esma’ya
Evde göz gözü görmüyor. Gerçi bunda anormal bir şey yok. Bu eve benimkiler hariç bir çift göz girmeyeli çok oluyor. Ama gece salonun camını açık unutmasaydım en azından aynada kendi gözümü görebilirdim. İki yüz seksen altı gündür süregelen bu yoğun sise karşı acemi davrandım. Oysa uzmanlar uyarıyor: “Ev, ofis, işyeri gibi kapalı alanları en fazla otuz dakika havalandırdıktan sonra açık hava ile iletişimi kesiniz. Ardından hava temizleyicilerinizi ve ısıtıcılarınızı açarak ortamdaki sisin kaybolmasını sağlayınız. Sise karşı en büyük önlemimiz doldurmamak!”. Hava temizleyici açık bırakıp hızlıca evden çıkıyorum.
Hepimizin başında sarı kafa lambası, elimizde Beyaz Baston birbirimize çarpmadan ilerlemeye çalışıyoruz. Hükümet gelişen yoğun sise karşı alınan hizmetleri kalıcı hale getirmeye başladı. Kaldırımların dört bir yanı uyarı ışıklarıyla çevrildi. Sesli komutlar devreye girdi. Yaya ve taşıt trafiğinde navigasyon kullanımı zorunlu hâle getirildi. Kullandığımız navigasyonlar sayesinde sürekli sesli komut alarak bulunduğumuz ortamın insan ve trafik yoğunluğundan haberdâr oluyor, yer yön komutları alıyoruz. Ayrıca yeni bir dedektörün dağıtımı da söz konusu. Göğsümüze konumlandıracağımız bu dedektörler sayesinde çarpmalara karşı önceden uyarı alacağız. Etrafta dolanan dııııtttt dıtttt’lar olacağız. Böylece bir devrin de sonu kapanacak. Kimse gizlice yaklaşıp Bö! diyemeyecek. Zaten hiç sevmem yılışık şakaları.
Cim Markettesiniz!. Üç mağaza kalmış. Ömür Kafe’ye Hoş Geldiniz! Klips’e Geldiniz! Terzisel’e Hoş Geldiniz!
Akşamki iş yemeğinde giymek için sipariş ettiğim takımı alıp eve geçiyorum. Eve dönerken navigasyonun sesli komutlarıyla ilerliyorum. "100 metre sonra sola dön," diyor monoton bir tonla. Teknoloji her şeyi kolaylaştırmış olabilir, ama bazen kendimi bu sistemlerin bir uzantısı gibi hissediyorum. Duygusuz ve otomatik. Bastonum kaldırım kenarına çarptığında duruyorum. "Sola dönün," diyor navigasyon tekrar. Adımlarımı hızlandırıp dar bir sokaktan geçiyorum. Sokak lambalarının solgun sarı ışıkları, sisin içinde neredeyse yok olmuş gibi görünüyor.
Apartman kapısına vardığımda yüzümdeki lambayı kontrol ediyorum. Sarı kafa lambası sönmüş. Yedek pili takarken mekanik hareketlerimin farkına varıyorum. Her şey planlanmış, önceden belirlenmiş bir düzene bağlı. Kapıyı açıp içeri girdiğimde hava temizleyicinin çalışmaya devam ettiğini fark ediyorum. Salon camını kontrol ediyorum, bu kez kapalı. Zihnimde, "İyi," diye not düşüyorum, ardından her zamanki gibi hayatın monotonluğuna dönüyorum.
Sipariş ettiğim takım elbiseyi çıkarıp kontrol ediyorum. Kumaşı elime yumuşak geliyor, ama aynada göremediğim için görünüşü hakkında bir fikrim yok. Görmek yerine tahmin etmek... Belki de bu, artık günlük hayatımın bir parçası. Masanın üzerindeki not defterine göz atıyorum. "Yeni dedektörlerin test sonuçları, yaya geçitlerindeki ışık yoğunluğu, hava temizleme cihazlarının devlet teşviki..." Liste, sadece bir iş yükü gibi. Karnımın guruldadığını fark ediyorum, bu küçük fiziksel işaret bile bana yabancı geliyor.
Mutfağa gidip bir konserve çorba açıyorum. Açtığım kapağın çıkardığı ses, bu sessizlikte yankılanıyor. Çorbayı ısıtıp hızlıca yiyorum. Bütün bu süreç bir görev gibi, herhangi bir duygu taşımıyor. Yemeğin ardından üzerimi değiştirmeye karar veriyorum. Takım elbisemi giyerken aynada kendime bakıyorum. İşte o an, göğsümün sol tarafında bir yarık fark ediyorum. İlk başta bunun gerçek olup olmadığından emin olamıyorum. Ellerimle dokunduğumda yarık orada, derin ve ürkütücü. Hiçbir acı hissetmiyorum, ama görüntüsü beni rahatsız ediyor.
Bir süre donup kalıyorum. Sonra, zihnimde bir düşünce yankılanıyor: "Bu benim mi? Bu boşluk ne?" Kendime yabancılaşmışım. Bu yarık, içimde bir şeylerin eksik olduğunu, belki de uzun zamandır eksik olduğunu söylüyor. Duygularımı bastırarak eve dönerkenki gibi, bu gerçeği de görmezden gelmeye çalışıyorum. Ama bu kez işe yaramıyor.
Kapı zili çalıyor. Kim olabilir? İçimin bir anlığına kıpırdadığını hissediyorum Kapıya yönelip dijital ekrandan bakıyorum. Görüntü bulanık, ama tanıdık bir figür olduğunu tahmin ediyorum. Kapıyı açtığımda kapıcıyı görüyorum. "Günlük sütünüz" diyor. İçimdeki anlamsız kırıklığı duymazdan gelerek teşekkür ediyorum. Günlerim, tekrar eden bir algoritma gibi düzenlenmişti; her adımımı yönlendiren navigasyon komutları, her kararımı şekillendiren katı bir rutin.
Tek başıma yola koyuluyorum. Navigasyonun sesli komutları arasında ilerlerken dedektörümün çıkardığı uyarı sesleri, etraftaki diğer seslerle karışıyor. Bu sesler, şehirdeki insanlara ait son izler gibi. Sis beni zorlamaya devam ediyor, adımlarımı ağırlaştırıyor. Bu yolculuk, içimdeki yarığın ağırlığını daha da belirginleştiriyor.
Toplantı salonuna vardığımda içerisi kalabalık. Hava temizleyiciler çalışıyor, ama yine de ortam boğucu ve bunaltıcı. Sanki içimdeki yarık cereyan yapıyor. Şu temizleyicileri kapatın demek istiyorum. Herkesin göğsüne dikkat ediyorum. Çöküntü arıyorum, bulamıyorum. Toplantı başladığında hükümet yetkilileri ve bilim insanları konuşmalar yapıyor. Sisle mücadelede gelinen noktayı, artık normalleşme dönemine geçtiğimizden bahsediyorlar. Sisi yaşamımızın olağan parçası haline getireceğimizi söylüyorlar. Benim için sorun yok, diye düşünüyorum. Düşüncem içimde yankılanıyor.
Toplantıdan sonra tek başıma eve dönüyorum. Kapıyı kapatıp tekrar aynanın karşısına geçiyorum. Yarığa bakıyorum. Derin bir nefes alıyorum, vermiyorum. Elimi kolonyayla dezenfekte edip yarıktan içeri sokuyorum. İçeride ne bulmayı beklediğimi bilmiyorum, parmaklarımın ucunda sert, pürüzlü bir yüzey. Avucuma alıp çekiyorum ve elimde eski, yuvarlak bir düğme. Gözlerim istemsizce bu düğmeyi tarıyor; tanıdık bir ağırlık bu. Düğmeyi avcumda sıkıyorum. Yarıktan bir haykırış yükseliyor. Dışarıda alabildiğine yağmur.