anası bekliyordu.

Adam, komşusu Hasan’a vardı. Böyleyken böyle, dedi. “Sen yarım kilo kadar al, acısından olsun. Dil açar aklı başa getirirmiş. Ya ya gördün mü biberin maharetini.” Hasan da inandı. Aklının hafif kıt olduğunu karısı deyip dururdu. Yarım kilo kadar da kendisine alsa da gizli gizli yese miydi acaba? Sipariş alındı. Hasan, adamın getirdiği parayı yeleğinin cebine tıkıştırdı. Evine girdi.

Babası, Pazarcık’tan gelecek yarım kilo müjdeyi bekleyedursun, Bekir uçurumdan hoplaya zıplaya indi yine. Her bir adımında ölmemiş ölmemiş de ölmemiş diye diye. Çalıları hissetmedi hiç. Aklını hissetti ama. Çünkü anasını görecekti. Anasıyla giden, geri geliyordu onu görünce. Bir aralık yağmur başladı. Hiç ıslanmadı Bekir. İnmeye devam etti. Güneş açtı sonra. Kayalığın sıcağı adamı yere sererdi. Hiç yanmadı Bekir. Yaklaşmıştı en dibe. Başını uzatıp baktı bir aralık. İşte oradaydı anası. Alaca geyiğin üstünde. Kestane saçları belinde. Daha da seyirtti. Ölmemiş işte ölmemiş. Geyik gidecek gibi oldu Bekir yanaşınca. Anası eğildi, kulağına bir şey fısıldadı geyiğin. Efsunlanmış gibi durdu kaldı geyik. Arkasında sıcak bir nefes duydu Bekir. Baktı ki ak at da gelmiş. Başıyla Bekir’i itiyor hadi atla sırtıma der gibi. Lakin Bekir’in ayakları anasına doğru kayıp gitti. Yürümedi Bekir. Toprak onu geyiğe doğru sürükledi. Baktı ki şimdi anasının yanında, alaca geyiğin sırtında. Ölmemiş, dedi Bekir. Ölmedim, dedi anası. At hırçınlaştı, geyiğin etrafında fır döndü. Ama geyik efsunlu hâlinden daha çıkmamıştı. Anasının saçlarını okşadı Bekir. Bir tutamını avuçlayıp kokladı. Ölmemiş ölmemiş, dedi. Ölmedim ölmedim, diye yineledi anası. Gidelim mi, diye sordu Bekir’e. Bekir’in ağzından ilk kez farklı bir kelime yuvarlanıverdi: Gidelim. At, Bekir öyle der demez toz olup yere yığılıverdi, geyik hareketlenince rüzgârıyla sağa sola savruldu.

Alaca geyik, ana oğul sırtında koşmaya başladı. Koşmadı, uçtu. Bir yağmur yağdı. Bir güneş açtı. Bir aralık, bulutlar toplandı. Kıpkızıl. Bekir başını göğe çevirdi. Baktı ki kızıl bulutlardan kırmızı kırmızı bir şeyler yağıyor. Ağzını açtı merakla. Acı mı acı. Geri tükürdü. Anasına sarıldı sıkıca. Ölmemiş ölmemiş, dedi. Ölmedim ya ölmedim, dedi anası.