Ayna Ayna Söyle Bana Ne Oluyor?

Hacer Uyğur

Asude Hanım hiçbir zaman batıl inançlara sahip biri olmamıştı, olamazdı da. Bu böyle biline. Onun için, hayatta her şey belirli kurallar silsilesiyle gerçekleşir ve silsilenin bozulması da ancak başka bir kuralın müdahalesiyle olabilir. Yok efendim kedi merdiven altından geçti, ayna kırıldı, bıçak elden verildi, nazar değdi de talihsizlikler yaşandı gibi ucuz bahanelere hiç gerek yok. Bozulan bir şey varsa bir sorumlu da vardır. Ve sorumlular, sorumluluk almalıdır. Ayrıca astrolojidir, mistik olaylardır bunlar da hiçbir şey ifade etmiyordu Asude Hanım için. İnsanların bunlara inanmak istemesini de anlamlandıramıyordu. Herkesin her şeyi karmaşıklaştırmak istemesine bağlıyordu kendince insanların yaptığını. Hayatın düzenliliğinden sıkılmamak için yapıyorlardı herhalde. Bir anda bir şeylerin değişebileceği umuduyla can sıkıntılarını gideriyorlar, bazen de bu umutların peşinden gidip kendi elleriyle hayatlarını mahvediyorlardı. Sonra da ağlanıp sızlanıyorlardı. “Bu sefer farklı olur sandım” diyorlardı. Neden olsundu ki? Hayatın kurallarına ters davranıp karşılık almayı beklemeleri saçmaydı. Ama insanları ne yaptıklarının saçmalığına ikna edebiliyordu ne de tekdüze yaşamanın güzelliğine ikna edebiliyordu. Bir süre sonra kimseyi bir şeye ikna edememenin de bir kural olduğunu fark edip bundan da vazgeçmişti zaten.

Hayatın kurallarına uyumlu bir şekilde kendi hayatını kurallarla ve planlarla çevrelemişti Asude Hanım. Yıllardır takip ettiği bir rutini vardı ve bu istikrarından da gurur duyuyordu. Sabah 8.30ta kalkar, uzun zaman önce araştırmaları sonucu en uygun kahvaltı olduğuna karar verdiği 1 yumurta, 1 kibrit kutusu kadar beyaz peynir, 5 zeytin ve 1 dilim kepekli ekmekle 2 bardak çaydan oluşan öğününü yer sonra haftanın günlerine bölüştürdüğü işlerinden o güne hangisini koymuşsa onu yapardı. Kocası vefat ettiğinden beri akşam yemeklerini bir saat ileri almıştı. Çünkü önceden akşam yemeğinden sonra ev işi kalmaması için yeterli süresi olmayabiliyordu. Bu ekstra bir saatle yemek sonrasında sadece bulaşıkları kaldırıp o gün için belirlediği okumasını yapmak ve haftanın 3 günü de televizyon izlerken el işiyle uğraşmak için vakti kalıyordu. Misafirleri sadece belirli gün ve saatlerde kabul ediyordu. Çocuklarının gelip gitmesi bile haftalar önceden onun programına göre ayarlanıyor ve gelenler de evin kurallarına göre vakitlerini düzenliyordu. Hiç sıkılmazdı. Bir şeylerin farklı olmasını hiçbir zaman istememişti. Eğer değişiklikler zorunluluk haline gelmişse bunu da iyice planlardı.

Asude Hanımın bir özelliği de evinde hiç ayna olmamasıydı. Bir gün banyo aynasında yüzündeki kırışıklıkları fark etmiş ve ölüme dair kaygılandığını hissetmişti. Ölüme dair kaygılanmak insana hayatı yaşama biçimini sorgulatabiliyordu. Sonraki birkaç gün neredeyse rutininde değişiklik yapacaktı. İlk gün durup dururken canı dışarıya çıkmak, yarım saat mesafedeki Eyüp sahilinde oturmak istemişti. Oysa aylık sahile gitme gününe daha 1.5 hafta vardı. Bu saçma arzusunu yatıştırmak için akşam kitap okurken youtubedan dalga sesleri açmıştı. Sonraki gün uyandığında canının kahvaltıda patates kızartması çektiğini fark etmişti. Oysa kızartmayı senede bir defa torunları için yapar, ondan da en fazla bir kaşık alırdı. -Önceden belirlenmiş bir porsiyon olduğu için sorun olmazdı- Üçüncü gün uyandığında yataktan çıkmakta zorlanıp -beş dakika kadar- bir de üstüne dişlerini fırçalarken aynada yüzünü incelediğini fark edince ipler kopmuştu. İki gün sonra evde tek bir ayna bile yoktu.

Aynalar evden gideli on sene oluyordu. Kocasını kaybetmesinin üzerinden ise on bir yıl geçmişti. Ne kocasını ve onunla hayatını tam hatırlayabiliyordu ne de kendi yüzünün hatlarını. Arada telefon ekranında ya da dışarıdaki cam yüzeylerde gördüğü oluyordu tabii ancak dikkatlice bakmaktan kaçınıyordu hep. Sorsanız kaçınmak kelimesini katiyen kabul etmezdi tabii. Gereksiz bir şeydi ona göre. Ne işine yarayacaktı? Yüzüne baktı diye hayatında ne güzelleşebilirdi? Hatırlamanın da hiçbir anlamı yoktu. Kocasını ve onunlaykenki hayatını düşünmemesi de bundandı. Ne düşünmek kocasını geri getirecekti ne de düşünmemek bir şeyi kötüleştirecekti. O da düşünmemeye karar vermişti. Bir karar verdiğinde de mutlaka uygulardı.

Önceden rüyasında gördüğü olurdu eşini. Bir kere kızına anlatmıştı. Kızı çok duygulanmış, babasını iyi görmesini onun cennette olmasına yormuştu. Çok saçma bulmuştu bunu. “İyi görmek istediğim için iyi gördüm, tuhaf tuhaf şeylere inanma” demişti kızına. Ama içinde bir sıcaklık hissetmişti. Hemen balkona çıkmış, biraz soğuk hava almıştı. Üşüyünce sıcaklık da geçmişti. Sonra da rüyayı düşünmemişti bir daha.

Tüm bunlar tamam ama Asude Hanım son zamanlarda gördüğü rüyaları açıklayamıyordu bir türlü. Neredeyse her gece rüyasında evine büyük bir aynanın geldiğini ve aynanın içinde küçük bir kızın hüngür hüngür ağladığını görüyordu. Kızı oradan çıkartmak için çırpınıyor, aynayı yumrukluyor hatta bazı rüyalarında balyozla parçalıyordu. Ama ayna zarar gördüğü anda derin bir nefes alarak gözlerini açıyordu. Rüya o kadar gerçekçiydi ki Asude Hanım gibi bir kadın bile gün içinde onu düşünmekten kendini alamıyordu. Normalde yapmayacağı şekilde çevresindeki birçok kişiye de rüyasından bahsetmişti. Komşusu Necla Hanım bir çocuğa gidecek şekilde sadaka vermesi için bir işaret olduğunu düşünüyordu. Kızı; ayna kırılmasının kötüye işaret olduğunu, uyandığında mazallah diyerek 3 kere tahtaya vurması gerektiğini söylüyordu. Oğluysa başta pek ciddiye almamış ama bu kadar çok tekrarlanmasından sonra tedirgin olmuş, annesinin yalnızlıktan zorlandığına ve bir süre çocuklarıyla yaşamanın iyi gelebileceğine dair fikirler öne sürmeye başlamıştı. Asude Hanım tabii ki bu teklifi -ve diğer yorumları- kati surette reddetti. Yine de Necla Hanım sadaka vermekten zarar gelmeyeceğine dair ısrarcı olunca -daha çok onu susturmak adına- bir miktar sadaka verdi.

Çevresinden bir çözüm gelmeyince ve kendisi de durumu çözemeyince -ki bu nadir olur- akşam okumaları için rüyalarla ilgili kitaplar almaya başladı. Okuduğu bir kitapta, rüyasında gördüğü şeye zihninde iyice odaklanıp ona kimi ya da neyi hatırlattığını düşünmesi gerektiği yazıyordu. Önce yapamadı. Düşünmeye başladığı anda kalbi çarpıyor, gözleri doluyordu. GÖZLERİ DOLUYORDU? Bu Asude Hanıma hiç kabul edilebilir gelmedi. Ki sonraki sabah rüyadan uyanırken farkında olmadan “o çocuk benim” diye bağırdığında her şey daha da zorlayıcı hale gelmişti. O kitabı bir daha eline almadı.

Uzun okumalar sonrası -artık neredeyse pes edecekken- karşısına oldukça mantıklı bulduğu ve eyleme yönelik bir çözüm çıktı. Rüyalar bastırılan, kaçınılan şeyleri içerebiliyordu. Oradaki sahneyi canlandırmak gördüğü durumu artık kaçınmadığı bir şey haline getirerek rüyaları bitirebilirdi belki. Hemen internetten rüyasındakine çok benzer bir ayna sipariş etti. Siparişi verdiği gece rüyayı görmedi. Sonraki gün gördü ama yine de umutları artmıştı. Ayna geldiğinde programındaki işi yarım bırakmak pahasına paketi açmaya girişti. Ayna kat kat açığa çıkıyordu ancak Asude Hanım yılların verdiği alışkanlıkla kendisine bakmamak için her yere bakıyor, sürekli gözlerini kaçırıyordu. Sonunda paketi tamamen açıp aynayı uygun bir köşeye yerleştirdi. Kader ânı gelmişti. Önce gözlerini sımsıkı yumdu. Derin bir nefes aldı. Tüm dikkatiyle aynadaki yüzüne bakmak için gözlerini açmıştı ki çığlığı basması bir oldu. Aynada gördüğü yüz annesinin yüzüydü. Annesi - her zaman yaptığı gibi- azarlamaya hazır bir şekilde, çatılmış kaşlarla ona bakıyordu.