Allah'ın nûrunu ağızlarıyla söndürmek isterler , Allah ise nûrunu tamamlayıcıdır. Velev ki, kâfirler hoşlanmasınlar. (Saff sr. 8)
Ana rahmine düştüğü gün henüz oluşmamış olan iliklerine kadar hissetmiş yalnızlığı, henüz çıkmamış olan tüyleri ürpermiş yalnızlıktan. Ben bu yalnızlığa dayanamam ölürüm, diye düşünmüş, ölmemiş. Beş ayda alışmış yalnızlığa, karanlığa. Hatta rahat gelmiş yalnız hayat karışan, görüşen, dövüşen yok, gürültü, patırtı yok, uyu, uyan, ye, iç, eğlen. Ama birgün yalnız başına kurduğu saltanat son bulmuş, dünyaya doğmuş istemeden. Gözleri kör edecek kadar çok ışık, kulakları sağır edecek kadar çok gürültü varmış. Üstelik istediği zaman istediğini de yapamıyormuş, hep başkaları ne isterse o. Uyumasını mı istiyorlar bütün çığlıklarına rağmen sallaya sallaya dünyasını döndürüp sonunda uyuttuklarını sanarak bayıltıyorlarmış. Karnı aç değilken küçücük midesini tıka basa sütle dolduruyorlarmış. Ben bu zorbalığa dayanamam ölürüm diye düşünmüş, ölmemiş. İki yaşındayken en sevdiği oyuncağı, uyku ve yemek arkadaşı pofuduk ayıcığını evlerine gelen bir misafirin zırlak bebesine sussun diye verdiklerinde oyuncağını bir daha alamayacağını sanmış, ben bu ayrılığa dayanamam ölürüm diye düşünmüş, ölmemiş. Yedi yaşındayken kardeşi olup herkes ona ilgi gösterince bu ihaneti kaldıramam ölürüm diye düşünmüş, ölmemiş.
Ölmeden büyümüş Mücahit. Lise sınavlarına hazırlanırken gece gündüz çalışmış, kazanamazsam ölürüm diye düşünürmüş, sınava bir gün kala geçirdikleri trafik kazasında annesini ve kardeşini kaybetmiş sınava girmemiş, dünya gözünden silinmiş, artık ölmeliyim diye düşünmüş, ölmemiş. Alışmış. Alışmak ölmekten betermiş. Lise sınavına giremeyince doktor olma hayalinden de süper kahraman olma hayalinden de vazgeçmiş, birçok hayalinden vazgeçtiği gibi. Babasının terzi dükkânında babası gibi terzi olma yoluna adım atmış. Bir yanında okuyamamanın hayal kırıklığını, bir yanında annesinin ve kardeşinin acısını hep hissetse de Mücahit için artık hayat, babası ve dükkânmış, babası için de Mücahit ve dükkânmış. Babasının kansere yakalandığını öğrendiği gün ilk defa mücadele ruhunu hissetmiş damarlarında. Mücadele etmelilermiş bu kahrolası illetle. Babası ölmemeliymiş. Babasının ümidi yokmuş ama Mücahit biliyormuş, yaşayacakmış babası. Çünkü bunca acısı olan bir insana yeni bir yürek yangını verilmezmiş. Verilmemeliymiş. İnsanmış bu, taş değilmiş ya, nasıl taşısınmış bunca yükü? Aylarca hastaneye gidip gelmişler. Mücahit kanseri yenen bir sürü insanla tanıştırmış babasını. Ama babası yenenememiş. Ölmez sanmış, babası ölmüş.
Mücahit bir başına kalınca hayat anlamsızlaşmış. Dükkâna gitse ne gitmese ne. Parası olsa ne olmasa ne. Mücahit yaşasa ne yaşamasa ne. Mahalleden birkaç esnafın evlenmesi gerektiği ısrarlarını duymazdan gelmiş. Öyle bir başına hayat geçmez, demişler. Mücahit için hayat geçse ne geçmese ne. Eve sığamayıp duvaların üstüne geldiği bir gün dükkâna doğru yürürken, komşu kızı Hatice’yi görmüş kaldırımda ağlarken. Yanına gidip ne olduğunu sormuş. Başörtüsü taktığı için üniversitedeki bir hocanın kendisini dersten kovduğunu anlatmış Hatice. Kimmiş o hoca müsveddesi? Adını soyadını öğrenmiş Mücahit. Sıkmış yumruğunu. Bir şey yapacağını anlayan Hatice etme abi, demiş, içeri atarlar seni. Şu sıktığım yumruk bir işe yarasın bacım, demiş fırlamış. Üniversitenin kapısına gelince kafasını şöyle bir kaldırıp bakmış, böyle mi girecektim üniversite kapılarından diye düşünecek olmuş, sıktığı yumruğunu fark etmiş. Bir hışımla girmiş kapıdan. Sora sora bulmuş hoca müsveddesini. Sallamış yumruğunu suratına. Ağzına gelen tüm küfürleri savurmuş. Bir daha vurmuş. Bir daha. Güvenlik görevlisi gelene kadar bir güzel benzetmiş hocayı. İçeri atmışlar Mücahit’i. Nezaret, mahkeme, altı ay hapis cezası. Yıllar sonra ilk defa içi rahatlamış Mücahit’in. İlk defa yaşama sevinci hissetmiş içinde. Bu put kafalıların kafasını koparmak için yaşayacağım demiş. Mapus günleri gelmiş geçmiş zamanla. Duvarlara attığı çentik sayısı yüzseksenüç olduğu gün özgürlüğüne kavuşmuş Mücahit.
Şimdi Mücahit’i ayakta tutan, hayata bağlayan bir dava varmış. Zulmün karşısına dikilecek, zalimlerin ağzını burnunu dağıtacakmış. Ama gittiği vakıftaki arkadaşları öyle olmaz demişler, hakkımızı hukuk yoluyla alacağız. Bu yol Mücahit’e uzun gelse de inanmış. Alacağız hakkımızı demiş. Yürüyüşler, oturma ve açlık grevleri, protestolar, nerede ne eylem varsa hepsine katılmış. Müslüman kızlar başörtüleriyle okuyabilmeli, çalışabilmeli kimse buna engel olacak zulmü işlelememeliymiş. Davayı hukuk yoluyla kazanamamışlar ama artık başörtülü kızlar okuyabiliyor, çalışabiliyormuş. Kimse ses etmiyormuş. Bu dava, Mücahit’i diriltmiş. Yeniden hayat bulmuş Mücahit. Arkadaşları olmuş. Sohbetlere konferanslara katılmış, kitaplar okumuş. Okuyamamanın eksikliğini öğrenerek kapatmış. Okuduklarını öğrenci gençlere anlatmış. Siz yaşarsanız bu dava ölmez demiş. Herkes ölür dava ölmez sanmış, dava ölmüş, kimse ölmemiş. Mücahit inanmamış davanın öldüğüne. Bir vakit başörtülü kızları yanlarında ne idüğü belirsiz namahremlerle nargile tüttürürken görmüş yine inanmamış. Dava ölmez davacılar ölse de demiş. O, öğrenmeye anlatmaya devam etmiş. Ama artık gençler onu dinlemez olmuş, gözlerinde dava ışığı yanmaz olmuş.
Mücahit susmuş. Susmaları her hücresine birer ağrı olarak saplanmış. Ağrılara dayanamayıp doktora gidince kansere yakalandığını öğrenmiş. Babam da kanserden gitti zaten ben de ölürüm demiş, ölmemiş. Kanseri yenmiş. Yıllar geçmiş. Vakıf ölmüş, vakıftaki arkadaşları ölmüş, komşu kızı Hatice ölmüş, komşu esnaflar ölmüş, Mücahit ölmemiş. Seksen yaşına gelince madem bu kadar yaşattın Ya Rabbi, bari doksan yaşıma kadar yaşat da hesapsız cennetine geleyim demiş. Doksan yaşını aşmış, ölmemiş.
Bir gün kapısı çalmış ihtiyar Mücahit’in, bir genç hürmetle elini öpmüş. Efendim, demiş biz bir kaç genç toplanıp küçük bir vakıf kurduk. Bize yol gösterecek büyükler arıyoruz. Duyduk ki siz de zamanında ilim ve fikir ehli, dava sahibi büyük bir zat imişsiniz, ara sıra bizi tecrübelerinizden, ilminizden müstefid ederseniz çok müteşekkir oluruz. Mücahit estağfirullah, demiş. Siz isterseniz ben memnuniyetle, dilim döndüğünce anlatırım evlat, demiş. Gençler haftada bir gün gelip Mücahit’in anlattıklarını kayıt altına almışlar. Başka gençler başka insanlar da istifade etsin diye kayıtları yaymışlar. Mücahit doksan altı yaşında yeniden dirilmiş. Artık ölsem gam yemem demiş.
Bir gün yine kapısı çalmış ihtiyar Mücahit’in. Gelen yine gençlermiş ama Mücahit kapıyı açamamış. Çünkü artık bu âleme kapanmış gözleri, kulakları, ağzı, elleri, ayakları ve yüreği. Gençler ambulans çağırsalar da Mücahit özlediği diyara çoktan kavuşmuş. Gençler onun anlatılarını tekrar tekrar yaymaya devam etmiş. Anlattıkları, dinleyen herkesi derinden etkilemiş. Mücahit ölmüş, sesi ölmemiş. Mücahit ölmüş davası ölmemiş.