Onca yoldan, onca insandan geçip gelmiştim bugün eve. Olmadığım biri gibi hissettirdikleri bir ben ile dönmüştüm. Onların gözünde ben ne var olabildim ne de yok. Şimdi burada aynanın karşısında kendime bakarken gerçek beni bulmaya çalışıyorum. Bana o kadar unutturdular ki bulmakta epey zorlanıyorum. Belki de yansıma olduğu içindir baktığım. Eğer gerçekten kendime bakabilme şansım olsaydı, belki de…
Beni boğdular diye düşündüm kravatımı çekip atarken. Bunca yıl, aralarında kalmak için ne savaşlar verdim. Şimdi anlıyorum insan tek bir cephede savaşırsa kazanabilir ancak. Ben hem onlarla hem kendimle savaştaydım. Tam da şu an, bir gram bile tonlarca kilo ağırlığında hissetirirken gömleğimi de çekip atıyorum. Kalbim, neredesin?
Bu kadar savaşın sonunda bir damla gözyaşı akmıyor gözlerimden. Halbuki gecelerce ağladım şu koltukta. Sonra gelip bu aynaya bakardım. Bazen ağlarken bakardım. Babamın sesi yankılanırdı kulaklarımda. “Erkek adam hiç ağlar mı?” Annem de desteklerdi onu. “Fazla hassas yetiştirdik biz bu çocuğu.” Böyle derdi ama ağlarken hassas olmamam için gelip sarılmazdı bile. Ben hep kendimde problem olduğunu düşünmüştüm. Bozuktum, hasarlıydım. Yıllar yıllar sonra beni düzeltsin diye psikoloğa gittiğimde hasarlı olmadığımı öğrendim. Kişisel farklılıklar, dedi bana. İnsan insana benzemezmiş. Sadece algım bozulmuş, bu da düzelebilirmiş. Benimle görüşmeye devam etmek istedi. Ya algım düzelince hayatımda başka şeyler bozulursa, dedim. Korktum, gitmedim. Şimdi neden aynanın karşısında durmuş bunları düşünüyorum? İçten içe ”Ya gitseydim?” diyorum. O zaman belki…
Çok öfkeliyim. Zamanında ağladığımda bana sarılmayan anneme öfkeliyim, ağlamamı istemeyen babama, benim onlara olan sevgimi kullanan iş arkadaşlarıma, sevgi ile ilgiye muhtaçlığı, iyi niyet ile kullanılmayı ayırt edemeyen kendime öfkeliyim. İçimden, kalbimden herkesi çıkarıp atmak istiyorum.
Birkaç dakika geçmemişti ki bir acı hissetmeye başladım. İçimden hatta iç organlarımdan yayılan bir acıydı bu. Yere kapaklandım. İlk aklıma gelen kalp krizi oldu. Sonunda beni öldürmeyi de başaracaklardı. Direndim. Hayır, ölmek istemiyorum. Telefonuma ulaşmaya çalıştım. Kimi arayacaktım, hangi katilimi? Aptal olma, tabii ki ambulansı arayacaksın. Doğru, konuşurken bir dip not da geçerim. Sakın kimseye haber vermeyin, sevinmesinler. Telefonuma ulaşmaya çalışırken aynadaki yansımamı gördüm. Evet Rafet, kafayı da yedin sonunda. Zorlanarak yoğun bir acıyla ayağa kalktım. Kalbimin tam üzerinde kocaman bir yarık vardı. Kalbimin atışını sadece hissetmiyor, aynı zamanda görebiliyordum da. Bakışlarımı yansımadan kendime doğru çevirdim. Aynada gördüğüm hiçbir şeyi gerçekte göremiyordum. Yarık da yoktu, kalbim de görünmüyordu. Ama acıyı hâlâ hissedebiliyordum. Tekrardan aynaya baktım. İşaret parmağımı aynaya doğru uzattım. Oradaydı. Kocaman yarık ve atan kalbim. Kalbimde küçük bir kapı açıldı. Kapının ardında sevdiğim ama bana zararı olan insanlar çıkıp teker teker yarığa doğru atladılar. Yarık onları kaybediyordu. Ben ise sadece izliyordum. Herkes birer birer atlarken en sonda kendimi gördüm. Kalbimde ben de varmışım. Atlamasını durdurmak istedim. Ama yansımada yapabileceğim çok bir şey yoktu. O sırada imkansız diyebileceğim bir şey oldu. Atlama sırasında sona kalan ben, atlamaktan vazgeçti ve benimle konuştu.
“Yeni hayatına alışana kadar sana yardımcı olacağım.”
Yarıktan uzaklaştı, hoplayıp zıplayarak omzuma yerleşti. Kafamı yana çevirip baktığımda göremiyordum ancak sesini duyabiliyordum. Tüm bunların bir rüya olduğuna inanmak istedim. Diğer türlü şizofren olma ihtimalimi de düşünmek zorunda kalacaktım. Rüya değilse de rüyaya çevirebilmek için koşarak yatağa gittim. Yorganı da üzerime çektim. Çocukluğumdan beri canavarlarla baş etme yöntemimdi bu. Minik ben, ona canavar dememe alınmadı. “İyi geceler.” dedi sadece. Gözlerimi sıkıca kapatıp uyumaya çalıştım.
Ertesi gün güneş perdenin aralığından selam verirken uyandım. Elim istemsizce kalbime gitti. Şükür hâlâ yerindeydi. Gece gördüğüm rüyayı düşündüm. Ne kadar gerçekçiydi. “Günaydın.” diyen sesle irkildim. Sol kulağıma yakın bir yerden geliyordu. Gözlerimi kapattım. Rüya değildi.
Yaşadığım şeyin ne olduğunu düşünmeyi bir kenara bırakıp hızlıca hazırlandım ve işe gittim. Binanın kapısına geldiğimde içim ürperdi. Dün çıktığım halimi hatırladım.
“Artık hiçbir şey aynı olmayacak.”
Konuşan minik bendi.
“Sesini benden başka kimse duymuyor değil mi?”
“Hayır duymayacaklar. Sadece sen.”
“Şizofren mi oldum ben?”
Kahkaha attı.
“Hayır. Değişime uğradın sadece. Ben hep kalmayacağım. Bugün sana eşlik ediyorum.”
İş arkadaşlarımla birlikte çalıştığım odanın kapısına gelince derin bir nefes aldım. İçeriye girdim. Herkes aynı yerindeydi. Birbirleriyle muhabbet ediyorlardı. Kadınlar bir köşeye toplanmış dün izledikleri diziyi tartışıyorlar, erkekler başka köşede maç kritiği yapıyorlardı. Sadece Selma bilgisayarını açmış, çalışmaya başlamıştı. Selma’yı görünce dün kalbimden yarığa atlayan Selma geldi. O neden atlamıştı ki? Beni burada düşünen tek kişi olabilirdi. Grupları geçerek masama ulaştım. Selma endişeli gözlerle bana baktı.
“Günaydın.”
“Günaydın Selma.”
“İyi misin?”
Selma’ya yalan söylemek istemedim. Nasılım diye sordum kendime. İyi hissediyordum.
“İyiyim.”
“Çok üzerine geldiler dün. Ailen hakkında yorum yapmaları biraz fazlaydı. Ben çok üzgünüm.”
“Sen neden üzgünsün? Sen bir şey demedin ki. Ayrıca gerçekten düşünmene gerek yok, iyiyim.”
“Ben yanındayım. Sadece bunu söylemek istedim.”
“Teşekkür ederim.”
Gülümsedim. O sırada Kamil bize doğru geldi.
“Ooo çifte kumrular. O kadar iş var siz sadece konuşuyorsunuz.”
İmalı imalı bize bakıp gülüyordu. Onun bizimle olan konuşması grubun geri kalanının da dikkatini çekmişti. Onlar da imalı bakışlar atmaya başladılar.
Minik ben kulağıma fısıldadı. Ben de onlara.
“Evet o kadar iş var, siz maçı doksan dakika da burada oynadınız.”
Benim cevabım karşısında afalladılar. Alışık değillerdi. Böyle durumlarda ben çoğunlukla açıklama yapmaya çalışır, ezilir büzülürdüm. Ortamda tek gülen kişi Selma oldu. Kendimi ilk defa stresli değil aksine rahatlamış hissediyordum. Kamil ilk şaşkınlığı üzerinden atınca yalandan gülümsüyormuş gibi yapıp yerine geçti. Herkes dağıldı, bir süre çalışıyormuş gibi göründüler. Haklarını yemeyeyim, belki bazıları gerçekten çalışmıştır. Yaklaşık bir saat sonra Sedat seslendi.
“Rafetcim bir çay alabilir miyim?”
Kafamı bilgisayarın yanından sola doğru uzattım. Birkaç saniye Sedat’ı süzdüm.
“Yani Sedatcım alabilirsin gibi duruyor. Maşallah sağlığın yerinde. Neden alamayasın?”
Ben böyle cevaplar verdikçe içimde bir keyif dalgası coşuyordu. Verdiğim cevaplarda minik ben de yardımcı oluyordu. Bunca zamandır neredeydin Rafet? Neden ezdirdin kendini senelerce? Neyse, geç olsun güç olmasın. Elimle kalbime dokundum. Hâlâ atıyordu. İçimde, her an kalbim atmayı bırakıp yanındaki yarığa atlayacakmış gibi bir his vardı. Bu his, ufak bir bedeldi. Yaşadığım her neyse şükrettim. Kendime kahve almaya kalktım. Bana bakanlardan gözlerimi kaçırmadım. Kadınlar muhabbetlerimizi tam duymamış olacaklardı ki baktıkları zaman normal bakıyorlardı. Dünkü dizi epey heyecanlı bir bölümdeymiş diye yorumladım bunu. Kendime kahve alırken Selma’ya da aldım. O istediği için değil, bunu kendime görev edindiğim için de değil. İçimden geldiği için, gerçek bir duyguyla. Masama dönerken minik kendime fısıldadım.
“Neden Selma da kalbimden atlayanlar arasındaydı? O beni bu zamana kadar hiç kırmadı.”
“Sen onu eski sen olarak seviyorsun. Şimdi değişiyorsun, bir nevi sıfırlanıyorsun diyelim. Bu yeni halinle de seversen eğer o sevgi kalbinde filizlenecektir.”
Sıfırlanan ben, herkese sevgisini yeniden inşaa edecekti. Kolaymış diye düşünürken kocaman bir tebessüme engel olamadım. Sandalyeye otururken Selma kahve için teşekkür ediyordu. O da çekmecesinden kuruyemiş ikram etti. Normalde çekinir kabul edemezdim. Sıfırlanan ben teşekkür ederek bir avuç aldı. Selma kulağıma doğru fısıldadı.
“Hangi terapiste gidiyorsan lütfen devam et.”
Dün yaşadığım olayı anlatmak istedim ona. Sonra aklıma önereceği terapistler geldi, vazgeçtim. O sırada Sıla elinde dosyalarla yürümeye başladı. Herkese gidiyor olabilirdi ama bana geldiğini tahmin etmek çok zor değildi. Masama geldiğinde suratına yapay bir gülümseme yerleştirdi. Dosyaları masama bıraktı.
“Az kalsın tırnağım kırılacaktı.” deyip kahkaha attı. Bense yüzümdeki ciddiyeti bozmadım. Eski ben olsa ne yapacağını söylememe gerek yok sanırım.
“Rafeeeet bunları benim için sisteme girer misin? Biraz yoruldum, gözlerim de kızardı sanırım.”
Kahkaha attım. Ona değil kendime gülüyordum. Sakinleşmek için derin bir nefes aldım.
“Dünkü bölüm neydi öyle Sıla, izledin değil mi?”
“Ayyy sorma gözlerimi ayıramadım ekrandan, nasıl bir oyunculuk nasıl bir aksiyon. Senin de izlediğini bilmiyordum.”
“İzlemiyorum. Muhabbetinizi duydum. Gözlerin işte bu sebeple kızarmış. Ama senin için üzüldüm, sana yardım edeceğim.”
Yardım edeceğim dedikten sonra rahatlamıştı. Masadan kalkıp gittiğimi görünce ise duraksadı. Buzdolabında çalışanlarla ortak aldığımız meyve ve sebzeler vardı. Oradan bir tane salatalık çıkarıp dilimledim. İki dilimi elime alıp yerime döndüm.
“Şimdi sen masana gidiyorsun, başını arkaya doğru yaslayıp bu salatalık dilimlerini gözlerine koyuyorsun. Yarım saate biraz toparlarsın.”
Sıla da değişimimin farkına varmıştı. Birazdan masasına dönüp bunu kızlara anlattığında artık herkes biliyor olacaktı. Rahatlamıştım. Kalbim yeniden dünkü ilk acıyla kıvranana kadar. Koşar adım lavaboya gittim. Gömleğimi hızla çözüp yansımama baktım. Minik kendim omzumdan yarığa doğru iniyordu.
“Durrrr!”
“Ben artık gidiyorum. Sen bundan sonrasını tek başına halledebilirsin.”
“Sen gittikten sonra bana ne olacak?”
“Buradaki yarık kapanacak ve sen bu halinle hayatına devam edeceksin.”
“Ya yine eski halime dönersem?”
“Bu artık senin elinde. Biz seninle yeni hayatının zeminini hazırladık. Üzerine koyduklarınla bu sorunun cevabını sen vereceksin.”
“Gitmeden son bir şey. Hiç kendime seni seviyorum demedim. Bu ilk olsun. Seni seviyorum.”
Minik ben gülümsedi ve gülümsemeyle birlikte yarıktan kayboldu. Yarık yavaş yavaş kapandı. Vücudum normal, bildiğim halini aldı. Bir anda yeniden yalnız hissettim kendimi. Kollarımla kendimi sardım.
“Artık yanında duracağım. Seni seviyorum, canım kendim.”
Ben bu hâldeyken Sedat girdi içeriye. Ne olduğunu anlamaya çalışırcasına baktı. Ben rahattım.
“Ne bakıyorsun, insan kendisine sarılamaz mı?”