Elvin aynanın karşısında sessizce durdu. Sol tarafındaki derin yara izine gözlerini dikmişti. Tam kalbinin üzerinde, yıllar önce aldığı o acımasız darbenin solgun ve soğuk hatırası duruyordu. Bir zamanlar taze bir kesik olan bu iz, şimdi kabuk bağlamış bir geçmişin sessiz bir nişanı gibiydi. Yara izinin çevresindeki deri daha soluk, daha sertti. Elvin’in parmakları hafifçe o iz boyunca ilerledi. Bir anda, geçmişin hayaleti zihninde canlanıverdi.
Karanlığın derinliklerinde Oğuz’un gözleri zihninde yeniden parladı. O bakışlarda bir zamanlar sevgi ve güven vardı. O bakışlarla hayata tutunmaya çalışmıştı Elvin. Ama aynı gözler, o korkunç gecede bambaşka bir surete bürünmüştü. Sevgisinin yerini şüphe ve öfke almış, elleri bıçak kadar keskin, sözcükleri ölümcül olmuştu. Elvin, yıllardır kendisine sorduğu o soruyu yine tekrarladı: “Nasıl bu kadar değişti?” Bu sorunun cevabını hiçbir zaman öğrenememişti. O gece sadece bir aşk değil, bir hayat da parçalanmıştı.
Parmakları iz boyunca gezindiğinde içini keskin bir acı kapladı. Ama bu acı sadece fiziksel değildi; aynı zamanda ruhunun derinliklerinden gelen bir yankıydı. Geçmiş, onun peşini hiçbir zaman bırakmamıştı. Ama Elvin, bu yara izine farklı bir gözle bakmayı öğrenmişti. Yıllar önce bu iz, onun zayıflığını, kırılganlığını simgeliyordu. Şimdi ise bu yara izi, hayatta kalmanın, yeniden ayağa kalkmanın ve savaşmanın simgesiydi.
Elvin aynada göz göze geldi kendi yansımasıyla. Gözleri, yılların ona öğrettiklerini anlatıyordu: Acıya dayanmayı, düştüğünde yeniden kalkmayı, savaşmayı… Bu yara, onun geçmişinin yüküydü ama aynı zamanda geleceğe olan direncinin kaynağıydı.
Ve şimdi kader, ona başka bir sınav sunuyordu: Kanser. Doktorun o soğuk sesi zihninde yankılandı:
“Göğsündeki o yara izini kontrol ettik. Doku hasarı, kanserli hücrelerin yayılımını hızlandırmış olabilir. Ama henüz umut var.”
Henüz umut var. Bu cümle, Elvin’in zihninde bir çıngırak gibi çınladı. Evet, umut vardı. Ve o, umut etmekten asla vazgeçmeyecekti.
Birden gözleri karardı. İçine derin bir nefes çekti. Göğsündeki ağrı, bu düşünceleri tetikliyordu. Ağrı, ona hayatta olduğunu, henüz savaşın bitmediğini hatırlatıyordu. “Yıkıldım ama hâlâ ayaktayım,” diye düşündü. Bu yara, onun kırıldığı yerdi, ama aynı zamanda yeniden başladığı yerdi.
İçini bir kararlılık sardı. Aynaya daha güçlü bir ifadeyle baktı. Gözlerindeki yorgunluk yerini dirence bırakmıştı. Hayat, onu bir kez daha sınamak istiyordu. Ama Elvin, geçmişte olduğu gibi şimdi de teslim olmayacaktı. Ellerini yumruk yaptı ve derin bir nefes aldı.
“Belki kanser bedenimi ele geçirebilir,” dedi fısıldayarak, ama bu sefer sesi daha kararlıydı. “Ama ruhuma dokunamaz. Yaralarımı ben taşıyorum, beni ben yapan onlar…”
Ayağa kalktı ve odanın içinde bir tur attı. Duvarlara asılı olan eski fotoğraflara baktı. Hepsinin bir hikâyesi vardı. Hepsi, Elvin’in bugünkü haline gelmesinde bir adım olmuştu. Kanser, onun hayatını belirleyemezdi. Tıpkı o gece Oğuz’un ellerindeki bıçak gibi, bu hastalık da onu bitiremezdi.
“Bu benim hikâyem,” diye düşündü. “Ve sonunu ben yazacağım.”