Eskimeyen Dostluk

Melek Öztürk

Yirmi yıl... İnsan hayatında ne çok şeyin değişebileceği, ne çok şeyin silineceği ve unutulabileceği bir zaman dilimi. Ama bazı anılar, bazı sözler zamanın pençesinden kurtulur. Tıpkı Işık ve arkadaşlarının yirmi yıl önce verdiği söz gibi...

Direksiyonun başında gözleri, yan koltukta duran eski, solmuş bir kolinin üzerinde gezindi. Parmaklarını direksiyona sımsıkı kenetledi, boğazında bir yumru büyüdü. Yirmi yıl önce, bu koli bomboş bir kutuydu. Şimdi ise içi, dostluklarının en değerli parçalarıyla doluydu. O gün, doğum gününde herkes en sevdiği, en kıymet verdiği bir eşyasını içine koymuştu. "Yirmi yıl sonra, ne olursa olsun, burada toplanıp açacağız," demişlerdi. O gün neşeyle verilen bu sözün, yıllar sonra böyle ağır hissedeceğini tahmin edemezdi.

Ama gerçekten hatırlamışlar mıydı? Yoksa sadece o mu hâlâ bu sözün ağırlığını hissediyordu?

Bu yüzden onlara mektup yazdı. Kendi elleriyle, kendi kelimeleriyle...

"Sevgili Sinan, Kerem, Eda, Osman,

Hatırlıyor musunuz? Yirmi yıl önce, bir doğum gününde, hepimiz birbirimize bir söz verdik. O sözle gülerek, umutla, içimiz kıpır kıpır ayrıldık. Sonra hayat bizi savurdu. Şimdi, ne haldeyiz bilmiyorum ama ben oraya gidiyorum. Koli benimle. Eğer hâlâ hatırlayan varsa, eğer bir parçamız hâlâ oradaysa, gelin. Birlikte bakalım, içindeki bizleri tanıyabilecek miyiz?

Işık."

Yol uzun, gece karanlıktı. Farların aydınlattığı yolda yalnızlığıyla baş başaydı. Ama bu yalnızlık, içinde belli belirsiz bir umut barındırıyordu. Gideceği yere vardığında, kimseyi bulamazsa... Kendi geçmişiyle yüzleşecekti. Ama eğer biri bile gelirse... Dostluklarının zamana rağmen hayatta kaldığını bilecekti.

Saatler ilerledi. Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte, onları yirmi yıl önceki gibi bir araya getiren ağacın altına vardı. Koli, onunla birlikte yerde duruyordu. Kalbi hızlı atıyordu. Nefesi düzensizdi.

Ve sonra, ayak seslerini duydu.

Sinan, ceketinin ceplerine ellerini sokmuş, gülümseyerek ona bakıyordu. Kerem hemen arkasında, biraz daha yaşlanmış ama gözlerindeki o eski ışıltıyı kaybetmemişti. Osman'ın adımları biraz daha temkinliydi, ama yanına yaklaşınca omzuna dostça bir dokunuş bıraktı. Ve Eda... Gözleri buğulanmış halde, elindeki eski bileziği sımsıkı tutuyordu.

Onlar buradaydı.

Işık derin bir nefes aldı. Gözleri dolmuştu ama gülümsüyordu. Birkaç adım attı, sonra duraksadı. Karşısında duran dostlarına uzun uzun baktı. Yirmi yıl sonra ilk kez birbirlerini bu kadar yakından görüyordu. Sinan yaklaşarak onu kucakladı, omzuna hafifçe vurarak "Bizi çağırmasaydın affetmezdik," dedi alçak sesle. Kerem gözyaşlarını saklamaya çalışarak, "Hiç değişmemişsin Işık," dedi ve ona sarıldı. Osman başını sallayıp, "Gerçekten buradayız. Gerçekten," diye fısıldadı. Eda ise, kollarını iki yana açıp "Bana sarılmayacak mısınız?" diye sitem etti.

Sarılmalar uzadıkça, anılar da canlandı. Kahkahalar ve gözyaşları birbirine karıştı. Birbirlerini bırakmadan dakikalarca geçmişe döndüler. Aralarındaki mesafeler, geçen yıllar, yaşanan kayıplar bir anda eriyip gitti. Yine o çocukluklarına, gençliklerine dönmüş gibiydiler.

"Açıyor muyuz?" diye sordu Işık, sesi titriyordu.

Sinan başını salladı. "Açıyoruz."

Yavaşça kutunun kapağını kaldırdı. İçinden çıkan eşyalar, geçmişin dokunuşu gibi kalplerine çarpıyordu. Sinan eski gitar telini eline aldı, Kerem’in koyduğu eskimiş defter oradaydı. Osman’ın çocukluk yıllarından sakladığı bozuk para koleksiyonu, Eda’nın o gün taktığı fuları... Her biri, o eski günlere açılan küçük pencerelerdi.

Sessizlik içinde eşyaları tek tek ellerine aldılar. Her biri, geçmişin anılarını yeniden yaşarken, gülümsemeler ve gözyaşları iç içe geçti.

"Ne kadar zaman geçti, değil mi?" dedi Kerem, sesi hüzünlüydü ama içinde bir sıcaklık vardı.

"Ama bazı şeyler hiç değişmemiş," dedi Eda, hafifçe gülümseyerek. "Bizi biz yapan şeyler hâlâ burada."

Işık, derin bir nefes aldı. Gözyaşlarını silerek etrafına baktı. "Belki de dostluk dediğimiz şey budur," diye fısıldadı. "Zaman aşımına uğramayan, kaybolmayan, eskimeyen bir bağ..."

O gün, ağacın altında, geçmişle ve birbirleriyle yeniden bağ kurarak oturdular. Yirmi yılın aralarına koyduğu mesafe, o anlarda yavaş yavaş kayboldu. Kahkahalar eski günlerdeki gibi yankılandı, anılar havada uçuştu. Eda’nın fuları hâlâ o eski kokuyu taşıyor muydu? Osman’ın koleksiyonundaki paralar şimdi ne kadar kıymetliydi? Sinan’ın gitar teli, bir zamanlar çaldığı şarkıyı hatırlatıyor muydu? Ve Kerem’in defteri... O defterde ne yazıyordu, kim bilir?

Kerem sayfaları çevirdi. Satır aralarına sıkışmış eski notlar, geçmişten gelen fısıltılar gibiydi. Sinan eski şarkılardan birini mırıldandı. Osman derin bir nefes alıp ağacın gövdesine yaslandı. Ve Eda... Gözlerini kapatıp bileziğini sıktı.

O gün, dostluklarının asla zamana yenilmeyeceğini bir kez daha anladılar. Ve yirmi yıl, birbirlerini unutturacak kadar uzun değildi. Çünkü bazı sözler asla unutulmazdı.