Kime diyoruz deli? Dürtüsel davranmak mı delilik? Aklına eseni yaptığında deli mi oluyorsun? Sınırların üstünden seksek oynar gibi atladığında, kendini durdurmadığında deli diyorlar. Akıl nimetinden yoksun.
Her yenidoğan deli. Konuşamadığından mı deli, cahilliğinden mi? Akıl öğrenilir şey mi? Çok uzun zamandır dünyada her yenidoğan deli. Bir bebeğin deli olduğunu nasıl anlar insan? Çok mu ağlıyor, meleklere mi gülüyor? Çok uzun zamandır her yenidoğan deli. Türkistan’da da böyle Nepal’de de. Delilik belli bir yaşa kadar kanıksanıyor. Bir bebek doğduğunda elini anlamsız oynatsa, yüzünü kanatsa deli demeyiz. Çocuk elini ateşe uzatsa deli demeyiz, aklı kesmiyor. Akıldır keser. Benim aklımın keskileri hiç bilenmedi.
***
Dünyada bir salgın gibi yayılan delilik hâli her yenidoğanda görülmeye başlandı. Sıfır-beş aylık bebeklerin aniden ağlamaya başlaması ve ellerini sanki kendilerine ait değilmişlercesine gözlemlemeleri bu durumun ilk belirtileri arasındadır. Ayrıca bebeklerin kendilerine zarar verecek cisimleri ağızlarına almaları da yaygın bulgulardan bazılarıdır.
Çoğunlukla on iki ay sonunda söz konusu belirtiler azalma göstermekte ve kişi akıl sağlığını kazanmaya başlamaktadır. Ancak yüzde on bir virgül sekiz oranla bazı bebekler hayatlarını akıl sağlığından mahrum yaşamak zorunda kalmaktadır. Bu özel bebeklerimizin tek mahrumiyeti akıl olsun! Çok daha iyi ve konforlu bir yaşam için kliniğimize uğramayı unutmayın!
***
Üç aylıktım Ce Eee diyor annem. Yüzüm gülen yüzüyle karşılaşıyor. Gülüyorum. Annemin gülen yüzü ce Eee’lere gülmeyi öğretiyor bana. Babam suratını suratıma yaklaştırıyor, yüzümü buruşturuyorum, gözlerimi kaçırıyorum, dudaklarım titrek. Daha akıllanmaya başlamadı, diyor. Sağlıklı gelişim çizelgesi on ikinci haftaya bakıldığında göz temasında bulunmalı, bizimki gözlerini kaçırıp duruyor. Klinikten yer mi ayırtsak zaten bize sıra gelene kadar yaşını tamamlamış olur. Akıllı yavrum benim, annesinin akıllı sıpası diye seviliyorum. Aklı bir kızılelma gibi önüme koyuyorlar.
Daha on üçüncü haftamdayım. Aklın sınırlarını kullanmayı reddedecek kadar akıllıyım. Keyfime göre gülüp istediğimde ağlıyorum. Her şey bir oyun benim için; yüzler, sesler, şekiller. Ama bu oyunu sadece ben oynuyorum, başkalarının kuralları bana göre değil.
On altıncı haftamda ellerimle tanışıyorum. Ellerime bakıyorum, parmaklarımı oynatıyorum. Sanki birer yabancı, benim olmalarına rağmen bana ait değiller. Annem endişeli gözlerle bana bakıyor, daha vakit var, diyor. Benim içinse bu, yeni bir bilinmezliği çözme çabası. Ellerimi ağızıma götürüyorum, dişlerim yok ama bu beni durdurmuyor. “Toparlanamadı mı bu çocuk?” diyor komşu teyze.
Yirmi birinci haftada “ce-ee” oyunlarına cevap vermeyi bırakıyorum. Annem şaşırıyor. Sanki sallasa düzelecek bir kutuymuşum gibi kucağında bir iki hoplatıyor. Babamın yüzü buruşuyor. “Kliniğe başvuruyorum” diyor anneme.
On sekizinci ayımda “hayır” demeyi öğreniyorum. Ama “hayır” benim için bir kelimeden çok daha fazlası. Bir isyan, bir başkaldırı. Annem kaşlarını çatıyor, “Dediğimi yap!” diyor. Ben gülerek “hayır” diyorum. Çünkü akıl dediğiniz şey, boyun eğmekten başka bir şey değilmiş gibi geliyor bana. Babam anneme dönüp, “Altı hafta sonra her şey daha iyi olacak” diyor.
Akıl denen nimetten mahrum kaldığımı kabullenen ailem için klinik umut yuvasına dönüşüyor. Belki aklımı toparlarım hiç olmadı yokluğunu gizleyebilecek hâle gelirdim. Burası "Akıl Düzeltim ve Normallik Merkezi" kısaca ADNOR. Parlak beyaz duvarları ve cam kapılarıyla şehrin en steril binası. ADNOR’da doğuştan getirdğim ama düzeltemediğim akli anormallikleri tespit ve tedavi için rehberlik ve danışma hizmeti alacağım. Kapıda "Herkes Normal Doğar, Akıllı Olmayı Öğrenir" yazıyor. İçeri girdiğimde antiseptik bir koku, klinik bir düzen ve sessizliği bozan yalnızca bir iki çocuğun ağlamasıyla karşılaşıyorum. Biri duvarı tekmeliyor.
Resepsiyona geçiyoruz. Annem beni zaptetmekte zorlanıyor. Köşeye konan devasa ağacın toprağını karıştırmak istiyorum. Annemi çekiştiriyorum. Merhaba diyor annem, oğlum için gelmiştik, beyni salgınla mücadeleyi kazanamadı sanırım, yerinde durmuyor, saçma sapan şeylere gülüyor. Yemek yerken kaşığı kullanmak yerine elleriyle yemek istiyor. Siz yardımcı olabilirsiniz diye düşündük. On beş ay önce randevumuzu almıştık diyor babam.
Hemşire yüzüne profesyonel bir gülümsemeyle birazdan bizi çağıracağını söylüyor. Ellerimi çırpıyorum, beni dikkatle izliyor, dilimi çıkarıyorum. Annem geçecek deyip saçlarımdan öpüyor. Biraz sonra beyaz önlüklü, gülümser bir tipin yanına geçiyoruz. Doktor Bey diye hitap ediyor annem. Doktor gözlerini benden alamıyor.
- Hoş geldiniz. Şimdi anlatın bakalım, şikayetiniz nedir, ne gibi sorunlar yaşıyorsunuz?
- Oğlum sürekli hareket hâlinde. Ellerini kontrolsüzce sallıyor, komik olmayan şeylere gülüyor. Bazen konuşurken kelimeleri yanlış söylüyor ya da uydurma şeyler söylüyor. Geçen gün duvarları boyamış! Biz ona hiç böyle bir şey öğretmedik. Bir de... kendini bir kuş gibi hissedip öyle davranmaya başladı."
- Evet, bunlar çok tipik belirtiler. Bunlara biz ‘Akıl Gelişim Anomalisi (AGA)’ diyoruz. Bildiğiniz gibi uzun zamandır savaştığımız bir salgının sonuçları bunlar. Bazı çocuklarımız bu tür davranışlardan tek başlarına kurtulmakta güçlük çekiyorlar. Hiç endişelenmeyin, ADNOR ailesi olarak her zaman yanınızdayız ve bu sorunları beraber aşacağız. Ama biraz sabır ve disiplin gerekiyor. Merkezimizde özel bir program hazırlayacağız. Ona uygun davranışları öğretecek, uygunsuz olanları ise sistematik olarak azaltacağız. Örneğin, yemek yerken ellerini kullanmayı bırakıp çatal-bıçak kullanmasını sağlayacağız. Uygunsuz ses çıkarmalar ve gülmeler için davranış kontrol tekniklerimiz var. Kuş gibi davranma eğilimi içinse sanal gerçeklik terapileri uygulayabiliriz. Burada bir süre terapiye alındığında bu tür anomalileri hızla aşacaktır.
Ertesi gün eğitimlere başladım. Elime verdikleri oyuncakları birbirine vurarak ses çıkarmaya bayılmıştım. Yolun çok başındayız dedi doktor, oyuncakları gerekli yerlere koyması için en az beş hafta çalışmamız gerekecek. Beş hafta sonunda aklıma eseni yapmaya devam etmem ADNOR ailesi için büyük hezimetti. Doktor bey, ailemle uzun bir konuşma yaptı. Diyor ki, "Çocuklarınızın sergilediği davranışlar size ‘masum’ görünebilir, ancak unutmayın ki bu davranışlar norm dışıdır. Biz, burada çocuklarınızın normalleşmesine yardımcı oluyoruz. Onları topluma uygun bireyler hâline getirmek, gelecekteki başarılarının anahtarıdır. Her çocuğun içinde vahşi bir taraf vardır, ancak bu taraf kontrol altına alınabilir." Bir türlü uygarlaşamıyorum, keskilerim kör kalıyor.
Kırk sekizinci ayımda artık ben bir uzaylı gibi hissediyorum. İnsanların kurallarına, düşünce biçimlerine, “doğru” dedikleri şeylere anlam veremiyorum. Çocuklar oyun oynuyor ama kuralları bana saçma geliyor. “Neden hep sırayla oynamak zorundayız?” diyorum. “Çünkü öyle,” diyorlar. Öyle mi? Ben “öyle”nin ötesinde bir şeyler arıyorum.
Otuz altı yıllığım. Dünyanın yüzde on birlik kısmındanım. İnsanlar bize deli diyor. Ben sınırları reddediyorum. Güzel bir şey gördüğümde çığlık atıyorum. Ce Eee dendiğinde annemin gülümsemesini hatırlıyorum. İnsanlar bana deli diyor. Bugün kendimi yerde sürünen bir salyangoz gibi hissediyorum. Aklımın kör keskileriyle yanlışları yırtıp yola devam ediyorum.