“En gizemli olaylar gözden ırak yerlerde yaşanırmış. beldesi bu durumun en iyi örneklerinden biri. Yaklaşık on gündür bu beldede tuhaf bir şey yaşanıyor. Gece saat tam 12’yi vurduğunda tüm çiçekler aynı anda açıyor. Güneş yüzünü göstermeye başladığında ise…”
İçeriden gelen ses Enes’in yazısını yarıda kesiyor. “Cuma çıkışı ropörtaj yaparız diye planlamıştık. Ezan okunmak üzere.” diyor arkadaşı Yağız. Enes yazıyı sonra tamamlamaya karar verip yerinden kalkıyor. Kayıt cihazını ve yaka mikrofonunu alıp kapıdaki Yağız’a katılıyor. Camiye ulaştıklarında hutbenin sesi geliyor. Yağız içeriye girerken o sigarasını içip şadırvanda abdest alıyor. Hoca “Allahuekber” derken yetişiyor. En arka safta herkesle beraber namaza duruyor.
Allah affetsin, namaza durmak biraz da taktiksel böyle yerlerde. Halk kendisiyle namaz kılan adama daha kolay güveniyor. Bunu kariyerinin başında öğreniyor ve bir daha da asla unutmuyor Enes. İnsanların güvenini kazanma yolları buldukça, gazetedeki en gizemli olayları çözen kişi olarak tanınması, dolayısıyla böyle olaylara gitmesi kolaylaştı. Çoğu kişiye göre de oldukça hızlı gerçekleşti bu aşamaya gelmesi. Daha iki sene önce yazdığı en büyük haber kar tatili oluyordu.
Cemaat avluya çıkınca Yağız makinesini çantadan çıkartıp yanına geliyor. Enes de mikrofonu yakasına takıp kayıt cihazını başlatıyor. İzlediği Sherlock Holmes dizilerinden esinlenerek “Oyun başlasın.” diyor Enes içinden. Aslında çiçeklere ne olduğu onu ilgilendirmiyor bile. İlgilendiği tek şey bir gizemi daha çözmek ve gazetede adını biraz daha öne taşımak. Bunu başaracağına inancı tam. Gözleriyle hızlıca avluyu tarıyor. Ona istediği bilgiyi en kolay verecek kişileri tanımak için geliştirdiği teknikle biraz ilerisindeki orta yaşlı, dönüp dönüp onlara bakan adamın yanına yaklaşıyor.
“Merhaba, biz Çözüm gazetesinden geldik. Çiçeklerin gece yarısı açmasıyla ilgili bilgi almak için gelmiştik. Sizinle ropörtaj yapmamız mümkün mü acaba?” Enes’in kendinden emin ancak nazik tavrı belli ki adamı etkisi altına alıyor.
“T-t-tabi.”
Enes, adam bir şeyler daha ekleyecek mi diye birkaç saniye bekledikten sonra ses gelmeyince sorularına başlıyor.
“Teşekkürler. Öncelikle isminiz neydi?”
Bu sefer kendisinden emin bir şekilde cevaplıyor adam: “Mümtaz”
“Peki Mümtaz Bey, olayı kısaca anlatabilir misiniz?”
Mümtaz Bey tam söze girecekken Yağız’ın makinesinden gelen fotoğraf çekme sesiyle dikkati dağılıyor. Ama hızlıca kendisini toplamayı başarıyor.
“A-anlatayım. on gün falan önceydi. Dimi Selami?”
Tam o sırada onları görmemiş gibi yaparak yanlarından geçen Selami Bey, dinlediğini gizleme ihtiyacı hissetmeden yaklaşıp onlara katılıyor. “Tam on gün.”
“Heh, on gün önceydi. Önce gün boyu çiçekler açmadı. Bir gariplik olduğunu anladık. Biz öyle betonlar arasında yaşayan insan kılıklılara benzemeyiz. Aman alınma ha kardeş, laf meclisten dışarı. Ne diyordum? Ha çiçekler. İşte çiçekler açmayınca fark ettik hemen. Herkes bir şaşırdı. Bizim burada beş sene falan önce tüm çiçekler solmuştu. Sonra düzeldi tabii de. Neyse öyle bir şey oldu herhalde yine dedik. Ama sonra gece yarısı ne görelim?”
Mümtaz Bey cevap bekler gibi Enes’in gözlerine bakıyor. Enes tam cevap vermek için ağzını açmıştı ki kendisi söylüyor: “Çiçeklerin hepsi açmış. O günden beridir de her gün aynı şey.” Başını hararetle aşağı yukarı sallayarak “Yaaa” diye ekliyor Selami Bey yanından. Enes etkilenmiş görünmeye çalışarak “Nedenine dair bir fikriniz var mı peki?” diye soruyor.
“Yok kardeş nerden olsun. Polisler araştırıyor ama nerde görülmüş polisin çiçekleri soruşturduğu. Kime soracaklar, Allaha mı?” Mümtaz Bey gülmeye başlıyor. Enes de kendini tutamayıp gülüyor. Ama Selami Bey surat asıyor bu sefer. “Tövbe de be adam. Kıyamet alameti bence bu. Ha gece çiçek açması ha güneşin batıdan doğması.”
Enes göz devirmemek için kendisini tutuyor Selami Bey’e daha fazla konuşma imkanı vermemek için Mümtaz Bey’e dönüp “Polislerle konuşsak. Kime sorabiliriz?” diyor. Aha şurda Ahmet var.” diyor Mümtaz Bey. Enes’i kolundan tutup polis olmak için fazla sıska görünen Ahmet’in yanına sürüklüyor. Yağız da arkalarından gidiyor.
“Ahmeeet, bak kimler var burada. Gazeteden gelmişler. Çiçekleri soruyorlar. Sen de yardımcı oluver şunlara.” diyor Mümtaz Bey. Polis Ahmet’in gözleri parlıyor. Issız sayılabilecek beldelerinin gazetede çıkacak olması heyecanlandırıyor onu. Bir yandan el sıkışmak için Enes’e uzanırken bir yandan da “Başım gözüm üstüne Mümtaz Abi.” diyor.
“Mümtaz Bey soruşturmayı sizin yönettiğinizi söyledi.”diyor Enes. Tahmin ettiği gibi, Polis Ahmet bu sözüyle gözle görülür şekilde gururlanıyor. Soru sormasına bile gerek kalmadan olabildiğince şaşalı sözcükler seçmeye özen göstererek anlatmaya başlıyor:
“Doğrudur efendim. Tabii, böyle tuhaf bir olay olunca önce ne yapacağımızı bilemedik. Ancak her gizemin ardında bir tehlike ihtimali de oluyor sizin de takdir edeceğiniz üzere. Biz de araştırmaya giriştik. Ancak herhangi bir sonuca ulaşmış değiliz efendim.”
“Botanikçiniz, ziraatçiniz falan yok mu peki? Onlar durumu nasıl açıklıyor?”
“Efendim şöyle…” Yağız’ın fotoğraf çekeceğini fark eden polis Ahmet makineye doğru kendinden emin görünmeye çalışan bir poz verdikten sonra devam ediyor “Yıllar önce çiçekler solana kadar çiçekçi olarak çalışan biri vardı ama o burası lanetli topraklar diyip gitti. Asıl lanet onun suratıydı da…” Polis Ahmet, beldelerine kötü söz söylemiş çiçekçi Emin’in anısına hissettiği öfkeyle yere tükürüyor. “Neyse efendim. O gittiğinden beri böyle şeylerle uğraşan kimse kalmadı burada. Tarımla uğraşan birkaç kişi var. Ama onlar da bir şey bilmiyorlar bu konuyla ilgili. İsterseniz size eşlik edebilirim efendim.”
“Çok seviniriz, çok iyi olur.”
Mümtaz ve Selami Beylere önce teşekkür sonra veda edip yola koyuluyorlar. Polis Ahmet on dakikalık yol boyunca beldenin her santimini överek anlatıyor Enes’e. Enes dinler gibi yapıp bir yandan şimdiye kadar öğrendiklerinden yola çıkarak aklına gelen fikirleri cebinden çıkardığı not defterine yazıyor. Enes’in not aldığını gören Polis Ahmet daha da şevkle anlatmayı sürdürüyor. Sonunda bir manavın önünde duruyorlar.
“Kazım, buraya bak bi!” diye ünlüyor Polis Ahmet. Kazım koşarak geliyor. “Bak bu adamlar gazeteci. Şu çiçek mevzusunu basacaklarmış. Soru sormak istediler. Senin bahçe var diye sana getirdim.”
“Abi başım gözüm üstüne de ben ne anlarım?”
Enesin canı sıkılıyor ama yine de araya giriyor. “Belki topraktan anlarsınız dedik. Ekip biçiyorsunuz sonuçta.”
“Ekip biçiyorum ama ben başka yerden toprak getirttim. Buranın toprağı zehirli.” Polis Ahmetin belermiş gözlerini görünce korkup kendini düzeltiyor “Ya-yani bitkiler yetişmiyor. Ben de zamanında çiçekler solunca bizim Kaçık Rıfkı’dan aldım bu aklı.”
“Kaçık Rıfkı?”
“Evet abi. Benim bir derdim yok kendisiyle, bence çok zeki adam. Bilim adamı zaten. Makine mi okumuş ne. Ama buranın yerlisi pek sevmez. Yıllar önce, toprak bozulmadan yani, belediye başkanı buraya fabrika kurmasın diye çok uğraştı. O yüzden herkes üstüne gitti. En son gelen belediye araçlarını durdurmak için kendini direğe bağladı. Bir temiz dövdüler adamı. İşlerine geliyor ya fabrika kurulması…”
Polis Ahmet, uyaran bir ses tonuyla araya giriyor. “Kazımm”
“Yok abi” diyor bu sefer daha cesur görünen Manav Kazım. “Adamın hakkına girdiler işte. Doğru diyeni dokuz köyden kovarlarmış. Haklıydı Rıfkı. Toprağı zehirledi o fabrika. Kazım çıkıp ben demiştim size, gelin geri döndürelim şu işi diyince bir tur daha dövdüler adamı.”
“Sonra?”
“Sonra adam şu tepeye taşındı.” diyor Manav Kazım eliyle ilerideki tepelik yeri göstererek. “Ayda yılda bir iner, ihtiyaçlarını alır, geri gider. E insan o kadar yalnız kalınca tuhaflaşıyor tabii. Zaten hep biraz… farklıydı.”
“Peh, farklıymış. Dangalağın tekiydi.” diyor Polis Ahmet kendini tutamayarak. “Çok bilir gibi her şeye de burnunu sokardı. Az bile oldu ona. Zaten düzgün biri olsa gider şehirde iyi bir iş bulurdu. Ama biliyor ya işe yaramazın teki olduğunu, ancak kaçıyor. Bizim canımıza minnet tabii, burada durmasından iyidir.” Enese doğru bakıyor “Bunu dinlemeyin efendim, yumuşak yürekli, ondan böyle diyor. Kime sorsanız anlatır size Rıfkının ne mal olduğunu.”
Enes “ne malmış” diye soracak oluyor ama tutuyor kendisini. Ona ne ki? “Olaya dair bilgi verebilir mi peki?” diyor sadece. Polis Ahmet biraz düşünüyor. “Olabilir” diyor. Yağız manavın da birkaç fotoğrafını çektikten sonra tepeye doğru yola çıkıyorlar. Enes Polis Ahmet’e gelmesine gerek olmadığını söylüyor ama dinletemiyor. “Şimdi saçma sapan şeyler söyler o size güzide beldemiz hakkında.” diyor Polis Ahmet “güzide” kelimesini cümle içinde kullanmış olmaktan memnuniyet duyarak “Ben de geleyim.”
Tepeye çıktıklarında tüm o güzelliğin içinde kötü bir koku fark ediyorlar. Kapınon çalınmasına kimse cevap vermeyince kokudan da şüphelenen Polis Ahmet kapıyı kırıyor. Koku daha da yoğunlaşıyor. İçeride orta yaşlarda, uzun saçlı, gözlüklü bir adam masaya başını koymuş uyuyor gibi görünüyor. Polis Ahmet tüm ciddiyetiyle yaklaşıp elini boynuna koyuyor. Sesinde bir tereddüt hissediliyor. Yağız öğürecek gibi oluyor. Enes ona bakıp bakmerayı işaret ediyor. Birkaç saniye sonra Yağız artık ölmüş olan kaçık Rıfkı’nın fotoğraflarını çekmeye koyuluyor. Polis Ahmet hastaneye ve ekip arkadaşlarına haber vermek için dışarıya çıkıyor. Enes ise etrafı incelemeye başlıyor.
Ancak bir şeyler bulan o olmuyor. Yağız, Kaçık Rıfkı’yı uyandırmaktan korkar gibi fısıltıyla Enes’e sesleniyor. “Enes! Enes! Bak masada ‘Çiçekler’ yazan bir dosya var.” Enes kalbi gümbürdeyerek atarken dosyayı eline alıyor. Hızla çantasına atıyor. Yağız’ı kolundan tutup çekerek dışarıya çıkarıyor. Polis Ahmet’e “Biz size ayak bağı olmayalım, zaten araştırmamız da başkaydı.” tarzı bir şeyler geveleyip oradan uzaklaşıyorlar.
Odalarına geldiklerinde hızla dosyayı açıyor. İşin içine bir ölüm de girdiği için iyice gizemli hale gelen davayı çözecek olmanın heyecanını tüm bedeninde hissediyor. Ancak dosyadaki çizimleri anlamıyor. Makine mühendisliği okuyan kız kardeşini arayıp durumu -bazı detayları atlayarak- anlatıyor ve dosyadaki belgelerin fotoğraflarını gönderiyor. Birkaç saat sonra beklediği cevap geliyor.
Rıfkı çiçekler solduğunda insanlara küstüğü için değil, bir yol bulmak için herkesten uzaklaşıyor. Kız kardeşinin anlamadığı ama farklı bölümlerden arkadaşlarının yardımıyla çözdükleri birkaç belgede başarısız olacağını düşündüğü yollar yer alıyor. Kazım’a önerdiği gibi toprak getirtmek sorun tüm beldede olunca zor bir yol oluyor. Ya da her yere saksı koymak anlamsız geliyor. O da en iyi bildiği şeyi yapıyor. Makineleri kullanarak, yarı gerçek yarı yapay bir çiçek icat ediyor. Çiçekler tamamen gerçek gibi görünüyor ancak sadece ayarlanmış döngülerinde açılıp kapanıyor. Kardeşi çiçeklerin gece açılmasıyla ilgili “Döngüyü bozacak bir şey olmuştur, belki fark etmeden bir tuşa basmıştır.” diyor. Enes,n gözünde, Rıfkının bilgisayar klavyesine düşmüş başı canlanıyor. “Olabilir” diyor.
Gazeteye gidecek yazıyı yazmak için yerinden kalkarken kucağındaki dosyadan bir fotoğraf düşüyor. Fotoğrafı eline alıyor. Hastalıklı görünen bir kadın ve küçük bir erkek çocuğu rengarenk çiçeklerin önünde perspektife gülümsüyor. Arkasında iki cümle yazıyor:
“Anneciğim, buranın en çok çiçeklerini severdin. Senin hatıranı taşıyan bu çiçeklerin solmasına izin vermeyeceğim.”