Toprağını Bulmak

İrem İlayda Karkı

Yolunu bilmeyen, nereye varacağını da bilmiyor. Dönüp duruyor etrafında. Durup da bir yerde köklenemeyen, nereye ait olduğunu da bilmiyor. Sorup duruyor etrafına.

Gece Yarısı kasabasına geleli iki gün olmuştu. İlk gün havanın etkisiyle uyuyakalmış, kasabaya adını veren gece yarısı hadisesini kaçırmıştım. Bu gece uyumayıp gözlem yapmak istiyordum. Akşam on bir gibi yine fazlaca uykum gelmeye başlamıştı. Otelin lobisine inip bir kahve aldım. Normalde gece üçten önce uyumayan ben için bu uyku çok anormaldi. Hayatımı burada geçirsem çok iyi bir uyku düzenim olurmuş deyip kendi kendime gülümsedim. Dün kasabada konuştuğum bir abla da sırf burada daha iyi uyuyabildiği için buraya yerleştiğinden bahsetmişti. O an bunun çok mantıksız olduğunu düşünmüştüm ama dünkü uykumdan sonra geçerli bir sebep olduğuna kanaat getirdim. Aslında ben de akşamları uyumakta epey zorlanıyordum. Haliyle sabah uyanmakta da. Birkaç gün daha dünkü kadar güzel bir uyku uyursam belki ben de buraya yerleşmek isteyecektim. Beni tutan ne vardı ki? Tüm dünya benim evimdi. Aynı zamanda hiçbir yer evim değildi. Ve ev demek dört duvar, bir çatı, iki pencere değildi. Hayatım boyunca beş farklı ülkede yirmiyi aşkın farklı şehirde yaşadım. Hiçbiri sıcak bir yuva değildi. Kansızlığım olmamasına rağmen hep üşüdüm. Dışarıdan bana bakıp sosyal medyada hikâyelerimi gören insanlar bana özendi, ben de onlara. Onlar bana “Mesleğin yazmak ve gezmek. Maddi sıkıntın da yok, hayat sana güzel.” dediler, ben onlara, “Hayat, şu dünyada kendine bir yer edinebilene güzel.” dedim içimden. İçimden demesem şımarık derlerdi. Parayı nereye harcayacağını bilmeyince insanlar böyle oluyor demek ki, derlerdi.

Kahvemi içerken yine bilmediğim denizlerde kaybolmuştum. Hızla kendime çektim zihnimi. Ona ihtiyacım vardı. Saate baktım, yarım saat kalmıştı. Otelin bahçesine doğru yol aldım. Tüm çiçekler kendini kapamış, biraz da boyunlarını bükmüşlerdi. Sizin canınızı kim sıktı, demek geldi içimden. Bu mahzunluk, onlara farklı bir güzellik katmıştı. Birazdan hepsi aynı anda açacaklardı. Şafak sökene kadar da böyle kalacaklardı. Haklısınız, dedim. Çiçek olsam, ben de insanlardan kaçmak için bu saati tercih ederdim. Sizi güzel bulmasınlar, dakikasında kökünüzden ayırırlar. Açtığınızı görmesinler, hemen solduruverirler. Solduğunuzu gördüklerinde ise kökünüzle beraber bir köşeye atıverirler. Siz, bizden kaçmakta çok haklısınız. Boynu hafif bükük ama çok güçlü duran bir çiçeğe yaklaştım. Boynuna dokundum hafifçe. Bir çiçeğe, “Benden korkmana gerek yok, sana asla zarar vermem.” nasıl denirdi?

“Yasemin Hanım.”

Çiçeğe o kadar dalmıştım ki çok kısa bir an konuşanın o olduğunu düşündüm. Sonra hafifçe kafamı sese doğru çevirdim. Otuzlarında, spor giyimli, hafif telaşlı bir adam bana doğru yaklaşıyordu.

“Yasemin hanım, merhaba. Ben otelin bahçe görevlisiyim, adım Timur. Size eşlik etmem istendi.”

“Teşekkür ederim. Aslında gerek yoktu.”

“Olur mu efendim, bahçe küçük görünse de oldukça büyüktür. Hem gezerken sıkılmayın.”

Benim adıma, benden habersiz alınan kararlardan oldum olası nefret etmişimdir. Belki bu bir zorunluluktur diye düşünüp reddedemedim de.

“Tamam.”

Timur Bey’in yanımda yürüdüğü gerçeğini görmezden gelip yoluma devam ettim. Gece yarısına sadece beş dakika kalmıştı. İçimde, tek başıma ilk kek yaptığımda oluşan o heyecan oluştu. Fırının başına oturup yarım saat boyunca kabarmasını izlemiştim. Zamanı yavaşlatıp, tek bir şeye odaklanmaktan aşırı keyif duyuyordum. Bunu da ilk o zaman fark etmiştim sanırım. Her şeyin hızlandırıldığı bu zamanda, bu sebeple mi tutunamıyordum?

Önümde duran bir çiçek bir anda pıt diye yapraklarını açıverdi. Aynı anda hepsi anlaşmışçasına aynı şeyi yaptılar. Az önce boynu bükük mahzun duran farklı türdeki bu çiçekler, şimdi dimdik geceyi karşılıyordu. Bu güzellik karşısında kendimden geçerken ardı ardına esnemekten kendimi alamıyordum. İçtiğim kahveler aşkına, bu uyku da ne böyle? Esnemekten yaşarmış gözlerimi zorla açıp yola devam etmeye çalıştım. Bu durum yoğun sağanakta yürümeye çalışıyormuşum hissi veriyordu. Önümdeki taşı görmemem, ayağımın takılıp tökezlemem ve o anda yanımda duran, varlığını unuttuğum Timur Beyin kolumdan tutmasıyla düşmekten son anda kurtulmam bu sebeptendi.

“İyi misiniz?”

“Teşekkür ederim. İyiyim aslında ama biraz uykum geldi sanırım.”

“Buranın havası yapar. Buyrun size odanıza kadar eşlik edeyim.”

“Hayır devam edeceğim. Siz istiyorsanız dönebilirsiniz.”

Benim bu cevabım Timur Beyi memnun etmemişti. Yine de yanımda yürümeye devam etti. Bu kadar güçlü ve canlı duran çiçeğin içerisinde birkaç adım ötemdeki cılız bir çiçek dikkatimi çekti. Zar zor odaklanabilsem de onun diğerlerinden farklı olduğunu görebiliyordum. Daha yakından incelemek için yaklaşmıştım ki hareket etti. Suda kayar gibi diğer çiçeklerin arasında kayboluverdi. Ben şaşkınlıkla nereye gittiğini anlamaya çalışırken Timur Bey tekrardan kolumdan tuttu.

“Yasemin Hanım iyi görünmüyorsunuz. Lütfen gidelim.”

“Siz gördünüz mü? Az önce, o çiçek, nasıl?”

“Neden bahsettiğinizi bilmiyorum.”

“Çiçek hareket etti.”

“Yasemin hanım, ayakta uyur gibi bir hâliniz vardı. Acaba rüya görmüş olabilir misiniz?”

Verdiği cevap sinirlerimi bozmuştu.

“İnsan ne gördüğünü bilir Timur Bey! Gördüğü şeyin rüya mı gerçek mi olduğunu da bilir.”

Ben sinirlendikçe Timur Beyin de yüzündeki tedirginlik ifadesi artıyordu. Açıklama bulmaya çalışıp da bulamıyor gibi bir hâli vardı. Bir iki kem küm etti, söyleyeceklerinin durumu toparlayamayacağını anlayınca da bahaneleri bir kenara bıraktı.

“Bunu yazamazsınız!”

“Ne olduğunu bile anlamadığım bir şeyi nasıl yazabilirim?”

“Ama yazacaksınız değil mi, bunun için geldiniz buraya.”

“Bilmiyorum. Buna karar verebilmem için anlamam gerekiyor.”

Uykulu hâlim giderek dayanılmaz bir hâl almaya başlamıştı. Biraz daha odama gitmezsem burada kıvrılıp uyuyacaktım.

“Söz vermiyorum. Ama bana burada ne olduğunu anlatırsanız ve tabii neden bunu yazmamam gerektiğini de, o zaman yazmam.”

“Tamam anlatacağım. Siz gerçekten iyi değilsiniz. Yarın konuşalım. Buyurun size eşlik edeyim.”

Tutunmam için kolunu uzattı ama reddettim. Uykulu olabilirim ancak tanımadığım bir adamın koluna girecek de değilim. Zaten gıcık bir tarafı da vardı. Gururlu ve uykulu olarak geri döndüğüm odamda üzerimi bile değişemeden uyuyakalmıştım.

Ertesi gün uyandığımda kendimi hiç olmadığım kadar dinç hissettim. Kilometrelerce koşabilir, yüz bin basamaklı bir merdiveni çıkabilir, tüm gün süpürge yapabilir ve hatta çamaşır katlayabilir bir güçte hissediyordum kendimi. Biraz kendime gelince dün akşam olanları parça parça hatırlamaya başladım. Biraz buğulu olsa da ne gördüğümü hatırlıyordum. Lobiye inip Timur Beyi soracaktım ki indiğimde beni orada beklerken buldum.

“Günaydın Yasemin Hanım. Buyrun oturun lütfen.”

“Günaydın. Hemen konuya giriyorum ve sizi dinliyorum.”

O sırada muhtemelen önceden söylemiş olduğu kahveler geldi. Başımla teşekkür edip onu dinlediğimi belirten bir el hareketi yaptım.

“Evet gördüğünüz şey doğru. Size bir soru sormak istiyorum. Hiç kendinizi bir yere ait hissettiniz mi?”

Hayır.

“Kendim hakkımda yorum yapmayacağım. Dolayısıyla sorularınızı geçelim.”

“Tamam bana söylemek zorunda değilsiniz. Kendinize cevaplayın. Eğer ait hissetmediyseniz ne yaptınız?”

Kaçtım.

“Tamam düşündüğünüzü görüyorum. Demek ki doğru noktadayız. Genellikle ait olduğumuzu hissetmediğimiz bir yerde durmak istemeyiz. Peki durursak ne olur?”

Savruluruz.

“Bunu bir çiçek açısından düşündüğünüzde peki?”

Solarız.

Parçaları birleştirip anlamaya çalıştım. Gördüğüm çiçek diğerlerinden daha cılızdı. Belki de solmak üzereydi. Kaçtı mı? Solmamak için.

Karşımdaki adam kimdi bilmiyorum ama bakışımdan ne düşündüğümü hemen anlamıştı.

“Evet, evet doğru tahmin ettiniz.”

“Ben bunun nasıl olabileceğini hâlâ anlayamıyorum.”

“Şimdi size bir sır vereceğim ve sonrasında bunu unutacaksınız. Söz mü?”

“Tamam.”

“Buradaki çiçekler sizin de fark ettiğiniz üzere farklılar. Her çiçek gibi canlılar aslında ama bu canlılıkları biraz daha üst düzeyde. Gündüzleri aralarında herhangi bir fark göremezsiniz, hepsinin boynu büküktür. Ama geceleri hepsi açarlar ve cansız olanlarının kendilerini ait hissettiği toprağı bulmaları için hep beraber çabalarlar. Ben otel görevlisi değilim. Bu inanılmaz olayı fark ettiğimden beri onları korumaya çalışıyorum. Doğrusu benim korumama ihtiyaçları yok.”

Burada biraz durup gülümsedi.

“Gece çiçek açtıkları andan itibaren insanların uykusunu getirecek bir koku salgılıyorlar. Uykunuzun sebebi bu.”

Ben de gülümsedim. Şimdi daha iyi anlıyordum. Nasıl böyle bir şey olabilir sorunu bir kenara bırakmıştım. Mucizeler bazen gerçektir. Timur Beyle vedalaşıp, bu konuyla alakalı hiçbir şey yazmayacağımı yeniden belirttim.

“Şimdi nereye gideceksiniz Yasemin Hanım?”

Omuzlarımı bilmiyorum dercesine silktim. Ama içten içe cevabı biliyordum.

Kök salıp güçleneceğim o toprağı bulmaya.