Kıyıya vuran dalga sesleri, martıların bitmek bilmeyen haykırışları, insanların kahkahaları ve sokak satıcılarının bağırtıları içinde sessiz bir yürüyüştü onunki. Tüm kargaşanın içinde onun payına düşen buydu. Yanından geçen insanlar için bir gölgeden ibaretti. Ne fark ediliyor ne de duyuluyordu. Duygularını hissedemese kendi varlığından şüphe ederdi.
Gözünü ufka dikerken adımları düşüncelerini takip etti. Bu evrende bir zerreden ibaretti. Yabancıydı çevresine. Bir gün gelecek silinecekti. Kimsenin haberi olmayacaktı onun varlığından.
Paltosunun yakasını kulaklarına kadar kaldırdı. Dağılan saçlarına düşen yağmur taneleri, ıslaklığını bırakarak kayboluyordu. Tıpkı onun da kaybolacağı gibi. Sadece bir mezarı kalacaktı. Belki de bir kimsesizler mezarlığında.
Islanan bankın yanında durdu. Yağan her damla üzerine izini bırakırken onu yalnızlaştıran bir mefhumdu aynı zamanda. Kendisi gibi. Sanki konuşuyordu her bir damla. Üçümüz varız diyordu. Ama onun da gideceğini biliyordu, tıpkı güneş açtığında bankın üzerinde neşeli insanların oturacağı gibi. Kimse onu anlamasa da o anlamaya çalışırdı. Onu ne kadar görmeseler o misliyle görürdü onları. Oturdu bankın bir kenarına.
Evvelce gülenler terk etti sahili o an. Bir o kaldı. Kalksa gidecek bir yeri yoktu. Telefonu çalmazdı. Onu soran hiç olmamıştı. Akşam eve dönmese merak edecek kimsesi yoktu. Ölse şimdi öldüğü yer açık mezarı olurdu. Göğe kaldırdı başını. İzin verdi yağmurun yalnızlığını paylaşmasına. Kapattığında gözlerini silindi her bir uğultu. Ne yağmurun ezgisi kaldı ne de derdini kıyıya vuran dalgalar. Gözlerinin ağırlaşması gibi vücudu da ağırlaştı. Önce bedeni kayboldu daha sonra ruhu bir yolculuğa çıktı.
Boşluğa çekiliyordu ruhu. Varlığı yokluğa karışıyordu. Geçmişi ve şimdisi bir bir siliniyordu. Karadelikte gibiydi, yutuluyordu hiçliğe. Zamanın ifade edilemediği o vakitte sessizlik büyük bir gürültüye dönüştü. Çığlıklar sardı karadeliği. “ Buradasın, ben de buradayım.” Ağzını açıp cevap veremedi. Dili de bu karadelikte kaybolmuştu. Halbuki isterdi cevap verebilmeyi. Şayet cevap verebilse sorardı kimsin diye. Ama o duymuş gibi cevap verdi. “ Ben hep yanındaydım. Sen görmedin hiç.” Yanımdaysan neden şimdi duyuyorum sesini diye sormak isterdi. Daha önce gelseydi yanına yorulmazdı yalnızlıktan. Sanki onu da duymuştu. “ Hiç dönmedin ki içine, ben senden içeyim hâlâ fark etmedin mi?” Edememişti işte. İçindeki, sesini duyuramamıştı şimdiye kadar. Yalnız değilmiş meğerse. Peki ya ne değişirdi bu saatten sonra? “Sen Yusuf, düştüğün kuyudan daha derinsin, ipe ihtiyacın yok.”
Durdu boşluk. Saniyeler zamanı ölçmeye devam etti. Gözleri açıldı hızla. Bedeni baştan aşağıya ıslanmıştı. Bir ağırlık hissetti kolunun üzerinde. Beyaz bir kedi yağmurdan korunmak istercesine sığınmıştı ona. Yüreği el vermedi öylece ıslanmasına. Kediyi kucakladı. Sesleri arkasında bıraktı.