06.00 Uyandım. Belim tutulmuş. Bunun işi zaten beni dik tutmak değil de tutulmak gibi. Hava buz. Yüzümü yıkarken su demir gibi çarptı suratıma. Felç oluyorum sandım. Rahmetli dedem de böyle bir kış günü…Zaten onun adını almışım. Belki kaderim de…Tövbe tövbe. Daha ezan okunmadı. Etraf zifiri. Hırkamı giyip balkona çıkıyorum. Karşılarda oynak ışıklar. Şehir beni ilk kez bu ışıklarıyla üzmüştü. Onlara bakarken içlerinden hiçbirinin tanıdığım birilerine ait olmadığını düşünmüştüm. Şimdi izlerken bir şey hissetmiyorum. Işık işte. Zamanla acısı alınmayan bir şey yok. Her sabah ilerileri izleyip izleyip geri giriyorum eve. Yüzüme o soğuğu yiyorum. Zihnim o zaman yeni güne hazırlanır gibi oluyor.
07.00 Çayı demledim. Önce suyu, sonra çayı. Yanıyor yoksa. Böyle demlediğimi görenler biz de böyle yapıyoruz, güzel oluyor diyorlar. Güzel olanı görünce ortak olma hissi. Tabii tabii siz de böyle demliyorsunuz. Ben o çayı içerken diken yutar gibi oluyorum, size de oluyor mu? Sessizlik. Olmuyor mu? Niye? Hâlbuki çayı iyi demleyenler biraz manyaktır. Ne? Çay edebiyatından hoşlanmaz mısınız? Ben de. Neyse ezan okunuyor. Namaz kılar mıydınız? Kırk beş geçe evden çıkmam lazım. Yoksa yetişemiyorum. Kapıda Azrail gibi bekliyor müdür. Odamın kapısında onu hayal edince anneciğimin sütleri burnumdan gelir gibi oluyor.
08.00 -Sami, yine donuk donuk bakıyorsun. Alış oğlum şu kadının çenesine alış. Geç kalma sen de. Ya alış ya geç kalma.
Alışmıyorum Erhan. Beş dakika gecikmekten ne olur yani? Ulan işimizin çoğu zaten bilgisayar ekranına bakmak. Ekran ışığı mı alınıyor bilgisayarı beş dakika geç açınca? Neyse, çay söylüyorum içer miyiz?
İçemezsiniz efendim. Utanmadan bir de çay mı içeceksiniz? Burnunuzdan gelsin kulaklarınızdan aksın o çay efendim. Sizi kovmadığıma dua edin efendim.
-Sami, sakın cevap verme. Gözünü devirme Sami. Dik dik bakma Sami. Kadın daha çok yükseliyor o zaman.
Lütfü bize iki çay.
09.00 Yok hanfendi, evet. Şirketimizin zaten orayla bir anlaşması var. Tabii. Tabii evet. Siz de haklısınız. O zaman şöyle yapalım, haftaya Ankara’ya geldiğinizde… Evet merkezimiz Ankara’da? Yok Erzurum nereden çıktı? Baştan beri öyle mi sandınız? Peynir firması olunca Erzurum mudur dediniz? Yok, Ankara’dayız. Evet, Yenimahalle’de de peynir üretilebiliyor Allah’ın işi işte. Alo alo? Kapattı.
-Müşteriyle dalga geçtin Sami. Ne olacak şimdi? Behiye Hanım’ın kulağına gider bu.
Giderse gitsin Erhan. Giderse gitsin. Müşteri her şartta haklıdırı kabul etmiyorum. Erzurum’la Ankara karıştırılır mı Erhan? Erzurum’u Erzincan’la karıştır ne bileyim Elazığ’la karıştır. Ne alaka yani bizi Erzurum’da sanmak? Kaç oldu saat?
09.20 Ha iyi. Daha yirmi geçiyor. Onda toplantı var.
-Hapı yuttun oğlum Sami. Kadın, firmanın bugün arayacağını biliyor. Sorar şimdi sana. Ne nane yiyeceksin bakalım.
Ben nanenin her türlüsünü severim Erhan. Annem rahmetli her yere ekerdi köyde. Evin önündeki armut ağacının dibinde bile olurdu yeşil yeşil. Ben önce çömelir, sonra şöyle bir okşardım başını nanelerin. Annem evin kapısından usuldan gülümseyerek beni izliyor olurdu. Başımı hafif yana çevirirdim. Annemin ak tülbentinin çevrelediği kafasını görürdüm. Gözleri Erhan, çakmak taşı gibi.
-Nasıl yani abi? Çakmak taşı gibi göz nasıl oluyor?
İşte ne bileyim. Şimdi ben öyle tarif edebilirim de sen anlamayabilirsin tabii. Kimi tariflerin sadece tarif edende karşılığı oluyor Erhan. Parlak yani işte. Orta yerlerinden kırıp alırdım tek tek naneleri.
09.21 Elimle temizleyip atardım ağzıma. Allah’ım. Bal mı börek mi? Hiçbiri. O an lezzetli olan tek şey nane yemek olurdu Erhan. Anların böyle sırları vardır Erhan. O anlarda sadece kimi şeyler müthiş önemli olur anlıyor musun?
-Anlıyorum Sami. Saat on da müthiş önemli bir an olacak senin için. Behiye Hanım da çakmak taşı gibi gözlerinden bir ateş çıkaracak, seni nane gibi ikiye bölecek. Kuru nane olacaksın kuru. Çorbaların üstüne.
Annem, naneleri yediğimi gördükçe sevinirdi. Sanki vücudumda dolaştığını, mideme iyi geldiğini düşünür düşünür kıvanırdı olduğu yerde. Anneler böyledir Erhan. Su içirseler yavrularının kursaklarından inişini bile hayal ederler. Allah rahmet eylesin. Saat on olabilir Erhan. Saatlerin on olması beni hiç ürkütmez. Olmaması ürkütür.
09.22 -Ama burası dünya ve burada saatler on olur oğlum Sami.
Sen bu şirkette kendini harcama Erhan. Git yazar mazar ol. Âşık ol zorla. Zorla acı çek. Şiir yazmak için her türlü sıkıntıya katlan. Deniz de yok. Yazman için acı çekmen şart. Deniz olsaydı daha rahat ederdin. Otururdun kenarına. Bakardın ileriye boş boş. İlham o zaman illaki gelirdi. Oysa şimdi. Atakule’ye bakınca insan bir şey hissedemiyor. Kızılay’da karşıdan karşıya geçerken iteleyip sürüklüyorlar adamı. Ne ara yürüdün ne ara geçtin anlamıyorsun. Bakıyorsun taş taş taş. İleriden yamru yumru uzun binalar başını uzatmış. Nesini yazacaksın? Dediğimi yap. Kurtar bu vasat yerden kendini.
Erhan, beni ciddiye almıyor. Nasıl ciddiye alsın? Durup dururken şair yazar mı olunur? Bu dünyada durup dururken ne olunur ne olunur?
09.50 -Ben çıkıyorum Sami. Kargo şirketiyle ön görüşme yapmam lazım. Behiye Hanım’ın yanına geçince ona da söylersin tamam mı?
Söylerim Erhan. Yalnız geldiğinde beni bulabilir misin bilmiyorum. Hakkını helal et, gel sarılalım.
-Delirme Sami. Alttan al. Cevap yetiştirme kadına. Haklıyken haksız olma. Erzurum sanılan bir Ankara var sonuçta. Ankara alınsın öyle değil mi ya?
Mesajlaşıyor olsaydık sana random atardım Erhan. Sana taze nanem diyebilir miyim Erhan?
-Zargı. De, ne diyorsan de tamam. Çıkıyorum hadi. Görüşürüz.
09.55 Beş dakika kaldı. Korkum yok da hani. Böyle kerih bir tadı oluyor kimi yüzleşmelerin. Çay içsem gitmeden?
Lütfü bana bir Türk kahvesi.
Kahve daha iyi. Beynimi de açar hem. Uyanık dururum karşısında. 60 ml kahveden beklentilerine bak, utanmıyorsun da koca adam! Altmış kilogram adamlardan beklentilerimiz peki? Aynı şey. Kahve, fincanına; adamlar kalıplarına göre tartılınca yani ölçü ölçülene uygun olunca sıkıntı olur mu? Sami, saçmalama Sami. Daralınca ne dediğini bilmiyorsun Sami.
Lütfü kahve nerede kaldı? Behiye Hanım bekliyor. Hah geldin mi? İçeyim şöyle.
09.57 Sami Bey, Necati Bey’in odasına geçiyorum. On dakikalık işim var. On dakika sonra geçersin odaya.
Tabii ki Behiye Hanım. Geçerim.
Tabii ki Behiye Hanım. On dakika değil yüz dakika kalsanız Behiye Hanım. Hem adam sizden hoşlanıyor gibi de ketum biraz. Belki açılır bu on dakikada Behiye Hanım? Efendim, tipiniz mi değil? Kısmet gelince tip mip dinlemez Behiye Hanım, öyle demeyin şimdi. Onun da anası babası var.
Lütfü, sen bana bir de çay çek. Koskoca on üç dakika var önümde. On üç dakikada neler değişmez neler.
Erhan da gelmedi. Gelseydi en azından onun varlığı bana güç olurdu. Gittiği yerden de hızla dönmeyi bilmez. Hımbıl. On saat bakar milletin ağzına. Çayı kırk yudumda içer. Yine de olması iyi. Tam iş yeri arkadaşı. Yarın onun ayarında başka biri gelse anında itelerim Erhan’ı hayatımdan. Çok vicdansızca oldu bu da. Olsun. Gerçek öyle değil mi? İş yerinde samimi olup sonsuza kadar süren dostluklar azdır bence.
Anam olsa öfkelenirdi bana. Hürmetsiz çocuk, der kızardı. İnsana hürmete dair hikâyeler anlatırdı hep ben çocukken. Samimi iyiliğe dair kıssalar anlatırdı. Hiç anama yakışır evlat değilim. Püh bana.
Peygamberimizin(sav) hadisinde geçen bir mağarada mahsur kalan üç adamın hikâyesini anlatmıştı bir gün de. Hani samimiyetle yaptıkları iyilikleri anlattıkça mağaranın girişini kapatan kaya açılıyordu. Evet, değil mi ya açılıyordu?
Ben de şimdi bir mağarada kapalı kaldım. Beni sadece Allah kurtarabilir. Kadın belki de bir şey demeyecek. Belki ufak bir söz işiteceğim ama istemiyorum. Gururum inciniyor. Allah’ım dini dünya için kullananlar gibi kabul etmezsen ben de bir gün şöyle samimi bir iyilikte bulunmuştum:
Üniversite bir ya da iki. Bursu yeni almışım. Koşarak otobüs kartını doldurmaya gittim. Baktım orada benden küçük bir çocuk, ceplerine davranıyor. Belli ki eve gidecek, otobüs kartı da boş. Gel len çocuk, dedim. Doldurayım kartını. Ama olmaz ki abi, dedi. Sonra seni nerede göreyim geri ödemek için? Şahsiyetli çocukmuş. Olsun, dedim. Önemli değil. Çocuğa bir hafta yetecek kadar otobüs kartı doldurdum. Bin minnetle bindi otobüsüne. El salladı binince. Allah’ım öğrenci hâlimle bunu valla senin için yaptım. Beni Behiye Hanım’la görüşmekten kurtar.
09.61 Tövbe tövbe. O nasıl saat öyle? Allah’ım? Şunu elime alayım da az çalkalayayım bakalım. Düzelir belki. Şıkışıkışıkışıkışıkı.
Yok, aynı duruyor. Çocuk nasıl sevinmiş öyle de zamanın şirazesi kaydı?
Devam edeyim bari. Allah’ım, şimdi belli olmaz. Altmış birinci dakikadan sonra oluverir 10.10. Anamla tütünü dikip bitirmiştik. Öyle kolay değildir ha bu. Belin kırılır iki büklüm dikmekten. Beynin kaynar sıcaktan. Tam sevinçle eve dönüyorduk ki baktım komşumuz daha didiniyor karısıyla. Dur, dedim ana. Ben şunlara akşama kadar yardım edeyim de işleri kolaylasın. Anam sevindi ama belli etmedi. Yorgunsun sen de, dedi. Yarın et yardımını. Olmaz, dedim. Yarına işlerini kolaylayacaklarından, bu akşamdan sevinirler. Geciktirmeyelim. Vardım tarlalarına. Şaşırdılar. O gün akşam ezanına kadar durmadan çalıştım. Vallahi çeker giderdim eve ama işte gidemedim. Beni Behiye Hanım’la görüşmekten kurtarsan Allah’ım?
09.68 Hikmetinden sual olunmaz kurban olduğum. Arada başımı uzatıp bakıyorum gelen giden de yok. Ortalıkta kimse de yok. Hoş, daha sekiz dakika geçti. İki dakika sonra gelir belki. O zaman 10.10’da gelmesinin ya da 09.70’te gelmesinin bir önemi kalmaz. Devam edeyim bari anlatmaya da sağlaması tam olsun. Tövbe tövbe o da ne demek sağlama falan?
Üniversite ikiye sınıfta derece yaparak geçmiştim. Taşradan gelmiş bu zayıfça çocuk, şaşırtmıştı arkadaşlarını. Hocalar şaşırdı mı bilmiyorum. Onlar adımızı bile bilmiyorlardı. Neyse. Sınıf arkadaşlarımdan kimileri sırf bu yüzden arkadaşlık kurmaya başladılar benimle. Anladım tabii. Yer mi bu Anadolu çocuğu? Notlarımı istemeye başladılar. Yine de verdim. Neticede zekâ aktarımı yapılmıyordu notları verince. Vize final zamanları gelince hem benim notlarımdan çalıştılar hem de kopyaya yeltendiler. Ulan dedim ne oluyor? Dur dedim, ben de çekeyim. Eh adil bir yarış yok neticede. Hiç unutmam, inkılap tarihi vizesinde tam girişiyordum ki kopyaya. Durdum. Geri koydum kopyayı yerine. İlmime haram katamam, dedim. O sene de diğerlerinin katakullisiyle sınıf derecesi mezun olana kadar elimden gitti. Allah’ım bunu bana verdiğin imkâna şüphe katmamak için yaptım. Behiye Hanım’ın zihninden benimle görüşmeyi çıkarsan Allah’ım?
09.77 Allah Allah. Bu nasıl iş? Korkudan kıpırdayamıyorum da yerimden. Erhan da gelemedi.
Erhan geldi. Erhan geliyor hatta. Er…han…bir adımını…yirmi saniyede…ata ata…
-Saaaamiiiii neeee konuuşşşuuuyyyooorsunnnn kennndi kennnndine? Deeellllirdinnnn miii?
Delirmedim Erhan. Ama saate bak belki sen delirirsin de kurtulurum senden. Hem ne salyangoz hızında konuşuyorsun Erhan?
-Biiiii’ ssssaaalllyannngoozzz dddemeeeddddiiiğğğğğiinnnn kkkkkkalllmmmııışşşştııııı Ssssaaaamiiii…
La havle. Çarpıldın mı ulan? Ekmeğe mi bastın? Saat bi’ tuhaf Erhan. Ettiğim iyilikleri anlatıyorum. Saydırıp duruyor. Toplantıya gidemiyorum. Behiye Hanım da yok. On geçe gel demişti ama herhalde seneye ancak on geçecek.
Erhan kapıdan yerine rahat beş dakikada geçebildi. Bu işte bir tuhaflık var. İyiliklerimi sayarak dünyayı mı yavaşlatıyorum nedir? Yok canım daha neler. Yoo, belki de var canım?
09.82 Bu sefer uzunca anlattım yaptığım samimi bir iyiliği. Baktım Erhan gözünü kırk saniyede ancak açıp kapatıyor. Lütfü’den çay istedim. Normalde iki dakikada elinde çaylarla biten adam on dakikaya ancak getirdi. Kapıdan yanıma gelmesi baktım uzayacak kalkıp aldım tepsiden. Çay da çay olsa. Buz. Yok. Olmayacak bu böyle. Ettiğim fenalıkları anlatsam ne olur acaba?
Erhan hani bir gün kendine güzel bir defter almıştın ya. Hah işte ben ona sen yokken bir bardak çayı boca ettim. Baktım leş gibi oldu. Kalktım çöpe attım. Sen de yan dairedeki Selami’yi suçladın hırsızlıkla. Adamın haberi bile yoktu. Özür dilerim.
10.00 Bir gün de anam beni komşumuzun kızıyla görüştürmek istedi. Onu kıramayacağımdan olur dedim. Kızın yanına gidince deli deli güldüm. Ellerimi çarptım birbirine. Belki ikimizi yatırırlar bir tımarhaneye, kiradan kurtuluruz dedim. Kız, korkudan bembeyaz kesilip kaçtı yanımdan. Anama da kızın sevdiği varmış, dedim. Bir de üstüne vardım: Ne gönlünde biri olanla görüştürüyorsun beni? Ayıp değil mi?
10.05 Bana pislikmişim gibi bakma Erhan. Yeminle iyilik anlatırım. Hayatın sümüklü böcek hızında geçer. Tuvalete on dakikada gidersin. Sonrası…
Neyse. Bir gün yine işe geç kaldım. Baktım, Behiye Hanım gelmiş. Bahçede duruyor arabası. Önce arabanın tekerini tekmeledim. Sonra kapısını. Sonra dayanamadım. Çıkardım cebimden anahtarı, baştan sona gıcııııııırttt…Kadın, akşam iş çıkışı nasıl çığlık atmıştı hatırlıyor musun? Pis pis güldüm, sen görmedin.
-Sami…Pisliksin sen oğlum.
10.10 Oh be. Normale döndük oh. Gidip azar mı yiyorum kovuluyor muyum ne olacaksa olsun. Hadi hakkını helal et Erhan. Yeni oda arkadaşınla mutluluklar. Her şeye rağmen seni sevmiştim Erhan. İyi çocuktun.
-Defol Sami!
Tık tık tık. Behiye Hanım, geleyim mi? Tık tık tık. Ses yok. Neyse. Bismillah.
Yok. İyice bakıyorum. Aaa yok. Arkadan Sevim’in sesi geliyor.
-Sami Behiye Hanım yarım saat önce çıktı.
Kiminle Sevim?
Necati Bey’le. Laf aramızda pek bi’ samimilerdi.
Hay Allah. Ben de içeride neler çektim be Sevim. İnsan söylemez mi? Hoş, ne bileceksin de.
10.12 Müjdemi isterim Erhan! Behiye Hanım’dan sonsuza kadar kurtulduk.
-Allah korusun ölmüş mü?
Hayır evleniyor evleniyor. Odağından çıktık gitti oğlum Erhan. Gel sana tatlı ısmarlayayım.
-Sen zehirlersin vallahi. Hayır istemiyorum.
Erhanların küseni de hiç çekilmiyor. Gel yoksa yaptığım tüm iyilikleri anlatırım. Biiir…İkii…
-Çık hadi çık. Rezil. Anan seni doğuracağına…
Taş doğursaydı Erhan. Ne iyi olurdu.