ÖLMEMİŞ HİKÂYELER
Sokaklar sessizdi ama ölmemişti. Adımlarının altında ezilen taşlar, yıllar öncesinden kalma hatıraları fısıldıyordu. Geçmiş, zamanın içinde kaybolmamıştı; yalnızca biraz solmuştu ama ölmemişti. Çocuk sesleri çoktan susmuştu, duvarlardaki eski yazılar silinmişti ama bazı izler hâlâ oradaydı. Kaybolmamış, unutulmamış, ölmemişti.
Elif, eski mahallesine döneli birkaç saat olmuştu. Her köşede, her taşta, her pencere ardında bir anı vardı. Bunların çoğunu unutmuş sandı ama hayır unutmamıştı, hiçbiri ölmemişti. Geçmiş, tenine sinmiş gibiydi. Yıllar geçse de, şehir değişse de, bazı şeyler ölmemişti.
İlk durduğu yer, çocukken oyun oynadığı arka sokaktı. Duvara çizdiği küçük şekiller hâlâ oradaydı. Yağmurlar, yıllar, rüzgârlar silmemişti. Onlar da ölmemişti. O çocukluk gülüşleri, sokağı çınlatan kahkahalar… belki sesi yoktu artık ama hafızalarda ölmemişti.
Sokağın köşesinde, her gün önünden geçtiği kitapçı duruyordu. Camın arkasında, bir zamanlar hayranlıkla baktığı o eski kitap hâlâ yerindeydi. Tozlanmış, biraz yıpranmıştı ama ölmemişti. Eski mürekkep kokusu, sayfaların arasında sıkışıp kalmış hikâyeler… hiçbir şey yok olmamış, ölmemişti.
Adımlarını biraz daha hızlandırdı. Geldiği yere ulaşmak istiyordu. Bunca yıl sonra bile içini ürperten, ama bir türlü unutamadığı o kapıya… O kapı yıllar önce de oradaydı, şimdi de oradaydı. Değişmemişti, yıpranmıştı ama ölmemişti. Paslı demirler, solmuş boya… Ama anılar? Onlar ölmemişti.
Tam karşısında durdu. Kapının soğukluğunu hissetti, yıllar önceki gibi. Yıllar önce bu kapının önünde durmuş, titreyen elleriyle zili çalmıştı. Cevap alamamıştı. Ama hikâye orada bitmemişti. Çünkü bazı hikâyeler, bazı insanlar gibi, ölmemişti. Zaman onları silmeye çalışsa da, bazı şeyler direnmişti. Ölmemişti.
Derin bir nefes aldı, parmaklarını soğuk metale dokundurdu. İçinde eski bir korku, eski bir özlem belirdi. Ama geri gitmedi. Çünkü bu hisler de ölmemişti. O anılar, o hatıralar, o acılar… hepsi oradaydı, ölmemişti.
Zili çaldı. İçeriden ayak sesleri duyuldu. Yıllar önce duyduğu ve bir daha duymam sandığı o ayak sesleri… Onlar da ölmemişti. Bekledi. Beklerken içinde eski duyguların kıpırdadığını hissetti. Korku, merak, umut… evet, umut bile ölmemişti.
Kapı açıldığında karşısında duran adam, Elif’e uzun uzun baktı. Şaşkındı. Bir an konuşamadılar. Aralarındaki sessizlik geçmişle doluydu. Ama aralarındaki bağ, evet, o da ölmemişti. O gözler, o bakış… eskisi gibiydi. Zaman her şeyi değiştirse de, bazı hisleri öldürememişti.
— Sen… döndün mü?
Elif yutkundu.
— Döndüm. Çünkü bazı şeyler… ölmemiş.
Adam gülümsedi. Acı bir tebessümdü bu.
— Biliyorum. Çünkü ben de ölmemişim.
Elif başını salladı. Kapının eşiğinde durdu. İçeri girmeli miydi? Yoksa burada mı kalmalıydı? Yıllar boyunca içinde taşıdığı bu hikâyeye yeni bir satır eklemeli miydi? Ama zaten bu hikâye hiç bitmemişti ki. Ölmemişti.
Adam hafifçe kenara çekildi. İçeriden eski bir koku yayıldı—zamanın bile silemediği o tanıdık koku. Elif, derin bir nefes aldı.
Ve içeri girdi. Çünkü bazı hikâyeler, bazı kapılar, bazı insanlar… ölmemişti.