Aciz Zımbırtı

Fatma Dursun

Onun zamanında saatten ses gelirdi. Her şey gibi saatlerde hayatın akışına uygundu. Sesleri ve işlevleri vardı. Çocukken vitrinli saatleri vardı. Vitrin takımının ortasında vitrinli saat. Vitrinin içinde turuncu fincan takımları sergideydi. Kristal bardak seti ve büyük kristal kaseler de tüm ihtişamıyla oradaydı. Kime sergiydi bilinmez sergilenen eşyalar değişsede sergileme ahlakı değişmezdi. Bu ahlaktan kaynaklı olsa gerek her evde her şeyden çeşit çeşit vardı. Çok zamana bakarlar gibi kollarda saatler, ceplerde saatler, tvde saat, bilgisayar ve tabletlerde saat var. Ne işe yarıyor? Her yerde olması onu manasızlaştırıyor.

Bipppppp Bİpppppp BİİİİİİPPPPPP. Gözlerini açmadan kaşlarını çattı. Yüzünü ekşitti. Hiç hoşlanmadı bu şekilde uyanmaktan. Bu zımbırtıyı da bir türlü sevemedi. Eski ayarlamalı saati bozulunca bu zımbırtıyı torunu aldı. Dijital olduğu için her gün uğraşmak zorunda kalmayacaktı. O bundan pek hoşnut olmadı. Ömrünün büyük kısmında yaptığı bu işi yapamayacak acizlikte olduğunun yüzüne vurulmasıydı. O yüzden sevemedi. Eşya hayatı kolaylaştırdıkça onu hayatsızlaştırmıştı. Saatini dahi ayarlayaman bir adam onu aciz hissettiriyordu. Saatin üstündeki tuşa bastı. Bip sesi kesildi. Yaşından ve huysuzluğundan kaynaklı olsa gerek kafasının içi uğulduyordu. Yatağın kenarına oturdu. Eskiden olsa çivi gibi kalkar fişek gibi başlardı. Şimdi yatağın kenarında otururken ayaklarına çorap giymesi lazımdı. Çoraplarını ayaklarına ağır ağır geçirdi. Çorapların üstüne mest giydi. Sırtına hırkasını geçirdi. Yatağın yanındaki bardağın içinden dişlerini aldı. Ağzına taktı. Gözlüklerini boynuna astı. Henüz gözüne takmaya hazır değildi. Dünyayı net göresi yoktu. Hala yatağın kenarında oturuyordu. Ne yapacağını düşündü. Ne yiyecekti, en kolay ne yapılırdı düşündü düşündü. Sonra ne giyseydi bugün? Perdeyi açsa güneş girse camı açsa şöyle bir havalandırsa evi. Sonra bir toparlasa ortalığı. Hala yatağın ibiğinde oturuyordu. Bugün çıksa mıydı dışarı? Çiçekleri de sulaması lazım. Biraz da öteberi almalıydı. Torun torbayı da arayıp bir yoklamalıydı. Sonra bir yıkansa akşam güzel olurdu. Bir iki bir şey okumalıydı. Hala ayağa kalkamamıştı. Buna canı sıkıldı. Bir romanda vardı bir karakter koca roman boyu bir türlü yüzünü yıkayıp işe koyulamamıştı. Onun gibi hissetti kendini. Çok gıcık olurdu o karakterin aylaklığına şimdi onun gibiydi. Miskin ve bitkin. Bitkinliğinden kaynaklı bir miskinlik.

Ayaklandı. Ağır ağır pencereye yaklaştı. Perdeyi araladı. Hava bulanıktı. İçi bulandı. Pencereyi açmaktan vazgeçti. Odadan çıktı. Mutfağa doğru geçti. Yemek yapası yoktu. Yufkanın içine biraz soğan, peynir kattı. Akşamdan kalma acı çayı ısıttı. Yavaşça yedi. Odasına döndü. Yatağına oturdu. Dışarıyı izledi. Çıkmaktan vazgeçti. Soğuk duruyordu. O yatağının kenarında otururken gün akşam oldu. Hırkasını çıkardı. Mestleri ve çoraplarını çıkardı. Dişlerini çıkarıp bardağa koydu. Hiç gözüne takmadığı gözlüğü boynundan çıkarıp koydu. Kafasını yastığa koydu. Uykuya yavaşça daldı.

Yüzüne güneş düştü. Gözleri kamaşarak uyandı. Gözlerini açtı. Dün perdeyi kapatmayı unutmuştu. Güneş ne güzel duruyordu. İçi ısınmıştı. Kafası da uğuldamıyordu. Zımbırtı ötmemişti. Keyiflendi. Zımbırtı onu bugün acizleştirmedi. Doğruldu güzelce. Gözlüklerini gözüne taktı. Zımbırtıya baktı. Tuhaf tuhaf rakamlar vardı. yedi mi bir mi anlamadı. Zımbırtı bozulmuştu. Kahkaha attı. Ağzındaki boşluğu hissedince bardaktan dişlerini alıp taktı. Çekmecesini açtı. Uzun zamandır açılmadığı için gıcırdadı. Atadan kalma saatini çıkardı. Güzelce ayarladı ve taktı. Gururla baktı. Çoraplarını, mestlerini ve hırkasını giydi. Çivi gibi uyanmıştı. Fişek gibi ayaklandı. Hızla pencereye gitti ve açtı. İçeri dolan tatlı havayı içine çekti.