Adam gözlerini açtığında yüzünü saran soğuk bir boşluk hissetti. Neredeydi? Beyni, uykudan uyanır gibi bir ağırlıkla çalışmaya başladı. Tavanı izledi, içinde garip bir his vardı ve bu hissi çözmeye çalışıyordu. Yatağın hemen yanındaki dijital saat dikkati çekti: 0:00 yazıyordu. O an o derin, yankılı ses duyuldu:
“10 dakikan var. Ölmemek için 10 dakikan var…”
Adam hızla doğruldu, sesi aradı ama hiçbir şey göremedi. “Bu bir şaka mı?” diye bağırdı, yanıt yoktu. Saniyeler dolmaya başladı: 0:01, 0:02... Saat çalışıyordu ve onun zamanı tükeniyordu.
“10 dakika sonra öleceksin,” dedi ses bir kez daha. “Vedalaşmayı mı seçersin yoksa bir çıkış yolu aramayı mı?”
Adamın kanı dondu. “Ölmek mi? Bu saçmalık da neyin nesi?!” Yine de saat çalışıyordu. O dijital ekrandaki sayılar, geri dönüşü olmayan bir sona doğru akıyordu. Çıkış yolu bulması gerektiğine karar verdi. Sevdiklerini aramak mı? O zaman, bunun gerçek olduğunu kabul etmek anlamına gelirdi. Hayır. O, pes edecek biri değildi.
Yerinden fırladı, kapıyı açmaya çalıştı. Kilitliydi. Pencerelere yöneldi, dışarı baktı ama karanlıktan başka bir şey göremedi. Etrafındaki her şey ona bir hapishanedeymiş gibi hissettiriyordu. Zaman hızla akıyordu. Saat yine gözünün önüne geldi: 3:45. Dört dakika geçmişti bile.
Mutfağa koştu. Çekmeceleri açtı; kaşıklar, bıçaklar, boş metal sesleri… Bunların hiçbiri işe yaramazdı. “Bir şey olmalı,” diye hıçkırır gibi mırıldandı. Dizlerinin üzerine çöktü, kalbi deli gibi atıyordu. Ellerini saçlarına götürüp odanın sessizliğine doğru bağırdı:
“Neden ben? Ne istiyorsunuz benden?”
Cevap yoktu. Sessizlik, korkusunun yankılarıyla doluydu. Derin bir nefes aldı ve titreyen elleriyle saati yerinden kaldırdı. Parmaklarını dijital ekranın üzerinde gezdirirken gözyaşları yanaklarından süzüldü. Saat şimdi daha da saçma bir rakamı gösteriyordu: 9 dakika 77 saniye. Zaman onunla alay ediyordu.
Ama o anda bir şey fark etti. Saat normal bir zaman diliminde işlemiyordu. Burada fiziksel yasalar, alışılmış kurallar geçerli değildi. Saatin sayılarında bir sır vardı. Bu bir döngü müydü? Bir ceza mı? Ya da bir sınav mı?
Kendi kendine mırıldandı, “Zaman… Zamanı anlayabilsem…” Parmaklarını saate daha sıkı bastırdı, zihni çözüm ararken düşünceler içinde boğuluyordu. Ve o an o yankılı ses yeniden konuştu:
“İnsanlar zamanı ölçer, ama nadiren onu yaşar. Hayatta bir dakika bile bazen sonsuz bir an kadar anlamlı olabilir. Peki, sen bu 10 dakikayı gerçekten yaşadın mı?”
Adam saatten ellerini çekti ve yere çöktü. Derin bir nefes aldı. Bunu anlamıyordu. Ama bir şeylerin değişmesi gerektiğini hissetti. Saat ısrarla saymaya devam ediyordu: 9:78, 9:79, 9:80... Her saniye, ona kaçırdığı fırsatları hatırlatıyordu.
Birden geçmişi zihninde canlanmaya başladı. Annesi, ona çocukken sarıldığı o sıcak anılar… Birlikte kahve içtiği dostları, kavgalarla kaybettiği sevdikleri… Ve Melis. Gözleri doldu. Onu affetmesi için bile aramaya cesaret edememişti. Ölüm sandığından daha yakınken bile kendini affetmekten korkuyordu.
Saatin ekranına baktı, artık kaç saniyesi kaldığını bilmiyordu. Ama bu sefer farklıydı. Telefonunu aldı. Hızla Melis’in numarasını çevirdi. Çalmaya başladı. Kalbi hızlanmıştı, ama telefonda sadece sessizlik vardı. Sonunda bir mesaj servisi devreye girdi: “Bu numara kullanılmamaktadır.”
Elleri titredi. Saat ısrarla devam ediyordu. 9:87... 9:88... Zamanın sınırları kırılmıştı ama hâlâ yaşıyordu. O anda fark etti ki sorun zamana karşı değil, kendisine karşıydı. Korkaklık, ertelemeler, pişmanlıklar… Belki de ölüm, bu gerçeklerle yüzleşmekten daha kolaydı.
Saat sıfırlandığında, her şey karardı. Ama bu kez ölümün soğuk ellerini hissetmedi. Tam tersine, huzurlu bir sıcaklık sardı bedenini. Derin bir nefes aldı; sanki ciğerlerine dolan hava daha önce hiç tatmadığı bir saflık taşıyordu. Gözlerini açtığında bambaşka bir yerdeydi. Renkler daha canlıydı, ışık adeta bir senfoni gibi dans ediyordu. Dünya, her zamankinden daha gerçek ve daha büyüleyici görünüyordu.
Bir kez daha o ses duyuldu, ama bu kez daha yumuşak, daha bilgece:
“Anlamaya başlıyorsun. Zaman, senin düşmanın değil; ona nasıl baktığın önemli. Ölüm de bir son değil, sadece yeni bir başlangıçtır. Şimdi geri dön. Gerçek hayatını yeniden kucakla ve onu gerçekten yaşa.”
Adam bir süre olduğu yerde kaldı, gözleri bu yeni dünyanın güzelliklerine dalmıştı. Nefesini tuttu, göğsündeki korkunun yerini dingin bir huzur almıştı. Her şeyin eskisi gibi olmayacağını biliyordu. Ama bu kez farklıydı; çünkü o artık farklıydı.
Bu zamana kadar hep bir şeyleri ertelemiş, zamanın içinde kaybolmuştu. Ama şimdi, zamanı ölçmek yerine onu doldurmayı öğrenmişti. Geri döndüğünde, saat yine tik taklarıyla ilerleyecekti. Ancak bu kez, o her saniyeyi hissedecek, her ânı yaşayacaktı.
Bazı insanlar zamanı yalnızca sayar; bazılarıysa onu dolu dolu yaşar. Adam, 10 dakikalık bir döngüde hayatın en büyük sırrını çözmüştü: Zaman, bir düşmandan ziyade en büyük armağandı. Ve onu nasıl kullanacağına karar vermek, en anlamlı seçimdi.