Kral Ölmüş, Kural Ölmemiş

İrem İlayda Karkı

Bulutların güneşi değil de neşemi kapattığı bir günde gelen o mektup yeniden neşelenmemi sağlamıştı. Yaptığım bazı yanlışlar sebebiyle uzun süredir görev alamıyordum. Aldığım mektuptan anladığım kadarıyla kimsenin gitmeyi istemediği bir gezegene gitmemi istiyorlardı. Kolay bir görev olduğunu da eklemişlerdi. Gezegen çok gelişmiş bir gezegenmiş ancak yönetim iyi değilmiş. Tamam, dedim. Benim için önemli değildi. Kendimi yeniden kanıtlayıp puanımı biraz arttırmam gerekiyordu. Hızlıca hazırlanıp mekiğime doğru yola çıktım. Son zamanlarda dünyadan sıkılmıştım. Bu değişiklik bana da iyi gelecekti.

Oraya vardığımda beni mor düz elbisenin üzerinde turuncu desenleri olan kemer giymiş bir adam karşıladı.

“Ölmemiş.” dedi ve iki elini yüzünün önünde birleştirip hafif eğildi. Duruşu bir selamı andırıyordu. Ben de yaptığı hareketi tekrar ettim.

“İsmim Odur. Size ben eşlik edeceğim.”

İsmini garipsemek burada garipsediğimiz en küçük durum olarak kalacaktı.

“Beni kralınıza götürebilir misiniz?”

Şaşkın ve kızgın bir bakışla bana baktı. Yaklaşık birkaç dakika hiçbir şey söylemedi. Ben cevap beklemeye devam edince sessizliğini bozmak zorunda kaldı.

“Bu size ilk ve son uyarım olsun. Biz burada birine selam verirken ve soru sorarken önce ölmemiş deriz. Siz de burada olduğunuza göre bu kurala uymak zorundasınız. Bu kelimeyi kullanmazsanız kimse size cevap vermez.”

Selam verirken kendilerine sürekli ölümü hatırlatacak bir kelime seçmeleri ilginç geldi. Beklemekten yorulmuş hafif bir sinirle cevap verdim.

“Ölmemiş. Beni kralına götürür müsün artık?”

“Buyrun” dedi ve önden yürümeye başladı. Yürümek ama nasıl yürümek! Yolda karşılaştığı herkesle selamlaştı.

“Ölmemiş, iyi günler.”

“Ölmemiş, eşin nasıl oldu?”

“Ölmemiş, yavrucuğuna benden bir brokoli.”

“Ölmemiş, anacığına selamlar.”

“Ölmemiş, bugün nasılsın?”

Herkesle tek tek muhabbet etti. Hatırlarını sordu, çocuklarına brokoli aldı, hanelerinde yaşayan herkesi sordu. Daha işe başlamamışken çok yorulduğumu hissettim. Bakışlarımla da bunu belli etmek için elimden geleni yaptım.

Sonunda altın yaldızlı sarayın önüne gelmiştik. Uzaya da çıksan kraliyetlerin gösteriş merakı değişmiyordu. Oldukça uzun ve tabloların sergilendiği bir koridoru aştıktan sonra en az üç metre bir kapının önüne geldik. Saray gibi saray dedim içimden. Daha önce 5+1 saraya konuk olmak zorunda kalmıştık. Bununla kıyasladığımızda ona saray demek buradakine hakaret sayılırdı.

Kapıdan girdiğimiz anda Odur üstü açık tabutvari bir şeyin içinde yatan kralının önünde dizlerini çöktü.

“Kralım, canım kralım, benim kralım. Nasıl olur böyle bir şey?”

Durumun dramından çok, neden kralına soru sormadan önce ölmemiş demediğine takıldı aklım.

“Odur Bey. Neden kralınıza soru sormadan önce ölmemiş demediniz?”

Odur Bey gözlerini sinirle üzerime dikip dudaklarını sıktı. Yaptığım hatayı çabucak kavradım.

“Ölmemiş. Neden kralınıza soru sorarken ölmemiş demediniz?”

“E çünkü ölmüş. Ölmemiş, ölmüş birine neden ölmemiş diyeyim?”

Mantıklı. Ben ölmemiş kelimesini hep anlamı üzerinden düşünmüştüm ama aslında sıfat gibi kullanıyorlardı. Ölmemiş insan, ölmemiş kişi gibi. Ama bence yine de gereksizdi.

“Ölmemiş, şimdi bana olayları en başından anlatır mısınız?”

“Ben dün kralımın isteği üzere pazar alışverişine çıkmıştım. Ona kendini halk arasında gizleyebileceği yeni bir kıyafet almamı istedi. Pek severdi canım kralım, halk arasında gezinip kendine en ufak eleştiri yapanları idam ettirmeyi. Yine böyle bir günün hazırlığındaydık. Ah kralım, canım kralım.”

Odur Bey kralını gerçekten çok mu seviyordu yoksa hâlâ bir yerlerde gizlenmiş onu izlediğini mi düşünüyordu anlayamadım. Sevgi hiçbir zaman tamamen anladığım bir şey olmasa da şimdi hiç anlamlandıramıyordum.

“ Ölmemiş, sonra ne oldu?”

“Ben pazara gittim, kralımın siparişine uygun bir kıyafet alıp saraya döndüm. Kralım tahtında oturuyordu. Önce uyuyor olduğunu düşündüm ama biraz daha yakından bakınca sol göğsünde kan lekesi olduğunu fark ettim.”

“Ölmemiş, kan olduğuna emin misin? Rapora göre kral zehirlenmiş.”

“Evet ama zaten kan krala ait değil. Kime ait bilmiyorum. Ben kanı görünce endişelenip kralı uyandırmaya çalıştım. Sonra uyumadığını anladım. Ah ahhhh.”

“Anladım. Kraliçe nerede?”

Derin bir sessizlik oldu.

“Ölmemiş, kraliçe nerede?”

“Odasında yasta. Onunla görüşmemiz mümkün değil.”

“Ölmemiş, neden?”

“Bizim gezegeninin bir başka kuralı. Eşi ölen hanımlar üç gün odaya kapanıp yas tutarlar.”

“Ama benim onunla görüşmem lazım.”

“İki gün sonra belki isterse görüşebilirsiniz.”

Saçma sapan kurallardan biri daha. Bir de bu gezegen için gelişmiş demişlerdi. Bu görevi kabul ettiğim için pişman olmak üzereydim. Ama kaybettiğim puanlarımı düşününce göreve yeniden devam etmek için gerekli motivasyonum oluştu.

“Ölmemiş, kralın günlük işleriyle bir tek sen mi ilgileniyordun?”

“Hayır. Budur var. Evet doğru ya, Budur nerede? Ölmemiş, ben niye burada tek başıma ağlıyorum?”

“Bilmiyorum. En azından onunla görüşelim.”

Odur hemen haber saldı. Budur yarım saat geçmemişti ki yanımıza geldi. Odur biraz sinirliydi.

“Ölmemiş, neredesin sen?”

“Buradayım işte.”

“Kralın ölmüş sen hâlâ gezeyim tozayım derdindesin. Bak bu Dünyalı, kralımızın katilini yakalamak için geldi. Seninle de konuşmak istiyor.”

“Benimle mi, neden? Beni mi görmüşler, kim görmüş. Yalan söylüyorlar.”

Budur’un her halinden endişeli olduğu anlaşılıyordu. O kadar paniklemişti ki kendi kurallarını unutmuştu. Odur, Budur’un kolunu dürttü.

“Doğru ya unuttum. Üzüntüden. Ölmemiş, ne konuşmak istemiştiniz benimle?”

“ Ölmemiş, siz ne konuşacağımı düşündünüz?”

“Ben şeyyyy. Bilmiyorum.”

“ Ölmemiş, kralını en son ne zaman gördün?”

“Kahvesini getirmiştim. En son o zaman gördüm.”

“ Ölmemiş, herhangi bir şey söyledi mi sana?”

“Söylemedi. Söylemez. Teşekkür bile etmez. Sadece emir vereceği zaman konuşur.”

“Ölmemiş, peki bu durumu hiç kralınızla paylaştınız mı?”

“Ölmemiş, siz krallığın olduğu bir toplumda yaşamıyorsunuz sanırım, değil mi?”

“Doğru.”

“Belli. Kralla bu tarz konuları konuşamazsınız.”

“Anladım. Sizinle açık konuşacağım. Bu odaya üç kişinin doğrudan erişimi var. Biri kraliçe. Eğer kralı o öldürmüş olsa şimdi onu yas tutarken değil tahtında oturken görürdük. Sonuçta kraliçe kuralları değiştirebilir. Ama o sadık kalmış. Diğer ikisi de sizsiniz. Yani katil ya Odur ya Budur.”

Odur ve Budur birbirlerine baktılar. Şaşkın görünen Odur’du, panikleyen ise Budur. Katilin kim olduğu çok açıktı aslında ama yine de itirafı beklemek istedim. O sırada Budur nefes alamamaya başladı ve bir eli boğazında, bir eli kalbinde yere yığıldı. Aynı anda burnu da kanamaya başladı. Odur hemen hemşireyi çağırttı. Gelen kişi sakinleştirici bir şeyler verdi ve Budur’u saray hastanesine taşıdılar. Tekrardan konuşmak içim kendine gelmesini bekledim.

Nihayet kendine geldiği bilgisini alınca kapıyı çalıp içeriye girdim. Budur, biraz daha toparlamıştı.

“Buyrun lütfen.”

“Teşekkürler. Şimdi artık biraz gerçeklerden konuşmanın vakti.”

Suratına baktığımda kabullenmiş bir ifade gördüm.

“Evet uzatmayalım. Ben yaptım.”

“Neden peki? Pardon unuttum. Ölmemiş, neden peki?”

“Bu sebeple. Saçma sapan kuralları vardı. Sürekli Ölmemiş demek zorundaydık. Ölmemiş şunu ister misiniz, ölmemiş bu nasıl olsun? Bıktım. Panik atak hastası oldum. Eminim bu ülkedeki herkes de sıkıldı. Sırf bu sebeple depresyona giren arkadaşım var. Ben de kral ölürse bu ızdırap biter diye düşünmüştüm. Ama kraliçe de manyak çıktı. Kurallar aynen devam edecek dedi.”

“Onu da öldürmek istedin mi?”

“Hayır, bizde kadınlara zarar verilmez.”

“İyi. Üzgünüm ama raporuma katilin sen olduğunu yazmak zorundayım.”

“Artık umrumda değil hiçbir şey. Yazın. Ha unutmadan, henüz psikolojiniz bozulmamışken burayı terk edin.”

Benim de şu an tek istediğim şey buydu. Ölmemiş kelimesini mümkünse uzun bir süre duymak istemiyordum. Sıkıldığım dünyama daha da sıkılmış bir vaziyette dönmek için hazırlıklara başladım.