Edward Etkisi

İrem İlayda Karkı

Hacer Uyğur’a ithafen

Ben geriye doğru kaçtıkça o bana doğru adım atıyordu. Bilinmeyen bir dansın ritimleri gibiydi. Kalbimi hızlı atmaması için tembihliyordum. Bunu zihnimden yapıyordum tabii. Onun, kalp atışımın hızlandığını duyacağını biliyordum. Zihnimi okuyabildiğini ise unutmuştum.

İş yerinde ilk günümü hatırlıyorum. İlk günüm ve ilk kazam. Çocukluğumdan beri sakar olarak bilinirdim. Ya gerçekten sakardım ya da bana sakar diye diye beni sakar etmişlerdi. O gün şirkete adımımı atar atmaz kapıdan çıkan biriyle çarpıştım. Şirketin büyüsüne o kadar kapılmıştım ki gözümün önündeki adamı göremedim. Hem de böylesine heybetli ve yakışıklı bir adamı. Akşam bu olayı düşünürken şirketin büyüsü ile mi yakışıklı göründüğünü, yoksa gerçekten mi çok yakışıklı bulduğumdan emin olamayacaktım. Onu düşündüğüm ilk akşam olacaktı. Çarpışmadan sonra özür dilemek için ayağa kalktığımda hayatımda gördüğüm en kızgın surat ifadesini gördüm. Eyvah dedim, başım belada. Ama ne yapmıştım ki sanki, sadece gözümün önüne bakmayı unutmuştum. O kadar. Bir insan buna, bu kadar kızar mı?

“Kusura bakmayın, çok özür dilerim.”

Sözcüklerin ağzımdan çıkmasıyla birlikte surat ifadesi yumuşadı. Hatta o kadar yumuşadı ki karşımda sanki uyumak üzere olan bir bebek vardı. Bir dakika içinde iki farklı insan tanımıştım. Tanıdığım bu insanın kim olduğu konusunda ise hiçbir fikrim yoktu. Ertesi gün öğrenecektim. Dilediğim özürden sonra ufak bir baş işareti yapıp yoluna devam etti. Ben ise kendimi toparlayıp beni işe alan insan kaynakları müdürünün odasına gittim. Kapıyı çalıp içeri girdiğimde ise başka bir kızgın suratla karşılaştım.

“Nerede kaldın sen? İnsan patronundan sonra mı işe gelir?”

“Ben şeyyy… Dolmuş biraz gecikti bugün.”

“Dolmuşla mı geliyorsun buraya?”

“Evet.”

Kadın bir anda gülmeye başladı. Komik bir şeye güler gibi değildi, iğneleyici bir gülüştü bu.

“Bundan sonra taksi ile geliyorsun.”

“Ben bunu karşılayamam.”

“Burada çalışmak istiyorsan taksiyle geleceksin. Yoksa kapı orada.”

Zihnimden hemen bir mukayese yaptım. Çalışmayı bırakamazdım. Hiç para kazanamayacak bile olsam burada çalışmış olmak kariyerim için önemliydi.

“Tamam.”

“Güzel. Patronun çıktı. Bugün geri döneceğini sanmıyorum. Sen odana çık ve alışmaya başla. Ben öğleden sonra gelip sana işler hakkında vereceğim.”

“Tamam.”

Beni baştan aşağı süzdü. Bu tavrı hoşuma gitmedi ama sesimi de çıkaramadım.

“Ve son olarak, kıyafetlerine çeki düzen ver. Sen Hakan Beyin sekreteri olacaksın, bu hâl ne? Neden seni seçti onu da anlayamadım ya neyse.”

Duyduklarım yüzümde ince bir tebessüme sebep olmuştu. İnce ama saklayamadığım bir tebessüm.

“Beni Hakan Bey mi seçti?”

“Ne sırıtıyorsun? Evet o seçti. Muhtemelen neden sen olmamalısın onun dersini verecek.”

Karşımdaki kadın bile benim moralimi o an bozamadı. Ben içten içe tebessüm etmeye devam ettim. Dünyaca ünlü bir reklam şirketinin CEO’su sekreter olarak beni seçmişti. Hayatımda ilk defa seçilmiştim. Beklememe değdi diye düşündüm. Bu düşünce günümün geri kalanını güzelleştirmeye yetmişti. Tüm gün sırıtarak gezindim ofiste.

Ertesi gün bana söylenildiği gibi taksiyle geldim. Ama azıcık uyanıklık yapıp şirkete yakın bir yere kadar dolmuşla gelip sonra taksiye bindim. Bulduğum bu çözüm maaşımla ayı çıkarmamı sağlardı. Sadece taksi olsa neyse, kıyafet de almam gerekecekti. Bu düşüncelerle şirketten girerken dünkü gibi bir büyüye kapılmadığımı fark ettim. Güzel haberdi, bugün kimseye çarpmayacaktım. Odama doğru yürürken dün çarptığım adamın yeniden karşıma çıkmasını istedim. Neden bilmiyorum ama bende güçlü bir etki bırakmıştı. Belki tanışırdık ve seçilen sekreter olmam onu etkilerdi. Ne saçma düşüncelerdi bunlar. Kendi kendime güldüm. O sırada şirkete girdiğim andan itibaren izlendiğimi bilmiyordum. Odama geçtim ve günün planını hazırladım hızlı bir şekilde. Hakan bey gelmeden hazır olması gerekiyordu. Odanın penceresinden Hakan beyin odasına girdiğini gördüm. Evet, artık tanışma vaktiydi.

Kafamda bu tanışma ile alakalı fazlaca pratik yapmıştım. Ama aklıma gelmeyen şey başıma gelmişti. Dün çarpıştığım, heybetli ve yakışıklı adamın Hakan Bey olduğunu öğrenmemle birlikte tüm tanışma pratiklerim aklımdan silinmişti. Onunla yeniden karşılaştığım için çok mutluydum ama bir taraftan da patronum olduğu için asla iş dışı bir iletişimimiz olamayacaktı. Ben her gün onu görecek, her gün yanında duracak ama gerçek anlamda asla yanında olamayacaktım. Bana ne oluyordu? Daha dün tanıştığım bir insan için nasıl bu kadar güçlü duygular hissediyorum?

“Sen Eda olmalısın.”

“Evet efendim.”

“Güzel. Eda anlat bakalım bugün neler yapıyoruz?”

Günün planını hızlı ve anlaşılır bir şekilde aktardım. Arada Hakan Beye baktığımda yüzünde yine bebeksi bir ifade hissettim. Ona bakmak bende yüzünü sevme hissi uyandırıyordu. Tam bunu düşündüğüm anda Hakan Bey kahkaha attı. Bir an düşündüğümü sesli söyledim sandım. Ama hayır söylememiştim. Soran gözlerle ona baktım.

“Kusura bakma aklıma bebekken, pardon çocukken yaşadığım bir anı geldi. Ona gülüyordum.”

Düşüncelerimi duymuş gibi utandım. Eda, bundan sonra düşüncelerine de dikkat edeceksin.

Programı aktardıktan sonra odadan çıkmak üzereyken insan kaynaklarından Hande hanım geldi. İğreti bir gülümsemeyle beni süzdü. İçimden saçını başını yolma isteği geçse de sadece gülümsemekle yetindim. Artık bu şirkette kalmak için daha fazla nedenim vardı. Bunu riske atamazdım.

“Hakancım nasılsın?”

“İyidir. Geldiğin iyi oldu. Eda hanıma maaşına ek olarak yol parası da ekleyelim. Kendisi taksi ücreti ne kadar tutuyorsa size bildirsin.”

Hande hanım kızgın bir yüz ifadesiyle bana baktı.

“Sana ne anlattı bilmiyorum ama…”

“Bana anlatması gereken bir şey mi vardı?”

“Dünkü muhabbetimizden bahsetmedi mi?”

“Hayır.”

“Peki tamam öyle olsun.”

“Ayrıca unutmadan, bizim anlaşmalı olduğumuz kıyafet mağazasına bilgi verin bugün oraya uğrayacağım. Eda da bana eşlik edecek.”

“Sen oradan giyinmezsin ki. Ayrıca orası kadın giyim ağırlıklı bir mağaza.”

“Ne zamandır sana söylediklerimi sorguluyorsun Hande!”

Devlerin savaşında ortada kalan minik bir insan gibi hissettim kendimi. Ortam çok gergindi. Ben de biraz gerilmiştim ama Hakan Bey tarafından düşünülmek ve benim için bir şeyler yapması, en çok da Hande Hanıma karşı gelmesi beni keyiflendirmişti. Köşeye doğru sindim. Bu keyfi Hande Hanım fark ederse beni odadan çıkmadan boğdurturdu. Gerçi Hakanım civanım buna müsade etmezdi ama olsun. Hakan Bey bu ciddi konuşmanın tam ortasında bir anda kahkaha atmaya başlamıştı. Yine. Hande hanım döndü bana baktı, sonra ikimiz şaşkın bir şekilde Hakan Beye baktık.

“Kusura bakmayın hanımlar. Çocukluk anısı.” deyip gülmeye devam etti.

Kapıdan çıkarken Hande Hanım kendi kendine söyleniyordu.

“İlk defa bu kadar güldüğünü görüyorum. İnanılır gibi değil.”

Hande Hanım uzun zamandır burada çalışıyordu ve Hakan Beyin arkadaşıydı. Onun ilk defa gördüğü kahkahaya ben birkaç saat içinde iki defa şahit olmuştum. Kendimi ayrıcalıklı hissettim. Dünden beri hissettiğim güzel bir duyguydu bu. Bu güzel duygu çok yakın bir zamanda aşka dönüşecekti. Belki dönüşmeye başlamıştı bile.

Günün devamında Hakan Bey ile mağazaya gittik. Önce kendisine bir şeyler baktı sonra benim de kıyafet denememi istedi.

“Yoruldum, oturacağım. Bu arada sen kendine kıyafet bak. Denediklerine ben de bakayım.”

Biraz duraksadı ve ekledi.

“Bunu da yanlış anlama sadece yanımda çok fazla olacağın için şık olmanı istiyorum. Şirket politikası gibi düşün.”

Anladım. Beni düşünmüyordu. Kendi prestijini ve şirketi düşünüyordu haliyle. Sınırımı aşmıştım. İster istemez moralim bozulmuştu. Kıyafet denemek dahi istemiyordum. Trip atar bir halim vardı. Ama kime ve hangi hakla?

“Seni de düşünüyorum tabii. Hande biraz zor bir karakter. Çatışmanızı istemem.”

Sanki düşüncelerimi okuyor gibiydi. Saçmalama dedim kendime. Keşke saçmalayıp biraz şüphelenseydim diyecektim çok sonra. Söyledikleri bozulan moralimi biraz olsun yerine getirmişti. Her şeyi unutup sadece alışveriş yapıyor gibi hissetmek istedim. Çok güzel kıyafetler vardı. Onların arasında kendimi kaybettim. Çalışanlar da bana öneri olarak kıyafet getiriyordu sürekli. Kendimi ilkokuldaki tiyatrodan sonra ilk defa prenses gibi hissettim. İçimden bu duygu için Hakan Beye teşekkür ettim. Bir şekilde beni anladığını hissediyordum.

Yaklaşık üç saat o mağazada vakit geçirdik. Ben kıyafetleri deneyip tek kişilik ufak bir defile yapıyordum. Hakan da beğendiklerini söylüyordu. Seçilenler hemen paketleniyor kasaya gönderiliyordu. Artık ona içimden Hakan diyecektim. Benim için rüya gibi bir gün olmuştu. Sonrasında Hakan beni eve bırakmak istedi ama bir bahane bulup reddettim. Yaşadığım yeri görmesine hazır değildim.

Ertesi gün Hakan’ın bana daha samimi davrandığını hissediyordum. Henüz iki gündür tanışıyorduk ama aramızda açıklayamadığım bir bağ oluşmuştu. Ben tüm bu güzel duygularla sarhoş olmuşken beni düşündüren bir telefon konuşmasına şahit oldum. Hakan terasa çıkmıştı ben de ikimize kahve alıp peşinden gittim. Kapıyı geçmek üzereyken onun telefonla konuştuğunu anlayıp bekledim. Beni görmemişti. Telefondaki kişiye benden bahsediyordu. Yüzümde ufak bir gülümseme oluştu.

“Henüz iki gün oldu ama çok doğru bir seçim yaptığıma emin oldum.”

Bunları söylemişti telefondaki kişiye. Ben gerçekten onun seçimiymişim. Daha ne kadar mutlu olabilirim ki diye düşündüm.

“Öyle bir ses tonu var ki anında sakinleşiyorum.”

Ses tonumun onun üzerinde bir etkisi olduğunu ben de fark etmiştim. Bugün bana sesli bir şekilde kitap okutturmuştu odasında. Gözlerim ağrıyor demişti ama bu sebeple demek ki. O istesin ben her zaman kitap okurum. Bahanelere gerek yok. Duygularımın zirvesindeyken duyduğum son cümle gerçeğe dönmeme sebep oldu.

“Ses tonuna yazık olacak.”

Bu ne demekti? Anlık bir panikle elimdeki kahveleri yere düşürdüm. Hakan bana doğru dönünce de hiçbir şey anlaşılmasın diye yeni gelmişim gibi davrandım.

“Hakan bey kusura bakmayın. Ben de size kahve getiriyordum.”

Konuşurken gülümsemeye çalışıyordum. Ama aslında çok endişeliydim. Düşünmek ve anlamak için zamana ihtiyacım vardı. Hakan da endişelenmişti. Duyup duymadığımı merak ediyordu sanırım. Direkt sorsam, belki doğru cevap alamazdım. Tam çıkmak üzereyken bana seslendi.

“Eda.”

“Buyrun Hakan Bey.”

“Hiç radyocu olmayı düşündün mü?”

“Hayır efendim, neden sordunuz?”

“Bence burada sesine yazık oluyor. Çok güzel bir tonun var. Değerlendirmelisin.”

“Teşekkür ederim.”

Açıklama bu muydu? Açıklama beklediğimi nasıl anlamıştı? Tuhaf bir şekilde yine aynı hisse kapıldım, aklımdakileri duyduğu hissine. O gün bütün gün bunu düşündüm. Sonra yaptığı açıklamanın yeterli olduğuna karar verdim. Bir güç beni bu karara zorladı sanki.

Toplantı salonunda ekip tam sunuma başlamak üzereyken Hakan’ın telefonu çaldı. Aramanın önemli olduğunu söyleyip açtı.

“Dinliyorum. Hacer mi? Nasıl olur, nasıl anlar? Olmaz, bırakamam. Emek verdim diyorum. Tamam siz oyalamaya çalışın ben de hızlı olmaya çalışacağım.”

Köşede sessizce konuşmaya çalışırken duyabildiklerim bunlardı. Sonra ani bir kararla toplantıyı sonlandırdı. Herkes çıktıktan sonra bana döndü.

“Eda, benim sana söylemek istediğim şeyler var.”

“Buyrun Hakan Bey.”

“Bunu sana yalnızken söylemek istiyorum. Burada olmaz.”

Heyecanlanmıştım. Bana yalnızken ne söyleyebilirdi ki?

“Gel benimle. Yukarı katta kullanılmayan bir toplantı salonu var. Kimse gelmez oraya.”

Bunu söylediğinde yine o bebeksi yüz ifadesi vardı yüzünde. Sevme isteği uyandıran.

“Tamam Hakan Bey.”

Hakan önde ben arkada dikkat çekmeden yukarı kata çıkıyorduk. Ne söyleyeceğini çok merak ediyordum. Bana duygularını açacağını hissediyordum. Bana karşı duyguları olduğunu. Bu yalnızca benim isteğim miydi yoksa gerçekler mi, birazdan öğrenecektim. Kalbim çok hızlı çarpıyordu, buna engel olamıyordum. Toplantı odasına girince kapıyı kapattı. Heyecanım daha da artmaya başlamıştı.

“Şimdi aklından bana ne söyleyecek diye geçiriyorsundur. Seni çok merakta bırakmayayım. Eda, ben senden çok etkilendim. Duruşun, bakışın, ses tonun, kanının kokusu…”

“Kanım mı?”

“Kanın mı dedim?”

Kahkaha attı. Üç olmuştu.

“Yanlış söylemişim özür dilerim. Yani anlayacağın ben senden çok etkilendim. Senin duyguların nasıl, bunu öğrenmek istiyorum.”

Düşündüm. Duygularımız karşılıklıymış. Bu beni mutlu etti. Yüzümdeki sırıtmaya engel olamıyordum. Cevabım dedim ve boynuna sarıldım. Yanağına ufak bir öpücük kondurdum. O da boynumu öptü. Daha doğrusu ilk anda ben onu öpücük sandım. Biraz canım acıyınca ısırık olduğunu fark ettim ve can havliyle Hakan’ı ittim. Elimi boynuma götürdüm. Parmaklarım kan olmuştu. Hakan’a baktım. Görünüşü, dişleri… Sanki bir vampir gibi.

“Ne yaptığını sanıyorsun?”

“Tahminin doğru bebeğim. Ben vanpirim.”

“Sormadım ki?”

“Düşündün. Düşünürken konuşmana gerek yok.”

İçten içe hissettiğim şey doğruymuş. Ben nasıl oldu da birkaç gün içerisinde bu kadar duygularıma kapıldım?

“Ama beni seviyorsun değil mi? Beni öldürmeyeceksin.”

“Tabii seviyorum. O yüzden seni seçtim ya. Fotoğrafından bile kanının ne kadar lezzetli olduğu anlaşılıyor. Normalde bana biraz daha aşık olmanı beklerdim ama maalesef vaktim yok.”

Ben geriye doğru kaçtıkça o bana doğru adım atıyordu. Bilinmeyen bir dansın ritimleri gibiydi. Kalbimi hızlı atmaması için tembihliyordum. Bunu zihnimden yapıyordum tabii. Onun kalp atışımın hızlandığını duyacağını biliyordum. Zihnimi okuyabildiğini ise unutmuştum.

Kaçacak bir yerim kalmadığı anda biri, kapıyı tekmeyle açıp içeriye girdi. İlk anda yaydığı parıltıdan kim olduğunu anlayamadım. Gözlerim alışınca beyaz giyimli tesettürlü bir kadın olduğunu fark ettim. Elinde minik pembe bir tabanca vardı. Gülümsüyordu.

“Hacerrrrr.”

“Ah be Hakan. Sana, seni bulamayacağımı düşündüren neydi?”

“Hacer bu işe karışma, lütfen git.”

Hacer kimdi bilmiyordum ama Hakan ondan feci halde korkuyordu. Çok havalı bir duruşu vardı. Hakan’ı dinlemeyerek tabancasını ona doğru uzattı. Anlık bir refleksle onu durdurmak istedim. Sonuçta Hakan sevdiğim adamdı ve vampir olması bunu değiştirmiyordu. Ama Hacer tabancayı tutmadığı diğer eliyle beni engelledi ve o kurşunu sıktı. Hakan anında yere yığıldı. Son bir cümle kurmaya bile vakti olmadı. Koşup başını okşadım.

“Vampirler ölmez değil mi?”

“Benim özel kurşunumla ölürler.”

Az önce birini öldürmüş birisi için fazla soğukkanlıydı. Ağlamama engel olamıyordum. Yere vurmaya başladım.

“Neden yaptın, neden?”

“Arkadaşım, iyi misin? Seni öldürecekti, sen farkında mısın bunun?

“Ama seviyordum.”

“Hayır sevmiyordun. Edward etkisi diye nitelendirdiğimiz bir şey bu. Sen onun vampir özelliklerinden etkilendin hepsi bu. Bir güne kalmaz iyileşirsin.”

Anlamsız gözlerle ona baktım. Bana acıyarak bakıyordu. O sırada telefonu çaldı.

“Ne demek elimizden kaçırdık! O tehlikeli bir vampir! APTALLAR!”

Konuşmaya ara verip derin bir nefes aldı.

“En son kaybettiğiniz yeri konum atın geliyorum. Sizin yüzünüzden terapist kimliğimi unuttum, vampir peşlerinde koşuyorum. Tamam kapat. Şu an özür duymak istemiyorum.”

Telefonu kapatıp bana baktı.

“Sen kesin gençliğinde wattpad hikayeleri okuyordun, doğru mu?”

“Evet.”

“İşte bu yüzden bu kadar güçlü Edward etkisine kapıldın. Hâlâ içinizde bir yer o hikayelerin gerçek olmasını istiyor.”

Arkasını döndü kapıya yöneldi. Kapıdan çıkmadan yan bir bakış atıp “Ama unutma karşında bir vampir varsa tek amacı senin kanını emmektir.” dedi ve gitti. Gittiğini sanmıştım ama tekrar gelip bana buradan ayrılmazsam cinayette baş şüpheli olacağımı söyledi. Aşkımı, aşkımın vampir dişlerine gömüp koşarak oradan uzaklaştım.

İrem İlayda Karkı

Not: Seviye düşüklüğü için kusura bakmayınız.