Her sabah uyandığında, aynanın karşısında göğsündeki o ince çizgiye bakıyordu. Parmak uçlarıyla çizginin üzerinden yavaşça geçer, ardından gözlerini kapatırdı. Hatırlamaya çabalardı. Psikoloğunun sözlerini anımsadı: “İnsan hep hayatın çıkıntılarını hatırlar.” Ama Âişe bunu yapamıyordu. İşte onu diğerlerinden ayıran fark da buydu. Başkalarının “travma” adını verdiği şeyler, psikoloğa gitme sebebiyken, Âişe ise tam tersine olmadığını düşündüğü travmalarını bulmak için psikoloğa gidiyordu.
Sınıra ilk geldiği günden beri aynı psikologla görüşüyordu. Belki de içinde bir yerlerde saklı kalmış hatıralarını bulmak, unuttuğu ya da dışladığı olayları gün yüzüne çıkarmak için görüşmeye devam ediyordu. Hayatı gayet seyrinde devam etmesine rağmen Âişe gerçekleri öğrenmek istiyor, geçmişin bilmezini çözmek istiyordu. Psikologla farklı farklı yöntemler denediler; seanslar, terapi teknikleri, anımsama egzersizleri… Ancak hiçbiri işe yaramadı.
Âişe’nin sınıra kiminle geldiğini, ailesinin kim olduğunu, bu kadar küçük yaşta nasıl hayatta kalabildiğini kimse bilmiyordu. Sanki bir sis perdesi vardı geçmişinin üstünde. Tüm bu yanıtsız sorulara rağmen, Âişe müthiş bir soğukkanlılıkla yaşamını sürdürüyor, savaşların ya da zorlukların izini taşımıyor gibi görünüyordu. Oysa sınıra geldiğinde henüz dört yaşındaydı, üstelik tek başınaydı. Üzerinde çamurlu, kırmızı bir elbise vardı. Görevliler onu sınırın yakınlarında dolaşırken bulmuş, anne-babasını ya da bir yakını olup olmadığını araştırmışlarsa da kimseyi bulamamışlardı.
O günden sonra, “sevgi evleri” denilen kurumlarda yetişti Âişe. Büyürken eline geçen her fırsatta derslerine dört elle sarıldı. Okul hayatı boyunca hep çalışkan, tertipli ve düzenliydi; öğretmenleri onu örnek gösterirdi. Belki de hafızasındaki boşluğu disiplinle dolduruyordu. Göğsündeki o çizgiyse her sabah uyanışının bir parçası olmaya devam ediyor, ona kim olduğunu hatırlatmaktan çok, kim olmadığını hissettiriyordu.
Âişe hakkında bilinen tek şey Suriyeli oluşuydu. Âişe diğer Suriyeliler ile birlikte kaldığı için Arapça konuşabiliyordu. Hatta Antepte sınıra yakın bir yerde oldukları için de gittiği okullarda Araplarla birlikte okumuş ve anadilini güzelce öğrenmişti. Arapçayı güzel konuşabildiği gibi Türkçe’ye de oldukça hakimdi. Hatta anadili gibi öğrenmişti onu yetiştiren ablaları sayesinde. Âişe psikoloğun da desteği ile birlikte hayatında herhangi bir eksiklik hissetmeden yaşadıklarını yeterince idrak edebilir şekilde ve bilinç düzeyi yüksek bir genç kız olmuştu.
Nihayet üniversite zamanı gelip çatmıştı. Âişe, Gaziantep’teki üniversitenin Gazetecilik bölümüne kabul aldı. Hem bu alana ilgisi vardı hem de başarılı olacağına inanıyordu. Etrafındakiler de onun güçlü ve mücadeleci yanını bilirdi; hatta çoğu kez ailesini aramaktan vazgeçmesi gerektiğini söylemelerine rağmen, Âişe asla pes etmedi.
Üniversite yıllarında şehirdeki Suriyeli grupların toplantılarına düzenli olarak katılıyor, çoğu zaman bu oturumlara liderlik ediyor veya sunumlar yapıyordu. Araştırmayı, öğrenmeyi daima sevmişti. Ailesini tanımasa da, geldiği topraklarda neler yaşandığını hatırlamasa da hepsini öğrenmek için büyük bir çaba gösteriyordu. Üstelik öğrendiklerini başkalarına aktarmak için de canla başla çalışıyordu. Suriye’nin bir gün özgürlüğüne kavuşacağına da canı gönülden inanıyordu.
Âişe üniversiteyi o programdan bu programa bu haberden o belgesele derken oldukça aktif bir şekilde sonlandıracaktı. Üniveristenin son yılına geldiğinde ise bitirme projesi için Suriye’nin değişken siyasi düzeni ve göç hareketleri üzerine çalışan bir hocasıyla bir belgesel üzerine çalışmaya başladı. Âişe bu projeyi çok ciddiye aldı. Türkiye’de görüştüğü ekiplerle birlikte onların Suriye’yi özgürleştirme, zalim Baas rejimini düşürmeye yönelik çalışmalarına değinerek başladı çalışmalarına. Âişe bunlara devam ederken aynı zamanda da Suriye’de askeri olarak ilerlemeler oluyordu. Hergün yeni haberler geliyordu.
Âişe uluslararası bir haber kanalına başından beri yaptığı çalışmaları ayrıntılı olarak anlattığı, ileride bulunmak istediği konumdan bahsettiği bir mail gönderdi. Âişe kendini yalnızca bir haberin aktarıcısı olarak değil, aynı zamanda insanların sesi olmayı da hedefliyordu. Çatışmaların arasında kalan çocukların hikayelerini, umutlarını o küçük dünyalarını tüm dünyaya açmak istiyordu. Suriye’de savaşın bittiğini, her şeyin mükemmel olduğunu yayan insanlar vardı son zamanlarda fakat Suriyeliler için asla güvenli bir yer değildi Suriye. Esed orada durduğu sürece ve ülkesini teröristlere peşkeş çektiği sürece Suriye Suriyeliler yurt olmayacaktı. Âişe bütün geçmişi bir bir öğrendikten sonra buna emindi ve tek istediği gerçekleri duyurmaktı.
Bir gün, Âişe’ye beklediği mail gelmiş ve mezuniyetiyle birlikte uluslararası haber kanalının Ortadoğu ayağında muhabir olarak çalışabileceğini söylemişlerdi. İşte tam da Suriye içinde devam eden krizi yakından gözlemlemek için bir şansı olmuştu. Âişe bütün bunların hayalini kurarken artık gerçekleşmemesi için hiçbir engel kalmamıştı. Öyle ki o gün attığı adımın hayatını derinden etkileyeceğinden de bîhaberdi.
Âişe mezuniyetinin ardından hazırlıkları tamamladı ve haber kanalında çalışmaya başladı. Sabahları erkenden işe gidiyor, haber toplamakla uğraşıyordu. Bu işi her ne kadar severek yapsa da sınır ötesine gideceği günü ve orada yapacağı haberleri dört gözle bekliyordu. Bu bekleyiş bazen de canını sıkıyor. Haber araştırırken öfleyip, pufluyordu. Her seferinde ne zaman sınırın ötesine, Suriye’ye gideceğini soruyordu etrafındakilere.
Gün gün Suriye’den gelen yeni haberlerde sevindirici ilerlemeler oluyordu. Suriye milli ordusu ülkenin kuzeyinden Şam’a doğru bölgeyi rejimden ve terörden arındırarak ilerliyordu. İlk başta herkeste bir tedirginlik vardı. İnsanlar bu tarz sevinmelere uzun zaman ırak kaldığı için sevinmeye korkuyorlardı. Sanki sevinseler ardından hemen kötü bir haber gelecekti. Bu bölgeler yıllardır o kadar güvensizdi ki insanlar kendilerinden olana bile güvenemiyordu. Bu tedirginlik ise korkuyla ümit arasında bırakıyordu insanları. Fakat her geçen gün daha da ilerlemeler kaydediliyor ve güzel haberler gelmeye devam ediyordu. En son ordu gitgide hızlanmış ve Şam’a, Baas rejiminin kapısına dayanmıştı. Esed ise etekleri tutuşarak doğrudan ortadan kaybolmuştu. Artık insanlar bunun apaçık bir fetih olduğunu anlamış ve her yerde kutlamalar yapmaya başlamışlardı. Bu sahiden de apaçık bir fetihti. İslam dünyasının uzun zamandır şahit olmadığı ümitlerin boş olmadığını gösteren bir fetihti.
Nihayet o gün gelmiş Şam’ın fethinin üzerinden bir süre geçmiş ve Âişe’nin Şam’a yolculuğu başlamıştı. Doğrudan bir uçuşla Şam’a inmiş ilk haberini Şam meydanında heykelin önünde yapmıştı. Âişe ilk defa öz vatanında hür bir şekilde sonsuz güvenle nefes alıyordu. Bunun idrakini ise yaptığı canlı yayında hissetti. Etrafında insanlar etrafın perişanlığına aldırmadan bayram havasında, yüzleri tebessümle bir işin ucundan tutuyorlardı. Âişe canlı yayında gözyaşlarını tutamayarak haberini zor da olsa tamamladı. Buradan gidecekleri yer ise Sednaya hapishanesiydi. Son verilere göre hapishanenin kapalı bütün alanlarına ulaşılmıştı. Ölenlerin çoğunun tespiti yapılmış fakat çoğunun da yapılamamıştı. Kiminden sadece bir kıyafet kiminden bir fotoğraf kiminden bir defter kimindense geriye hiçbir şey kalmamıştı.
Âişe ve ekibi, toparlanıp Sednaya Hapishanesi’ne doğru yola çıktılar. Sessizliğin hâkim olduğu hapishane avlusuna adım attıklarında, duvarlarda yankılanan çığlıkların izlerini adeta hissedebiliyorlardı. Soğuk koridorlardan geçerken gördükleri her leke, her iz, burada yaşanmış acıların birer yansımasıydı.
Âişe, ekibin önünde ağır adımlarla ilerledi. Gözleriyle her odayı tarıyor, her detayın bıraktığı duyguyu iliklerine kadar hissediyordu. Neredeyse her katta farklı bir işkence yönteminin izlerine rastladılar. Asıl üzücü olansa, burada tutulan insanların çoğunun rejime muhalif oldukları ya da sadece onlar için çalışmadıkları için bile suçlanıp böylesine korkunç koşullara maruz kalmalarıydı.
Koridorlarda dolaştığı sırada, Âişe’nin aklına internette “Suriye’nin gerçek yüzü” başlığıyla paylaşılan o videolar geldi. İnsanların artık ülkelerine dönebilecekleri, gece hayatı dâhil her şeyin son derece normal olduğu izlenimini veren görüntüler… Oysa şimdi, karşılaştığı bu korkunç gerçekle tüm insanlığa karşı tarifsiz bir tiksinti duyuyordu. Çünkü Sednaya’nın duvarları, gerçeğin çok daha karanlık bir yüzünü ortaya koyuyordu.
Âişe ve ekibi, topladıkları fotoğraflar ve videolarla kapsamlı bir haber hazırlamak üzereydi. Zaman zaman canlı yayın yaparak da bölgeden sıcak gelişmeleri aktarıyorlardı. Son olarak, hapishanenin dışında, kaybedilen insanların adları ve fotoğraflarının sergilendiği bir bölgeye gidip ek veriler toplamayı planladılar. Âişe önden giderek incelemelere başladı.
Burada, pek çok insanın kimlik bilgisi olmadığı için yalnızca bir numarayla kaydedilmişti. Kiminde ad yerine son hâllerinin fotoğrafları, kiminde ise eskiye ait bir vesikalık duruyordu. Âişe kalabalık panolara bakınırken sol tarafındaki yarasının olduğu yerde bıçak yarasını andıran bir sızı hissetti. Sağ elini göğsünün üzerine bastırarak yazıları, fotoğrafları incelemeye devam etti. Ancak kalbindeki ağrı giderek şiddetleniyor, ayakları sanki onu terk ediyordu.
Tam o sırada, göz ucuyla bir fotoğrafa takıldı ve gördüğü manzaraya inanamadı. Bir adamın kucağında, kırmızı elbiseli küçük bir kız çocuğu vardı. Bu elbise, ona fazlasıyla tanıdık geliyordu. Âişe fotoğrafa doğru uzanırken, sızısı katlanarak dayanılmaz bir acıya dönüştü. Kalbi sıkışıyor, gözlerinden yaşlar boşalıyordu. Nihayet resmi eline aldığında, bakakaldı çünkü fotoğraftaki çocuk kendisiydi.
Resmin arkasına baktığında, bir numara ve ölüm şekli yerine geçebilecek notlar, “cesedin bulunduğu oda” gibi ifadeler yazılıydı. Bir de çok anlaşılmayan bir yazıyla sol alt tarafta “Kızım adın gibi yaşayacaksın ve vatanının özgürlüğüne şahit olacaksın. Sana elveda demiyorum. Bilakis görüşmek üzere.” yazıyordu. Âişe bir an için nefes alamadı. Böyle büyük bir acıya kim dayanabilirdi ki? Başı dönmeye başladı, gözyaşlarını tutamıyordu. Başını gökyüzüne kaldırdığında, göğsünde hissettiği sızı büsbütün derin bir yaraya dönüştü. Eliyle göğsünü yokladığında parmaklarına kan bulaştığını fark etti.
Panikle çantasından küçük aynasını çıkardı, gömleğini açıp göğsündeki yarasına baktı. Daha önce yalnızca bir iz şeklinde olan çizginin artık bir yarığa dönüştüğünü gördü. Âişe, o an yarasının kaynağını bulmuştu. Geçmişindeki kayıp travmasına kavuşmuştu.